İnanç, bayram ve seyran
Başbakan, “Hamdolsun” deyince, hışımla üzerine çullanırlar... Ramazanımızı küçümser, kurbanımıza lâf ederler... Öte yandan; “ibadet” duygusuyla ve “sevap” kaygısıyla kestiğimiz kurbanlarımızın postuna el koymak için, yetmiş iki buçuk cambazlık yaparlar.
Kurban kesmek yerine, kurban parasının hayır kurumlarına (bunun için askeri cenahın yönettiği vakıf ve dernekleri özellikle tavsiye ederler) “bağış” yapılabileceği yolunda “fetva”lar yumurtlayıp, ahkâm keserler!
Birader, dinde hassas mısın?
Değilsin...
Dinin herhangi bir rüknünü hayatının “belirleyici öğe”si olarak seçtin mi?
Seçmedin...
İslâm’ın şartlarıyla imanın şartları ilgini çekiyor mu?
Çekmiyor...
Hayatını “günah”, “sevap” kavramları şekillendiriyor mu?
Şekillendirmiyor.
“İnancım var” diyorsun, ama inancının hiçbir kuralı, hiçbir ölçüsü, hiçbir kıstası ve kriteri yok... Senin “inanç” dediğin şey sana hiçbir şeyi yasaklamıyor...
Senin “inanç” dediğin şey, üzerine hiçbir mükellefiyet (ibadet anlamında) yüklemiyor...
Senin “inanç” dediğin şey son derece soyut, hiçbir yaptırımı (müeyyidesi) olmayan bir “inanç”.
Bu “inanç”, aslında, “iman” etme arzusundan değil, “inkâr” etme zorluğundan kaynaklanıyor.
Bu tür inancın kaynağı, “yok” demekle yok edilemeyen Ebedi ve Ezeli Varlığın hayata-kâinata yansımalarını açıklayamama zorluğudur.
Bir nevi tembellik yani!
Çünkü yokluğu ispat, büyük bir çaba gerektirir...
Bunu Darwin denemiş, hatta “yok”luğa tüm hayatını vakfetmişti, yine de başarılı olamadı.
Oysa “bizimkiler” (müşrik ya da pagan) sözün tam mânâsıyla tembeldirler!
O kadar tembeldirler ki; hiçbir kalıcı eser bırakmadan, her gün sadece birkaç paragraf “köşe yazısı” yazarak hayatlarını ziyan ederler.
Bunlarda araştırma arzusu yoktur!
Olayın köklerine inme azmi yoktur!
Analiz ve sentez kaygısı da yoktur!
Dünyalarındaki her şey son derece sathi, basit, tekdüzedir...
Bu yüzden hayat iki renkten ibaret bir monotonluktur...
Her şey ya siyah, ya da beyazdır!
Ya boş ya da doludur...
Beyinleri her şeyin “boş” (olumsuz) tarafını görmeye de şartlanmıştır.
Batı’yı körü körüne taklidi varlık sebebi sayıp, yaklaşık ikiyüz yıldan beri Batı’nın arkasında düşe-kalka yürüyorlar.
O zihniyete göre; her şeyin en iyisi Batı’dadır!
Medeniyet başta olmak üzere, her türlü sanat, edebiyat, resim, müzik, şiir, roman gibi güzel sanatların ölçüsü Batı sanatlarıdır!
“Eser”in kifayeti (yeterlilik) ne kadar “özgün” ve kendi köklerinden “türemiş” olduğuyla değil, Batılı kriterlere ne kadar uyduğuyla ölçülür.
Batı “mükemmel”in miyarıdır! Bizde ise hiçbir şey mükemmel değildir. Minyatürde “perspektif”, yazıda (hat), ebruda, mozaikte, çeşmibülbülde, kubbede sanat aranmamalıdır...
Çünkü bunlar “Avrupai” değildir!
Dedeleri, babaları eskiden “Ah Evropa Evropa” diye iç geçirirlerdi, bunlar ise o kadarından artık utanmaya başladıklarından mıdır nedir, o iç geçirmelerden daha “bilimsel” ve “sanatsal” duran yeni modellerini keşfettiler...
Avrupalı olmayan her şeye dudak büküyor, “Biz adam olmayız” herzesini “vird” gibi tekrarlıyorlar.
Şu son “global kriz”e bile kendi gerçeklerimizden bakmıyor, daha ziyade “Avrupa’da, Amerika’da ne kadar kriz varsa, bizde de o kadar kriz olmalı” havasında yaklaşıyorlar.
Bu yüzden Sayın Başbakan’ın krize “bizce” yaklaşımını ve bu yaklaşım çerçevesinde “Hamdolsun” demesini yadırgayıp yargılıyorlar.
Kurban Bayramımıza “ibadet” penceresinden bakmak yerine, “kan” ve “can” penceresinden bakmaları yine bu yüzdendir.
Bayanlar, beyler! İsterseniz “Noel”i, isterseniz “Christmas Yortusu”nu, hatta isterseniz “Cadılar Bayramı”nı kutlayın, ne halt ederseniz edin, yeter ki büyük kitlenin inançlarını aşağılamaya kalkışmayın.
Sizden ne “idrak” ne “şuur”; asgari ölçüde bir nezaket bekleniyor.
Anlayacağınız birazcık “insanlık” istiyoruz.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT