İnanç, ideoloji ve hukuk
Anlaşılan odur ki, ömrümüz tashih yapmakla geçecek. Önce şu genel algı bozukluğunu bir düzeltmek lazım: Demokrasiyi benimsemek, içselleştirmek farklı bir şeydir, ona bir inanç sistemi gibi tapınmak farklı.
Demokrasi, bir inanç manzumesi değildir, seküler bir yönetim biçimidir. Kişi Müslüman, Budist, ateist ve bilumum 'ist' olabilir ama yönetim şekli olarak demokrasiyi benimser, özümser... Gerisi samimiyet ile ilgili bir şeydir.
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'in basına yansıyan "Kim ne derse desin, biz inandığımız şeyleri söylemeye devam edeceğiz." şeklindeki açıklamaları, hem yüksek yargımızın içinde bulunduğu durum hakkında ciddi ipuçları vermekte hem de 'adalet' gibi bir kurumun en tepesindeki bakış açısının ne tür bir 'sakatlık' içinde olduğunu göstermektedir.
Bir yargıç, inancı ne olursa olsun -mesleğiyle ilgili- onu ifade etmez, hele hele aldığı kararlara inancını asla karıştırmaz, karıştırmamalı. Yargıç, kendi düşünce ve inanışlarını kendine saklar. Yaptığı işle ilgili alacağı kararları, söyleyeceği şeyleri kanunlar belirlemiştir. İnancına göre onları yorumlamaz, eğip bükemez.
Bükmemelidir yani...
Zira onu bulunduğu makama inancı, ideolojisi, düşüncesi değil, kendi alanındaki bilgisi, birikimi ve hakkaniyetli duruşu getirir. Getirmelidir en azından.
Bir yüksek yargıç çıkıp, 'Ben böyle inanıyorum kardeşim, işinize gelirse' dedi mi işler karışır, o ülkede adaletten, hakkaniyetten söz etmek mümkün olmaz.
Sayın Gerçeker'i dediğimin dışında tutarak söylüyorum; bir yargıç, inancı gereği Müslüman, ateist, Mecusi, putperest, Budist de olabilir. Bu, kendini ilgilendiren bir şeydir. Kimse onu inançlarından dolayı kınayamadığı gibi, bu düşünce, inanış ve ideolojisi kariyerindeki belirleyici etmenlerden biri de olamaz, olmamalıdır.
Bir yargıcın önüne gelen davada, aldığı kararlarda düşünce ve inanç yapısı yönlendirici olursa o memlekette kaos çıkar.
Şahsen hiçbir yüksek yargıcın, hukuk adamının inancını merak etmiyorum, ideolojisini de. Bunu kendisine saklamalıdır. Ondan beklediğim, yasaların çizdiği sınırlar çerçevesinde aklın ve vicdanın gerektirdiği kararlar almasıdır. Aksi durumda, kendisi gibi düşünmeyeni, kendisi gibi inanmayanı, kendisi gibi yaşamayanı baştan, peşin hükümle mahkûm etmiştir bile!
Bu görüşler doğrultusunda, meselenin özüne inildiğinde pekala sayın yargıcın 'ihsas-ı rey' ifade ettiğini bile söylemek mümkün. Bu ülkede yüksek yargı kararları o makamlarda oturanların inanç ve ideoloji manzumelerine göre hükme bağlanacaksa yandı gülüm keten helva!
Belki abartı olacak ama şimdi Hindu inanışında olan bir yargıç ortaya çıkıp, 'ben inandığımı söyler, yaparım' dedikten sonra bütün kasapları 'katil' diye hapse tıkmaya kalkarsa ne yapacağız? O yargıcın kutsalı ile kanunların koruduğu şey aynı -her zaman olabilir mi? Bir yargıç kendi düşünce ve inanışına ters, zıt ve hatta düşman olan düşünce, inanış ve ideolojilere bile hakkaniyetle, kanunlar çerçevesinde yaklaşmak, buna göre kararlar almak zorundadır.
Yoksa!..
Yoksa böyle oluyor işte, karşımıza yargı diye belli bir düşünce ve ideolojinin kemikleştirdiği, çoğu zaman aldıkları kararla tuhaf durumlara düşen bir mekanizma ortaya çıkıyor. Ve mizahın bile artık yetersiz kaldığı bir tek tiplilik manzarası oluşuyor. İsteniyor ki 72 milyon tane Sabih Kanadoğlu gezinsin ortalıkta.
Ne saçma şey!
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT