İngilizler, İstanbul’dan neden tek kurşun atmadan gitti?
İstanbul'un düşman işgalinden kurtuluşu gerçekte hangi tarih? Mücadelede kimi isimlere yer dahi vermek istemeyen zihniyetin tarihi kendi isteğine göre yazdığı doğru mu?
Mustafa Armağan 4 Ekim tarihinde Yeni Akit gazetesindeki köşesinde İstanbul'un düşman işgalinden kurtuluşunu yazmıştı. 6 Ekim olarak kutlanan gün gerçekte hangi gün olmalı ve hangi kahramanlara adanmalıydı?
İki gün sonra İstanbul’da milyonlarca öğrenci -kalkmadıysa eğer- tatil, daha doğrusu bayram yapacak! Sebebi mi soruyorsunuz? 6 Ekim günü İstanbul’un kurtuluşunun 98. yıldönümü de ondan.
Kitaplarda, nutuklarda, belgesellerde 6 Ekim diye geçmesine rağmen eğer bir şehrin düşman işgalinden kurtuluşu son düşman askerinin ayağının çekilmesi demekse doğru tarih 2 Ekim olmalıydı. Arabic vapuruna binen son İngiliz subay ve askerleri 2 Ekim 1923 günü İstanbul’u terk etmişlerdi. İyi de neden 6 Ekimde kutlanıyor. Sebebi basit: 2 Ekim günü İstanbul Kumandanı olan hakiki bir Osmanlı karakterine sahip Selahaddin Adil Paşa’ya zaferden hisse vermemek için. Zira CHP tahakkümüne karşı cephe alıp askeriyeden istifa eden ve ticarete atılan Paşa, eleştirilerini hatıralarına kadar taşımıştı. Şöyle diyordu Hayat Mücadelelerim (1982) adını verdiği hatıratında:
“Son zamanlarda meydana gelen olaylar ve yeni bir tahakküm ve zorbalık devrinin hazırlıklarını gösteren gidişatı memleket için hayırlı bir yön olarak görmüyor, yeni görev ve sorumluluklar almayı uygun bulmuyordum.”
Sen misin itiraz eden? Senin yalnız bugününü karartmakla kalmaz, geçmişini de itinayla temizlerim, denilmiş ve iki kahramanından biri olduğu 18 Mart deniz zaferinden de, İstiklal Harbi’ndeki emeklerinden de, hatta İstanbul’u İngilizlerden teslim alan komutan olma imtiyazından da mahrum edecek mekanizma devreye girmiş ve kitaplardan adı sanı çıkarılmıştır. Şimdi 18 Mart zaferi denilince Selahaddin Adil ismini hatırlamayışımızın yegâne sebebi budur. Keza İstanbul’un kurtuluşunda da, dört gün sonra, 6 Ekimde kolordusuyla şehre giren Şükrü Naili (Gökberk) Paşa’nın adı anılırken onun esamisinin okunmamasının da sebebi budur.
Böylece amaca uygun bir tarih yoksa imal edilir. Siyasetin emrindeki bir tarihin başka türlü olmasını beklemek zaten abesle iştigaldir.
Öte yandan; İngilizlerin İstanbul’dan “nasıl” gittiklerini daha önce yazmıştım (Yeni Şafak, 9 Ekim 2016). Fakat daha önemlisi, “neden” gittikleridir ki onu da bu yazıda ele alacağım.
Hilafetin kaldırılma garantisi
Evet, soru ortada: İngilizler İstanbul’dan hangi garantileri alarak gittiler?
Fakat asıl sır şu soruda gizli: “Geldikleri gibi gitmediklerini” biliyoruz da, son vapurun sintinesinde nelerimizi götürdüler?
Bir defa İngiltere devletinin, Lozan Barış Antlaşması’nı onaylamak için Türkiye’nin Hilafetin kaldırmasını beklediğini, Hilafet kaldırılmadan Lozan’ı Avam Kamarasında gündeme bile almadıklarını bilmemizde fayda var. Ancak Hilafeti ilga ettikten sonra Avam Kamarası Lozan’ı görüşmeye başladı (Nisan 1924). Kral Temmuz 1924’te onaylayıp yürürlüğe koydu. Demek ki Lozan’ın onaylanması için Hilafetin kaldırılması şartı vardı. Nitekim Kral V. George, 10 Ocak 1924’te Avam Kamarası’nda yaptığı açış konuşmasında şöyle demişti: “Bu tasarı kabul edilir edilmez Lozan Antlaşması onaylanmış olacak ve YENİ BİR ÇAĞ AÇILACAKTIR.” (“As soon as this Bill has been passed, the Treaty will be ratified, and a new era will open.”) (CAB/23/46, s. 424)
Ankara’nın hilafetin kaldırılmasından yana tavrı belirginleşiyordu, İstanbul ve Sultan ise ısrarla Hilafeti savunuyordu. Dananın kuyruğu Lozan öncesinde saltanatın kaldırılmasıyla kopacak ve Lozan’da Hilafetin kaldırılacağı sözü verilecekti. (Saltanat ve hilafetin beraber kaldırılması düşünülmüş ama itirazlar üzerine bundan vazgeçilmişti.)
Kazım Karabekir bile hilafetin kaldırıldığını gazetelerden öğrenirken ABD’li bir diplomat bir hafta önce, 25 Şubat 1924’de Washington’a rapor ediyordu. İşin daha ilginç yanı, ABD’li diplomatın bu bilgiyi bir Fransız meslektaşından almış olmasıydı. Sizin anlayacağınız, Batı dünyası hilafetin kaldırılacağını bizim kamuoyumuzdan çok daha önce öğrenmişti ve müjdeyi bekliyordu.
Ankara 1922 Kasımında saltanatı kaldırmış ama hilafete ve Osmanlı hanedanına dokunamamıştı. Çünkü Kazım Karabekir gibi paşalar, İstanbul basını, siyasetçiler hilafetin arkasına sığınarak Ankara’ya karşı cephe alıyorlardı. Bu yüzden öncelikle hilafetin kalkması gerekmekteydi. (Hakan Özoğlu, Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası (Kitap Y.: 2011.)
Prof. Dr. Ömer Kürkçüoğlu üstü kapalı bir şekilde Türk tarafı Lozan’dan hemen önce saltanatı kaldırarak Batı’ya “anlamlı bir jestte bulunmuş olabilir” diyor (Türk-İngiliz İlişkileri, Ankara, 1978, s. 260). “Batı’ya yönelmeğe kararlı olan Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda yararlandığını gördüğümüz İslam etkenine artık sırtını çevirebiliyordu. Mustafa Kemal, ülkeyi çağdaşlaştırmak ve bunun için de tek yol olan Batı’ya yönelmek isterken Hilafet bağından kurtulmak zorundaydı” (s. 305-306).
Taşlar yerine oturuyor birer ikişer.
İngiltere’nin resmi görevlisi C. J. Edmonds ise Musul müzakereleri devam ederken Hilafetin Türkler tarafından kaldırıldığı haberini duyunca uğradığı derin şaşkınlığı şöyle dile getiriyor: “Türklerin bindikleri dalı bu şekilde keseceklerine inanmak gerçekten çok güçtü.” Cevap: Kestirdiler.
Oysa Lozan öncesinde Hilafeti savunan bizzat İsmet Paşa’dır. 1922 yılında Lozan’a giderken İsmet Paşa Hindli bir gazeteciye şunları söylemiştir: a) Türkiye halkı Hilafeti kanının son damlasına kadar savunacaktır; b) Türkiye, İslamiyet’in kılıcı olmakla iftihar eder; c) Bütün bir millet yekvücut olarak Hilafeti savunacaktır; d) Hilafet 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu tarafından güvence altına alınmış olup onun korunması vatanın korunmasıyla eşdeğerdir.
Türkiye’nin 1922 Kasım’ında ‘Hilafet meselesi milli savunma konseptimiz dahilindedir’ söyleminden 1924 Mart’ındaki ‘Hilafet’i kaldırmak İslamiyet’e yapılacak en büyük hizmettir’ söylemine geçişi manidardır.
Tarihin kırılma noktası olan bu 16 ayın hikâyesi mutlaka yazılmalıdır.
Sürpriz belge
Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde çıkan bir belge dizisi Lozan öncesinde İngiltere ile Ankara arasında Hilafetin kaldırılması ve dini eğitimin yasaklanması hususlarını içeren gizli bir ön antlaşma yapıldığını ortaya koymaktadır. Prof. Metin Hülagü bu belgeyi ve muhtevasını şöyle özetlemiştir https://www.superhaber.tv/hilafetin-ilgasini-ismet-pasa-mi-imzalamis-makale-124433 :
Türkiye ile İngiltere arasında yapılmış gizli bir anlaşma mevcuttur.
Antlaşma toplamda 4 maddeden oluşmaktadır.
Sözü edilen gizli anlaşma Lozan Antlaşması (1923) öncesinde imzalanmıştır.
Antlaşmayı İsmet İnönü imzalamıştır.
Gizli antlaşma Lozan Antlaşması’na rağmen geçerliliğini korumuştur.
Gizli antlaşma 1947 yılında hâlâ geçerli durumdadır.
Gizli antlaşmanın içeriği hilafet ve saltanatın kaldırılmasını kapsamaktadır.
Gizli antlaşma Türkiye’deki Dini Eğitim Yasağını da içermektedir.
Lozan Antlaşması Hilafet ve Saltanat’ı kaldırma sözü verilmesi neticesinde ancak imzalanabilmiştir.
Hilafet ve Saltanat ilga edilmeden barış yapılamamıştır.
Antlaşmanın İngiltere ile birlikte ilga edilmesi Türkiye Cumhurbaşkanı’na defalarca teklif edilmişse de İngiltere’yi kızdırmamak adına bu teklifler dikkate alınmamıştır.
HABERE YORUM KAT