İngiliz tipi emperyalizm ve İslam modernistleri
Taha Kılınç, Hindistan örneği üzerinden Müslümanların modernist eğilimlere nasıl evrildiğine dikkat çekiyor.
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Çarklar dönerken…
Güneşli bir kış günü Delhi’den yaklaşık dört saatlik yolculukla Aligarh’a ulaştığımızda, vakit öğleye yaklaşıyordu. Uttar Pradeş eyaletinin diğer tarihî şehirlerine oranla sönük bir yerdi burası, zaten biz de şehri gezmeye değil, burada kurulu devasa bir eğitim kurumunu görmeye gelmiştik: Aligarh İslâm Üniversitesi.
Kampüse ana kapıdan girdikten sonra aracımızı bir kenara park edip yürümeye başladık. İrili-ufaklı çok sayıda yapıdan, kütüphane ve fakülteden, mescit ve konferans salonundan, parklardan ve dinlenme mekânlarından oluşan üniversite öylesine büyük bir alana yayılmıştı ki, tamamını görmeye vaktimiz yetmedi. Öğrenci yurtlarını, “cuma mescidi” olarak bilinen ana mescitle ona yakın eski camiyi, Batılı tarzda inşa edilen ek kısımları ve sadece Kur’ân ilimlerine tahsis edilmiş binalarla kurucusunun evini ziyaret ettik. Hindistan’ın (ve İslâm dünyasının) dört bir yanından gelen ve yemyeşil kampüsün her yerine yayılan binlerce öğrenci, farklı renklerde kıyafetleriyle çok güzel bir görüntü oluşturuyordu. Mekânların temizliği ve bakımlı hali de ayrıca göz dolduruyordu.
Aligarh İslâm Üniversitesi’nin temelini teşkil eden Medresetu’l-Ulûm adlı okul, 1875’te Seyyid Ahmed Han adlı bir zat tarafından kurulmuş. İngilizlerden siyasî ve ekonomik destek alan Seyyid Ahmed Han –daha sonra “Sir” unvanını da alacaktır– Hindistan Müslümanlarını “Batılı” kodlara göre yeniden formatlamak için bu adımı atmış. 1878’de tamamen İngiliz tipi eğitim veren Mohammadan Anglo-Oriental College, öğrenci kabulüne başlamış. Sir Seyyid Ahmed Han’ın 1898’deki ölümünün ardından, kurduğu okullar 1920’de Aligarh İslâm Üniversitesi çatısı altında birleştirilmiş. 1934’te tıp fakültesi, 1945’te de ziraat yüksek okulu açılmış. Bilahare sanayi, teknoloji, ticaret ve fen sahalarında da eğitime başlayan Aligarh İslâm Üniversitesi, Hindistan’ın en elit okullarından birine dönüşerek bünyesinden Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’te üst düzey yöneticilikler üstlenen çok sayıda ismi çıkarmış. Okulda verilen eğitimin mahiyeti, eğitimcilerin oryantalistlerden oluşması ve müfredatın İslâm kültürüne çarpık yaklaşım biçimi Şiblî Numânî, Muhammed İkbal ve Mevlânâ Ebu’l-Kelâm Âzâd gibi isimlerin eleştirisine uğramış.
Cuma mescidinde öğle namazlarımızı kılarken, havadaki dingin atmosfer ve şadırvan olarak kullanılan havuzun hemen yanındaki türbeler, manzarayı tamamlayan pitoresk unsurlardı. Üniversitenin arka planına dair hiçbir şey bilmeyen bir ziyaretçi, ideal bir İslâmî eğitim yuvasında olduğunu kolaylıkla düşünebilirdi. Hatta türbe kısmının ortasında, Sir Seyyid Ahmed Han’ın kabrine doğru bakarken, minnet dolu duygu dalgalanmaları bile yaşayabilirdi.
Oysa içinde bulunduğumuz kampüs, İngiliz İmparatorluğu’nun İslâm dünyasında kök salarken istifade ettiği en dikkate değer araçlardan biriydi. Bir insan fabrikası, imparatorluk aklının ürettiği bir ideoloji atölyesiydi. Buradan yetişenler, adeta bir torna tezgâhından çıkmış tek örnek ürünler gibi, Londra’daki tacın hizmetkârlarına dönüşüyordu.
Bir komplodan veya sadece kendimin keşfettiği gizli bir plandan söz ediyor değilim:
Her medeniyetin temeli, insan unsurudur. İnsanı yetiştirir, eğitir, altına bir koltuk veya yakasına bir unvan iliştirir, sonra onu –belki bazen ruhu bile duymadan– dilediğiniz istikamette kullanırsınız. Dünyada çarklar böyle dönüyor, düzenler böyle kuruluyor veya yıkılıyor. Projenizin her aşamasını sürekli titizlikle kontrol etmeniz de gerekmiyor üstelik. Çarkı bir kez sağlam şekilde kurdunuz mu, o kendi kendine işlemeye devam ediyor. Aksaklıkları kendisi onarıyor, defolu çıktıları yine kendisi belirleyip devre dışı bırakıyor.
“İngiliz tipi emperyalizm”in önde gelen özelliklerinden biri, kendi menfaatlerine uyduğu sürece İslâm’ın ve Müslümanlığın zâhirî taraflarıyla hiç uğraşmamasıdır. Bu yönüyle, Fransız tipi kaba jakoben İslâm düşmanlığı onda görülmez. Fransa’nın İslâm dünyasından devşirdiği pek çok şahsiyet de aynı düşmanlığı tevarüs etmiştir. İngilizler ise “dış görünüşü ve dinî pratikleri itibariyle Müslüman, ama zihniyeti İslâmî reflekslerden tamamen arındırılmış” şahsiyetler yetiştirmeye odaklanır. Sonra onları yükseltir, öne çıkarır, dünyaya kendini bir de bu sebeple alkışlatır.
Gündemi takip ederken, önümüze düşen bazı kareleri böyle okumak gerek.
HABERE YORUM KAT