İnanç ve Özgürlük -I-
Düşünce ve ilim tarihinde insanın özgürlüğü, çeşitli bakımlardan inceleme ve tartışma konusu olmuştur. İnsanın, kendi seçimlerini yapmasını sağlayan gerçek bir irade sahibi olup olmadığı, kelam ilminde hararetle tartışılan, çoğu zaman tarafların birbirini küfürle itham etmelerine yol açan bir mesele olmuştur. Bu mesele, konuyla ilgili ayetler bağlamında tefsirde, rivayetler bağlamında da hadis ilminde konu olmuştur.
İslam ilimlerinde konu, insanın sorumluluğuna temel teşkil eden, bunun için de hayrı da şerri de seçmesine imkân veren bir irade sahibi olup olmadığı; bunun her şeyi hâkimiyet ve tasarrufu altında tutan tek yaratıcı ilkesine zarar verip vermediği açısından ele alınmıştır.
Bu meseledeki ihtilaftan dolayı, Cebriyye ve Kaderiyye mezheplerinin ortaya çıktığı tespit edilir. (Bizce Cebriyye de Kaderiyye de sistematik kelam ekolleri değildir. Ayrıca, İslam inancının her konusunda belli bir görüşe sahip tam bir itikadi mezhep de değildir. Cebriyye ve kaderiye, İslam inancının tek bir konusunda; "kaza-kader ve insan filleri" mevzuundaki belli görüşleri; bu görüşe göre yapılan tasnifi ifade eder. Mürcie de böyle bir tanımlamadır.)
Ancak tartışma Mu'tezile ve ehl-i sünnet arasında şiddetlenir. Her iki ekol de konuyu naklî ve aklî deliller ışığında ele alır. Ancak bu konuyla ilgili olarak bazı önemli hususlara kısaca değinmek yararlı olacaktır.
İlk olarak konuyla ilgili farklı ayetler vardır. Her iki tarafın da kendi görüşüne bu ayetlerden bazılarını delil gösterdiği, diğer bazılarını da te'vil ettiği görülür.
İkinci olarak, "Kaderiyye" olarak gruplandırabileceğimiz ilk kaderîler (Mabed el-Cühenî vd.), Mu'tezile ve Zeydiyye'nin yaptığı şey, bir yandan Allah'ın adaletini ispat etmek diğer yandan da konuyla ilgili ayetleri telfik etmektir. Yani, birbiriyle çelişmeyen anlam çerçevesine yerleştirmektir. Çünkü bu ayetler, nüzul ve sevk sebepleri, iç ve dış bağlamları gözetilmeden alındığında, çelişkili bir anlamlandırma söz konusu olacaktır. İşte "kaderiyye", bu çelişkili anlamlandırmadan kaçınmak istemektedir.
Ehl-i sünnet kelam ekollerinin de yapmak istediği şey budur: Ayetleri anlamlandırırken çelişkiden kaçınmak.
Üçüncü olarak, bu durumda, tarafların birbirini küfürle itham etmesi yersizdir. Her iki taraf da Allah'ın vahyini inkâr etmemektedir, aksine ilahî vahiyde çelişki olmayacağı esasından hareketle ayetlerin bağlamını tespite çalışarak tevil etmekte ve Kur'an'ı çelişkili bir şekilde anlamaktan kaçınmaktadır. (Burada yeri gelmekle birlikte, henüz "ehl-i sünnet mu'tezilesi" kavramını kullanmıyorum.)
Dördüncü olarak, kelamcılar, bu konuyu akıl çerçevesinde tartışırken, Allah'ın adaletini, insanın sorumlu tutulmasının ve ahirete seçimlerinden ve yaptıklarından sorgulanmasının haklılığını temellendirmeye çalışmışlardır. Bugün için çok farklı yönleri ortaya çıkan ve aslında yeni bilgiler ışında daha karmaşık hâle gelen meselede, insan özgürlüğünün garantisi de ilahî imtihan ve adalettir.
Daha açık olarak ifade edersek, insanın gerçekte özgür olduğuna ilişkin yeterli bir bilimsel kanıt yoktur. Bilimsel verilerin yeni soru işaretlerine neden olduğu bu girdapta, insan özgürlüğünün garantisi, Allah ve ilahî imtihan kavramıdır.
Beşinci olarak insan özgürlüğünün, nakil ve ilahî adalet bağlamında tartışılan bu konunun günümüzde, fizik ve tıp gibi bilimlerin gelişimi, çeşitli sosyal bilimlerin teşekkülüyle çok farklı boyutları gündeme gelmiştir.
Dolayısıyla bu konuyu, sadece kelamcıların semantik tahlillerini kullanarak nihaî bir hükme varmak, aceleci bir karardır.
Konunun sosyal bilimlere farklı yönleriyle gündeme geldiği görülür.
Siyaset biliminde konu, birey-toplum, birey-siyasî iktidar çelişkisi bağlamında; yani siyasî ve hukukî veçhesiyle incelenir. İnsan haklarının kavramsal temellerinden biri olarak ele alınır. İnsan haklarının, hak, eşitlik ve özgürlük olmak üzere üç kavramsal temeli vardır.
Konu psikolojide, insan zihninin hangi etkenlerle ve nasıl karar verdiği açısından söz konusu olmaktadır. Sosyoloji, sosyalleşme süreci, toplumsal kalıtım bağlamında özgürlük konusuna değinir. Bireyin, toplumsal etkilerin bir ürünü olup olmadığını sorgular. Ancak burada da bir noktaya dikkat çekmek gerekir.
XVIII. yüzyıldan itibaren, 'bireycilik' düşüncesi gelişmeye başlamış, günümüzde de müsellem hâle gelmiştir. Ancak, bireycilik, tam bir özgürlüğünün ön-şartı olarak görülmekle birlikte, aslında bireyciliğin, bir noktadan sonra bireyi zayıf düşürdüğü, onun özgürlüğünü desteklemediği görülmüştür.
günümüz toplumlarında bireycilik, bireyi, ön-görüldüğü derecede öz-gürleştirmemiştir. Geleneksel değerlerin ve kurumların gerilediği yeni siyaset ve toplum düzeninde birey, farklı bir durumla karşılaşmıştır. Birey, özgürlüklerini, çoğu kez ancak belli kollektiviteler (kurumlar, örgütlenmiş veya örgütlenmemiş topluluklar) aracılığıyla ve onlar içinde yer alarak kullanabilir. Bilim ve fikir adamları da bu toplumsal yapının dışında değildir. O da siyaset alanına ilişkin görüşlerini, bir basın kuruluşu içinde ya da sosyal medyayı kullanan belli bir çevreye mensup olarak kullanabilmektedir. Aktif siyaset için sıkı-örgütlenmiş kolektiviltelere üye olması gerekmektedir. Tüm bu şartla nedeniyle de bilim ve fikir adamları, geçmişte olduğu kadar veya ondan daha fazla mevcut sosyal ve kültürel şartlardan etkilenmektedir. Objektiflik, hangi etkilerin tesiri altında kaldığını bilmemekten ibaret, görünmektedir.
Bireycilik-özgürlük ilişkisine dair bu durum, özgürlük konusunda zannedildiği derece tek-düze bir konu olmadığını da göstermektedir.
Hukukta konu, insan eylemlerinin determinizme tabi olup olmadığı bağlamında incelenir. İnsan iradesinin iç ve dış etkenler önünde otomatik tepki veren bir rüzgargülü gibi olup olmadığı; suçların arkasında bilinçli ve iradî kararların mı yoksa hastalıklı ruh hâlinin mi bulunduğu sorularına cevap aranır.
Modern felsefede de fizikteki nedenselliğin, insanın zihinsel süreçlerinde de geçerli olup olmadığı; kuantum belirsizliğinin, insan özgürlüğüne alan açıp açmadığı, atom altı âlemdeki ihtimaliyetin insanın irade özgürlüğünü gerçekte temellendirip temellendirmediği yeni bir tartışma konusu olmuştur.
Ancak biz, öncelikle, İslam inancı-insan özgürlüğü ilişkisini farklı yönleriyle incelemek istiyoruz ve bunu bir sonraki yazımızda yapacağız.
YAZIYA YORUM KAT