İndikatör
En son Suriye olmak üzere geriye doğru; AKP iktidarı, 28 Şubat, Refah-yol iktidarı, 12 Eylül, İran İslam İnkılabı, Partileşme denemeleri, Türkiye Müslümanlarının İslam Dünyası ile tanışmaları, bütün bunlar aşama aşama, indikatör etkiler oluşturan belirleyici olaylardır.
İndicatoridae; bal kuşu olarak ta bilinen, yaban arılarının kovanlarını bulup kendine özgü ötüşleri ve kanat çırpışları ile porsukların dikkatini çeken bir kuş türü. İndicatoriadae kuşu, porsukların dağıtıp açtıkları bal arısı kovanlarından kalan larva ve pupa Yiyerek beslenir.
İndikatör; teknik dilde bir şeyi ortaya çıkaran, fark edilir kılan belirteç, iktisadi alanda ise borsa ve piyasalarda fiyatları hesaplayıp, fiyatların aşırı alım, aşırı satım, trend vb seviye ve ölçümleri hesaplayan bir yazılım.
Kelimenin sosyal alandaki karşılığı daha çok İndicatoridae kuşunun halini anımsatır. Yakalanan hakikat pırıltılarını, çocuksu ve coşkulu bir heyecanla savunulduğu, yaşanılan ve kavgasının verildiği dönemlerde öyle bir an, öyle bir olay meydana gelir ki, ilkeler, değerler, kişiler, kurumlar, metodolojik yol haritaları ve davranış biçimleri, akli değerlendirmelerin, eleştirilerin duvarlarına çarpıp darmadağın oluverir. Derin uykudan, tatlı rüyalardan uyandırılmanın ruhumuzu öldüreceği korkusu, bizi gerçekliğin acımasız olduğuna inandırırken gerçeklerden de kaçırır.
İndikatörlerin görünür kıldığı dinamikler; ayrışmaları, bölünmeleri, saflaşmaları daha da kötüsü restleşmeleri getirir. Sürekli aşınmışlık duygusunun körelttiği insanların, sarp yokuşlarda vazgeçip, gerisin geri yokuş aşağı çılgınca koştuklarını ya da dizlerinin üzerinde çöküp kaldıklarını görürsünüz. Büyük bir kısmı ise; birlik, bütünlük kaygısı, cephe kaybetme korkuları ile ayaklarına çiviler çakarak konumlarını korumaya çalışırlar. Esnekliğin kaybolduğu, ayakların kutsallaştığı, tepeye ulaşmanın da imkânsız olduğu muhafazakâr tepkiler yola çıkarken yüklenilmiş idealleri de buharlaştırır. Dağılmasın diye sıkı sıkıya sarılınan ve gerçek sanılan o platonik dünyada tutunulan şeyler, gerçek değil arzulanılan putlara dönüşür.
Her bir gerçeklik bir sonraki ile karşılaştığında, deforme oldur, kendi sahte din’ini üretir. Bu indikatör olaylar, iktisadi kullanıma da uygun, kişinin, kurumun ya da toplulukların değerini belirler. Bazen de ederini tanımlar, ‘kaç paralık adam’ olduğunu gösteren kaypaklık ve caymışlık şeklinde.
Oysa böyle mi olması gerekir?
…
Deformasyon aslında o İndicatoridae kuşunun ihaneti değil, bizim zayıflığımızdır. Dönemsel sarsıntıların peşinden, yalnızca sağlam binaların ayakta kaldığı ve yıkılanların yerine daha güzel, daha sağlam binaların dikildiği süreci yaşamak mümkün, geçmişi unutmadan, günah keçisi ilan etmeden ama onu da kutsamadan. İhtiyacımız olan şey ise, Allah’ın sanatı olan doğamızdan ve onun takviyesi, lütfü olan kaleminden bir parçanın ruh kattığı bir nefes, bir oluşum, bir devinim.
Değerini ve duruşunu koruyan, bunu yaparken de bilgi ve tecrübesini arttıran kişilikler için sorun yok aslında. “Ders alınmayan tecrübe, tecrübe değil ahmaklıktır” sözü yanında, zaman insana çok şey öğretir. Tecrübe, “Bilgi yeterli değil, direnmek gerekir” der. Sonra tek başına direnmenin de yeterli olmadığını, anut bir direniş gösteren, ama kendini geliştiremeyenlerin veya ihtiraslı kimselerin, hezeyanlarına kadar ulaşan direnişlerini ve kılıf bulmada mahir bilgi yığıntılarını nasıl harmanladıklarını gösterir.
…
1970’li yıllarda legal siyaset arenasına klasik sağ-sol politik yapılanmadan farklı MSP hareketinin çıkması Müslümanlar içinde milliyetçi-sağ kimliklerle hesaplaşmayı ve ayrışmayı getirir. Bu belirginleşme İslam dünyasındaki Müslüman fikir adamları ve ekollerinin çevirileri ile daha da şiddetlenir. ‘Siyasallaşma ve dünya ile tanışma’ indikatör işlevi görür. Öyle ki, Türkiye Müslümanlarının çok önemli şahsiyetlerinde bile var olan zaaflar ortaya çıkar. Ümmet, Millet etrafında yoğun çatışmalar yaşanır. Mezhepsizler, dış güçler, şanlı mirası inkar edenler, modernistler vs vs havada uçuşur.
79 İran İslam Devrimi de ümmet bazındaki Müslümanların, dünya siyasetinde klasik ABD-Rusya ikileminden bağımsız kimlikle çıkmalarını sağlar. Bu hareket, siyasetlerini iki kutup etrafında oluşturan zaaflı İslami hareketler için, Türkiye gibi ana ekseni Komünizm karşıtı ve Arap Sosyalistleri gibi ana ekseni Kapitalizm karşıtı hareketler yanında mezhep taassupları içinde önemli bir indikatördür. Mezhep söylemleri daha da keskinleşir, tarihe gömülmüş tartışmalar incelenip araştırılmak için, ders çıkarmak için değil keskin sınırlar çizmek için kullanılır.
İran İslam İnkılâbının aynı yıllarında, 12 Eylül’ün kurşuni bulutları, bu topraklardaki tozpembe hayalleri, eflatun renkli idealleri de bastıracaktır. İnsanlarımız, yaşamın her yanında kuşatıldıkları ‘dalgalanan nazlı bayrak’ gölgesi altına süpürülmüş kirler arasında, aynı zindanları, aynı ötekileştirmeleri yaşayan, rakiplerinin de kendileri gibi; gülen, ağlayan, acı çeken, örselenen varlıklar olduğunu gösterir. Oysa kuru mevsimlerde, ‘Küçük bir ağaç dalında nazlı nazlı salınan bir yaprak’ bile o kutsal çaputtan daha değerliydi hassas, kırgın ve kızgın yüreklerde. İndikatörler ideallerle değerleri kavga ettirir bazen.
Diğer yandan, 12 Eylül indikatörünün sıyırdığı ‘çöplükte açan çiçek’ misali ruhlar yumuşamaktadır. Darbe postallarının ürkütücü, acımasız, disipliner ama bir o kadar da çıkmaz labirentinin arasından açılan geçitten fışkıran, yeşeren dalga, İslam’a yönelimin, yaşam tarzlarının, kılık kıyafetten konuşma diline kadar yansıyan toplumsal değişimi oluşturur. Değişimin ruhunu hissedemeyen, mücadeleyi sadece nesnel çerçevede okuyan düz kafalıların etiketi okuma biçimi; ‘12 Eylül İslamcıları besledi’ histerisidir. Yabancı değil, aynı 12 Eylül öncesinin Sekülerlerinin ‘Yeşil Kuşak’ sakızı gibi, bir kuşak sonra kopyalanarak bizim cenaha da atlayacak ‘BOP’ büyülü sakızı gibi.
BOP var mı? Elbette var, hem de iki ucu zehirli mızrak gibi. Bir ucunda manipülasyon, güdüme alma, diğer yanda güdümüne alınmaya direndiğini sananları yalnızlaştıran, BOP’u kadiri mutlak bir kötü İlah tasavvuruna dönüştüren, agresif ve primitif tepkiler şeklinde iki yönlü zehirlenir insanoğlu. Geniş kitlelerin her arayışına ‘BOP’ parmağı yakıştıran, onları ‘BOP’un kucağına iten ‘komplomania tutkusu’ beynini en fazla çalıştırdığını sanan kişilerin en sert korteks/beyin zarı duvarlarını inşa eder.
Kısa süren Refahyol ardından, İslami köklere sahip ama söylemlerini farklılaştırmış İslamcıların iktidarları, birçok Müslüman için iktidar nimetlerinin tadıldığı dönem olur. 28 Şubatla patlayan kısa ideallerin ardından, kimilerinin siyasi bir dehaya dönüşerek iktidara yönelen ‘yol haritaları’ ortaya çıkar, ama iktidar artık yeni bir indikatör’dür. İktidar olanaklarının indikatör etkisi öyle güçlüdür ki, eski mücahitlerin müteahhit olmaları gibi kısa vadeli sapkınlıkları yanında, yeni yozlaşan ve türedi zenginlerin/üst sınıfın oluşumu, hayat tarzlarının kalıcı ve içselleştirici değişimleri çok daha geniş ve kapsamlı kopuş ve savruluşları getirir. Sadece taraftarlarını değil, karşıtlarının zaaflarını da belirleyici bir iktidar, bu karşıtlarında marjinal de olsa müzmin muhalif, sol özentisi ve topluma yabancılaşan savrulmuşlukları da oluşturur.
Bu dönemin dik duruşunu savunanların yanlarında, öbekleşen sert söylemli, sert mizaçlı, kimliklerini ürettiklerinden değil, sadece karşı çıktıkları kimseler üzerinden şekillendiren, ihtiraslı ve karizma meraklılarının birer birer düşmeleri yaşanır. İndüke olan/ortaya çıkan karakter tahlillerinden çok şey öğrenebilirsiniz; devasa bir ‘ben’in mal, mülk ve kadronun ötesinde dava putuna ve söze hükmetme histerisine dönüştüğünü, iktidar sahiplerinin ‘bilgi-siyaset’ ikili ilişkisinin bazı şeylere yetmediği gibi ‘bilgi-direniş’ ikilisinin de yetmediği ortaya çıkar.
Bütün indikatör vazifesi gösteren olaylar, Müslüman birey ve gurupların ahlaki kriterlerini; ihtiras, kapris ve ben merkezli yapılarından kaynaklanan kabuklarına çarpıp darmadağın eder. Bu indikatörler, kimini savurup katı bir aidiyet duygusu ile bilerken, daha geniş kitleleri de yılmışlığın, görmemezliğin, duyarsızlığın köreltmesine tabi tutar.
Kapsamlı düşünce yapısına, köklü temeller, tahlillere, makul tavırlara dönüşmeyen eğilimler, özellikle merhametten kopan pozitivist-pragmatist değerlendirme sahipleri, bazen de zorunluluk muş gibi büyük aktörlere eklemlenen şahıs ve kurumlar bu fırtınalı indikatör dönemlerden en çok etkilenenler olur.
Suriye intifadasına kadar kısmen desteklenen, kısmen şüphe ile karşılanan Ortadoğu intifadaları yıllar yılı her coğrafyada mazlumun yanında olan ve onlara her çeşit şer güçlerine karşı alternatifler sunma arayışlarındaki Müslümanlarda bariz bir indikatör olur. Sosyal çalkantıların devletler ilişkilerinin her dönem var olan girift ilişkileri, daha önce hiç bu kadar didiklenmemiş ve bulunan zengin argüman çeşitliliğinde, kendi çizgisine uyanların seçilip kullanıldığı çifte standartlar karmaşası hiçbir dönem bu kadar örseleyici olmamıştı. Mezhebi taassuplardan, elit ya da azınlık ulusalcılığına, totaliter iktidar endeksli acilci hareketlerden, sahip oldukları meşruiyet kalıplarını koruma kaygılılarına kadar her kesim, süreci tuttuğu yerden okur. Öyle ki, iktidar ve mal devşirenlerin, sadece söz ya da dengeler üzerinde mazlumlara yakınlık göstermelerine karşılık, cebi kuru sloganik bedevilerin diktatörlerin ve kronik jakobenlerin mazlumları karalama halayında saf tutuşlarına bakar, bakar-şaşar kalırsınız. Bilginin donuklaştığı, direnişin kendine dönüp inatçılaştığı zamanların başat özelliğini tanırsınız artık. Mazlumların direnişi, algıların direnişi yanında mahkûm edilmiş, görünmez olmuştur.
…
Kaybolma korkusu ve yalnızlaşmanın nasıl bir ‘niht/hiç olma’ ürküntüsü ile sımsıkı sarıldığı mazlumlara sırt dönüşün argüman/kanıt ürettiğini zihinler, heyulalarla en olmadık kesimlerle cephe birliği oluşturma çırpınışlarına şaşarsınız.
Herkes İbrahim olamazdı, İbrahim olacak kadar da toplumla içli-dışlı olunmamıştır henüz. Gerekte fıtri bir eğilimdir, bu ‘yalnız kalma korkusu’. Bu, insani zaaf ya da kaygının, Mazlumların yanında durarak yapılsaydı sorun yoktu. Kullanılma korkusu; direnişin içerisinde ve sürecinde olması sosyal değişimin tabiatıydı. Ama vesvesenin parçalayıcı dişlisi altında, mazlumu zalim, zalimi kahraman haline getiren o sert kabuğu kırmaya çalışan hiçbir İndicatoridae/bal kuşu yetmedi çoğu kişi için.
İdeallerinin ördüğü kozalara sığınan, oyuncağı alınmış çocuk kırılganlığındaki yenilenemeyenler, kozadan çıkamamanın acısı ile topluma çatlakların arasından bakarlar. Marjinalleşmesinin, değerlerine sahip çıkmaktan kaynakladığına inandırır kendisini. Ama toplumun haykırışına değer katamaz, zira bireyselleşmeyi İbrahim’i bir tavır sanır. Eski tüfek sosyalistlerin kadehlerine gömülüp ‘toplum bizi anlamadı ki!’ serzenişlerini hatırladım bir an. Artık onlar için zaman, kadehlerine “Komplomania sentezlerini’ doldurup doldurup içilme vaktidir. Kimileri kendi ‘ego’larını, kimileride ‘yıldızlarını’ büyüten içkiden alırlar yudum yudum. Büyüyen yıldızlar! kutsal ikonlar, ağabeyler, kanaat önderleri, efsanevi kahramanlar, üstatlar, vs. vs. vs.…
Karmaşa,/kaos ve ihtiraslı çekişmelerin ve konsül tartışmalarının kucağına düşmüş ağabeylerle, entellektüellerle dolu bir kazan içerisinde; ‘Adil şahitliğini’ yürüten bir avuç felaha eren küçük bir topluluk olma ile geniş kitlelerin cevap verdiği erdemli bir toplum oluşumu arasında gidip geliyoruz.
Büyük büyük kahramanlarımızı biz ürettik ve şimdi hayallerimizde başka başka yerlere koyduğumuz bu ağabeylerimizin küçücük ceviz kabuklarına sığdıklarını görüyoruz ve bizim gibi ihtirasları, korkuları zaafları olduğunu unutup kaldırıp atıyoruz. Mazlumlara yüz çevirdikleri için mi, yoksa konsüllerinde bize yer açmadıkları için mi? Yoksa hak ediyorlar mı?
Komplomania tutkunlarının sıçrattıkları çamurlar, ne emperyalist pentahorozu/beşli-çetesi Süperlere ne de tarihin çöplüğünün kalıntıları olan diktatörlere yapıştırılmaktadır. Ancak ve ancak kendilerine bir çıkış yolu arayan kitleleri suçlayarak, hezeyanları sahicileştirmeye uğraşsalar da; göl maya tutmayacak, mazlumların parmakları tek yeri gösterecektir. Zira tarih ve toplum böyle çalışmaktadır.
…
Nefsinde olanı düzelten, süreçten öğrenerek, ibret alarak, gelişerek çıkan yapılanmalar ve bunlara cevap verecek, bütün toplumu felaha ulaştıracak süreç olgunluğu yaşanmaktadır.
Allah’ın takdirinin bütün hesap ve çabaların ötesinde olduğu ve bizi gelecekte ne ile sınayacağına bizim karar veremediğimiz süreçte, indikatörlerin yüzünü kara’ya boyadığı, yolda bıraktığı kimseler ile sarp yokuşu aşan terbiye edilmişlerden olmak arasında, bu dünya hayatını yaşıyoruz.
Bir an, bir lahza durduğunuz yere bakın! Büyük resimde değil, büyük resmin sığamayacağı kadar küçük ama bir o kadar da engin, canı yanan mazlumun ah sesinin yanında, o büyük resimdeki putlara çarpacak kadar yakınında durun.
İndikatör de sen ol, ortaya çıkanda…
Muhakkak ki asıl saadet ve mutluluk ahir hayatımızdadır.
YAZIYA YORUM KAT