1. YAZARLAR

  2. RIDVAN KAYA

  3. İnfaz Düzenlemesinde Adalet ve Merhamet Perspektifi Gözetilmelidir!
RIDVAN KAYA

RIDVAN KAYA

Yazarın Tüm Yazıları >

İnfaz Düzenlemesinde Adalet ve Merhamet Perspektifi Gözetilmelidir!

30 Mart 2020 Pazartesi 17:52A+A-

“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Ama kim affeder ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.” (Şura, 42/40)

Türkiye’nin kronik gündem maddelerinden biri olan cezaevleri sorunu bu kez de korona virüs gündemine bağlı olarak tartışılmakta. Şu anda hazırlık süreci devam eden ve önümüzdeki günlerde Meclis gündemine geleceği tahmin edilen infaz yasasındaki değişiklikle birlikte cezaevlerinden büyük miktarda tahliyelerin gerçekleşmesi bekleniyor.

Aslında korona virüs mevzusundan çok önce infaz yasasında değişiklik yapılarak ‘cezaevlerinin rahatlatılması’ konusu gündeme gelmişti. Ne var ki, gerek kamuoyunda konunun nasıl karşılık bulacağına dair endişeler, gerekse de iktidar ile MHP arasında düzenlemeden yararlanacakların kapsamı hususunda bir mutabakata varılmaması yüzünden konu erteleniyordu.

Şimdi virüs salgınının cezaevlerinde yol açabileceği tahribatın büyüklüğü ihtimali ile birlikte düzenleme bu kez daha acil bir şekilde gündeme taşınmış oldu. Teknik olarak ‘infaz indirimi’ şeklinde gerçekleşecek olmasına rağmen kamuoyunda ‘af’ olarak algılanan düzenlemenin kimleri kapsayıp, kimleri hariç tutması gerektiğine dair tartışma ise halen sürüyor.

Türkiye’de Af Beklentisi Neden Hep Gündemde?

Af tartışmasının Türkiye’de sürekli gündemde kendisine yer bulması sebepsiz değil. Af mevzusu bilhassa  ‘içeridekiler’ ve yakınları açısından, devletin belli aralıklarla araladığı bir umut kapısı olarak görülüyor. Dolayısıyla kendilerini mağdur hissedenler sıkça “artık bize de sıra gelsin” eğilimi içerisine girebiliyorlar. Mamafih af mevzusunun bu subjektif tutumdan öte, çok derin sıkıntıların mevcudiyetine işaret ettiği de bir gerçek.

Öncelikle Türkiye’de suç ve suçlu tanımına dair karmaşa sürüyor. Dün suç kabul edilmeyen bir fiil, yasal bir değişiklik de olmaksızın, konjonktürün değişmesiyle birlikte bugün suç haline gelebiliyor. Ve bu durum sürekli mağdur üretiyor.

Ceza yasası, başka ülke yasalarıyla kıyaslandığında genelde ağır hükümler içeriyor. Yargı mekanizması da aynı şekilde sert cezalandırma eğilimi içinde. Bilhassa devlete karşı işlenen suç ve terör suçu kapsamında ele alınan yargılamalarda bu durum çok daha belirgin hale gelmekte ve çoğu kez polis ve savcılık soruşturmalarında ileri sürülen ithamlar, pek de delillendirme kaygısı taşınmaksızın yargı kararına dönüşebilmekte.

Cezaevlerinin durumu ise af tartışmalarını ve beklentilerini besleyen en büyük faktör olarak öne çıkmakta. 15 kişilik koğuşlara 40 kişinin, 50 kişinin tıkıştırılması; kimi cezaevlerinde mahkumların nöbetleşe yatmak zorunda kalmaları; tuvalet ve banyo için saatlerce sıra beklenmesi; görüşlerin kısıtlanması vb. sıkıntılar cezaevlerinin büyüyen bir sorun olarak gündeme alınmasını gerektiren somut göstergeler.

Böylesi bir koğuş ortamda yaşanabilecek bir virüs salgınının ortaya çıkarabileceği tehlikenin hesap edilerek cezaevlerinden tahliyelere hız verilmesi acil bir adım olarak öne çıkıyor. Can güvenlikleri devletin koruması altında olan insanların korunamama ihtimali karşısında devletin tedbir alması elzemdir.

Kamuoyunun belli bir kesiminin umursamaz bir tutumla “Af da neymiş, suçlu suçunun cezasını çekmeli” mantığını dillendirmesi ne insani, ne de hukuki bağlamda bir anlam ifade etmiyor. Salgın korkusunun devleti, toplumu, herkesi titrettiği ve önlem almaya mecbur bıraktığı bir vasatta suçlu bile olsalar cezaevlerindekilerin de öncelikle insan olduklarını bazılarına hatırlatmak gerekiyor. Kaldı ki, yapılması düşünülen şey tümüyle bir cezasızlık düzenlemesi de değil, belli sürelerde zaten cezasını çekmiş kişilerin cezalarında kısmi bir indirim sadece. 

Kim Dahil, Kim Hariç?

‘Af’ meselesinde asıl tartışma konusunu ise düzenlemenin kapsamı oluşturuyor. Yapılacak düzenlemenin birkaç suç fiili haricinde adi suç faillerini kapsayacağı, ‘devlete karşı suç’ ya da ‘terör suçu’ olarak tanımlanan siyasi suç faillerinin ise hariç tutulacağı anlaşılıyor. Düzenlemenin kapsamının genişletilmesine yönelik beklentiler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşı çıkmasından ötürü, en azından Meclis aşamasında, gerçekleşmeyecek gibi görünüyor. Bilahare konunun Anayasa Mahkemesine taşınması söz konusu olduğunda ise şimdiden nasıl bir sonuç çıkacağını tahmin etmek zor. 

Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutumu bugüne dek defalarca “devlet ancak kendisine karşı işlenen suçları affedebilir, vatandaşa karşı işlenmiş suçları affetme yetkisine sahip olamaz” beyanlarıyla açık, net bir çelişki oluşturuyor. Ne enteresandır ki, vatandaşlara karşı işlenmiş suçların faillerini düzenlemeden istifade ettiren devlet, kendisine karşı suç işleyenleri ise düzenlemenin dışında tutmakta.

‘Af’ meselesinin kolay bir mevzu olmadığı, toplumun bir kesiminin beklentisi olmakla birlikte geniş kitlelerin tepkisini çektiği, ardı ardına başvurulan bu yolun toplumda suça eğilimli insanları cesaretlendirdiği ve daha buna benzer birtakım itirazlar biliniyor. Yakın bir dönemde ağır bir darbe kalkışmasına muhatap olmuş ve halen de çok yönlü, çok boyutlu terör tehdidiyle yüzyüze bir ülkede ‘terör suçu’ faillerinin de ‘af’tan yararlandırılmalarını talep etmenin kamuoyunun nabzını tutan siyasiler açısından gayet netameli bir iş olduğu da ortada. Ama tüm zorluklara rağmen bu konuda adil ve kuşatıcı olma zorunluluğu da görmezden gelinmemelidir.

Düzenlemenin kimleri kapsaması, kimleri kapsamaması gerektiği tartışıldığında herkes kendince birtakım öncelikler sıralayabiliyor. Örneğin cinsel suçların faillerinin asla yararlandırılmaması şeklindeki bir talebe sanırız herkes “evet” diyecektir. Peki, ama pratikte bunun ne anlama geldiği de biliniyor mu? Unutmayalım ki, erken yaşta evlilik yaptıkları için binlerce insan ‘cinsel istismar’ suçu işledikleri ithamıyla cezaevinde bulunuyor. Binlerce kadın ve çocuk ise kocalarının/babalarının hapisten çıkıp gelmesini bekliyor, sarsılan yuvalarını onarmayı umuyorlar.

Yine örneğin, “cinayet işleyenler düzenlemeden yararlanmasın” denildiğinde bu genel talebe karşı çıkacak pek kimse olmaz. Ama daha kısa bir süre önce Konya’da bir parkta yanındaki kadınla tartışan bir kişiye müdahale edip, öldüren Kadir Şeker adlı genç hakkında yazılan çizilenleri hatırladığımızda kategoriler oluşturmanın o kadar da kolay olmadığı görülebilir.

Herkesin İçine Atılabileceği Terör Çuvalı

Meclis gündemine gelecek düzenlemeyle ilgili olarak, ‘terör suçu’ faili ithamıyla yargılanan ve mahkum edilen on binlerce insanın durumu ise asıl dikkat çekmek istediğimiz hususu oluşturuyor. 15 Temmuz darbe kalkışması sonrasında Türkiye’nin ağır bir travma yaşadığı ve bu süreçte kitlesel boyutta mağduriyetler yaşandığı gerçeği inkar edilebilir bir şey değildir.

Bu süreçte fiilen darbe kalkışmasında yer almadıkları, böyle bir girişimden tümüyle habersiz oldukları halde kadın erkek, genç yaşlı on binlerce insan geçmişte devlet tarafından akredite olan, desteklenen, büyütülen Gülen yapılanmasıyla irtibatlı oldukları için terör suçlusu olarak yargılandı ve bir kısmı da mahkum edildi. Bu insanların durumu her gündeme geldiğinde ısrarla 15 Temmuz’da işlenen vahşeti öne çıkartmak, bu insanlardan o meşum darbe gecesinde katledilen, sakat bırakılan insanların hesabını sormak haklı bir tutum değildir.

Fiilen darbe kalkışmasına katılan, bir biçimde bu suçun içinde olanların hak ettikleri cezaya çarptırılmalarına kimse karşı çıkmaz, çıkmamalıdır. Ama darbeci askerlerin, halkın üstüne tank süren, bomba yağdıran katillerin işledikleri canavarlığı öne çıkartarak, ‘cemaat’ olarak bildiği yapı için kermes yapıp para toplayan kadınların, dini saikle düzenlenen etkinliklere iştirak eden insanların cezaevlerinde çürümesini savunmak adil ve ahlaki bir tutum olamaz.

Daha Fazla Mağduriyet, Daha Fazla Düşmanlık Demektir!

Binlerce insan son derece tartışmalı bir şekilde, soyut suçlamalarla terör örgüt üyesi ya da yöneticisi olmak suçundan 7, 8, 10, 15 yıl gibi ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Bu kitle büyük çoğunluğu itibariyle zaten bu cezanın bir kısmını da yatmış durumda. Bu insanları birkaç yıl daha cezaevinde tutmanın hiç kimseye faydası olmayacak, sadece aileleriyle birlikte geniş bir toplumsal tabanın daha fazla mağduriyet ve de öfke hissetmesine yol açacaktır.

Şu haliyle infaz düzenlemesi ise ayrımcı ve dışlayıcı niteliğiyle tam da bu yangını körüklemeye adaydır. Oysa toplumun maslahatını gözeten bir mantık tam tersini yaparak devletin kuşatıcı olmasını gerektirir. Peki, bunun sonucunda birilerinin düşmanca faaliyetlerine kaldıkları yerden devam etmesi, kirli fikir ve dilleriyle başkalarını da kirletmesi riski yok mudur? Elbette bu risk vardır ama ıslahı mümkün olanların kazanılması öncelenmek zorundadır.      

Sorunun sadece FETÖ davalarıyla sınırlı olmadığının da görülmesi gerekiyor. Örneğin, tek bir şiddet eylemi bulunmamasına rağmen Hizbu’t Tahrir mensupları da terör suçlusu olarak cezalandırılmaktalar. Aynı şekilde Afganistan ya da Pakistan’a gittikleri, Suriye’ye yardım götürdükleri, Diyanet camisinde namaz kılmayıp ayrı bir mescit oluşturdukları, çocuklarını okula göndermedikleri ve daha buna benzer bir dizi suçlamayla Selefi eğilimleri yüzünden binlerce Müslümanın terör örgütü mensubu olmak ithamıyla yargılandıkları ve hapsedildikleri de bilinmelidir.

Merhametten Rahmet Doğar!

Hiç kuşkusuz Türkiye zor ve sıkıntılı bir dönem yaşamış, ciddi badirelerden geçmiştir. Bu süreçte ülke olarak ağır bedeller ödenmiş, kitlesel acılar, mağduriyetler yaşanmıştır. Yapılan edilenlerin siyasi, hukuki, ideolojik tartışması bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da elbette yapılmaya devam edecektir. Ama artık gelinen noktada kısmen de olsa yaraların sarılması, geniş kitleleri yoran, ezen toplumsal yükün hafifletilmesi için adım atılmalıdır. İnfaz yasasında yapılması düşünülen değişikliğin adalet ve merhamet perspektifi göz önünde bulundurularak gerçekleştirilmesi herkesin lehine olacaktır.

Resulullah (s) “İnsanlara merhamet etmeyene, Allah merhamet etmez” buyuruyor. Rabbimizin merhametine çokça muhtaç olduğumuz şu zor ve sıkıntılı günlerde merhametli olmanın bir tercih ya da lüks değil, bilakis bir ihtiyaç, hatta zorunluluk olduğunu bilelim.   

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum