1. YAZARLAR

  2. ŞUAYB MEKEÇ

  3. İmtihan ve emanetler bağlamında mülteciler ve seçim
ŞUAYB MEKEÇ

ŞUAYB MEKEÇ

Yazarın Tüm Yazıları >

İmtihan ve emanetler bağlamında mülteciler ve seçim

20 Mayıs 2023 Cumartesi 15:59A+A-

Hayatımız sürekli olarak imtihan niteliğiyle yapıp ettiklerimiz çerçevesinde şekilleniyor; bazen bireysel bazen toplumsal saiklerle amellerimizi icra ediyoruz; hayat rabbimize doğru akıp gidiyor. Arkadan yeni nesiller gelmeye devam ediyor ama hayatın imtihan olmak vasfı hiç değişmiyor. Bu akışta ulvi bir amaç var; ‘’Rabbimize kul olmak ve O’nun rızasını kazanmak’’. Yüce rabbimiz bizlerden ne istedi, neyi buyurdu, bize nasıl hayat veçheleri hazırladı; kolaylıklar ve zorluklar karşısında hangi ahlakı, ilkeleri koydu? Onun bize anlattığı öncü hayatların üzerimizde etkileri ne olmalıdır? 

Bütün mesele ‘’kulluk’’ imtihanını mümince tamamlamaktır: Rasuller, Kitabı Mübin, tevhid, İslami düşünce, iman-amel, hasenat-salihat, kişinin ardında bıraktığı hayırlı-sadakayı cariye eserler tümüyle bu ideal-ön görülen mümin hayatın işaretleridirler.  Dini mübin İslam’ı yeryüzünde yaymak adına ortaya konulan çabalar; sosyal, siyasal ahlaki işte tüm buralarda belirlenmiş sabiteler; Rabbimiz bu yekûnun adını dini mübin İslam olarak koymuştur: Din ve insan mefhumlarının pratik alanlarda olgulara dönüşen tefekkür, iman ve ameller ile oluşan nihai haline imtihan deniyor.

 ‘’İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; keza O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır’’(Ankebut 2,3)

Mekkeli müşrikler başta Bilâl-i Habeşî, Ammar ve Yâsir gibi kimsesizlere her türlü eziyet etmekteydiler; onlar kolay lokmalardı, onlar tıpkı şimdi mülteciler gibi oradan oraya sürülebilir, hükmedilebilirdiler. Onlar tehcir-taktil muamelesine açık zavallılardı.  Bu zihniyet sahipleri mazlumların sahipleri olduklarını düşünüyorlardı. Mümin bir köleye eziyet etmekle İslam’ın yayılma alanını daraltmış, Müslümanları sindirmiş olacaklardı.

Sorumluluklar tek türde değil çeşitli boyut ve mahiyettedirler. Müslüman olmak yalnızca “inandık” denilerek ifa olacak bir yeterlilik değildir. Müminler imanları gereği bazı zorluklarla karşılaştıklarında imtihan olduklarını bilirler; sabreder ve kararlılıkla Allah yolunda mücadelelerini sürdürürler. Günümüz Müslümanları çeşitli coğrafyalarda ağır şartlar altında dün olduğu gibi bu gün de çeşitli sıkıntılar yaşamaktadırlar. Sadece inandım demekle bitmeyen, ancak tüm hayatı kuşatan bir ameller yekûnu ile kulluk ifası gerçekleşmektedir.

Sıkıntılar her zaman yaşanacaktır; dinin sabitelerini terk etmek ve kalabalıklara eklemlenmek çare olamaz. Tersine sünnetullah yasaları gereği mücadelede uzun soluklu bir kararlılık içinde olmak gerekiyor. Önceliklerimiz: Allah için çalışmak, daveti yaymak, muhatapların sayısını artırmak önceliklerdendir. İslam’ın açık hükümlerini, ahlak ilkelerini, bu iklimi; kardeşliği, ümmet bilincini ve dayanışmayı büyütmek önceliklerdendir. Kısa vadeli hesap yapmak, duygusal davranmak, acele etmek hataları çoğaltır, maslahatları azaltır. Küfre, tuğyana; seküler, iffetsiz batıcı bir yaşam biçimine boyun eğmemek, uzlaşmamak, teklifler karşısında Kitabımızdaki ve Sünneti Rasulullah’ın örnekliğindeki ahlakı ve davranışları tercih etmek önceliklerdendir. Maslahatları önemsememek; Müslümanlara zıt duygular besleyen ve dine karşıtlıkta örgütlü olanla işbirliği yapmak İslami kazanımlara ve geleceğimize zarar verecektir.

İnsan hata yapar, gaflete düşebilir; sonra hatasını anlar tevbe eder; istiğfarda bulunur. Rabbimizin yolunda çabalamak affın kapısını açık tutar, rahmetten ve nimetten bizleri ayırmaz. Takva ve ihsan içinde olmak basiret ve ferasetten ayrılmamak; Müslümanlarla aynı yöneliş içinde olmak rahmetin muhafazasıdır. İslam’ın veciz-mümtaz bilgisinden ve salih hayatlardan ayrı düşmemek nimetin muhafazasıdır.

İlkesiz ve tutarsız davrananların siyaseti üzerine: Uhud Savaşı’nda Müslümanlar yenilgiye uğrayınca içlerinden bazıları; ‘’Übey b Selul’e gidelim, o müşriklerin başı Ebû Süfyân’dan bizim için eman dilesin” dediler. Böyle söylemelerine karşılık bu tavrı kınayan şu ayetlerin inzal olduğu rivayet olunmuştur: ‘’Nice nebiler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah eri çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı yılmadılar ve zaafa düşmediler (zalimlere boyun eğmediler). Allah, sabredenleri sever’’(Ali İmran 146) ayetinde zikrolunan ahlak ve takva duruşunun hikmeti ve ilkesel sabitelere dair uyarılar o Müslümanların toparlanmasına sebep oldu.  Rasulullah’tan aldıkları emri zaafa düştüklerinden dolayı yerine getiremedikleri için cezalandırıldıklarını düşündüler ve “Rabbimiz! Günahlarımızdan ve işimizdeki aşırılıklardan ötürü bizi bağışla, din üzere ayaklarımızı sabit kıl, kâfir topluluğa karşı bize yardım et!” Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini ve âhiret nimetinin de güzelini verdi. Allah işini güzel yapanları sever’’ (Ali İmran 147,148) diyerek istiğfarda bulundular ve dua ettiler. Kâfirlere karşı yüce Allah’tan sabır ve zafer dilediler. Hatalarını anlayıp tevbe ettiklerinde yüce rabbimiz onların bu samimi dileklerini kabul buyurdu ve onlara dünya mükâfatı olarak zafer ve ganimet nasip ederken, âhiret sevabının da en güzelini verdiğini vaad etti. Bu engin uyarı, ilkeye ve ahlaki bir sabiteye dönüştü: ‘’Ey iman edenler! Şayet kâfirlere itaat ederseniz sizi topuklarınız üzerine gerisin geriye çevirirler, hüsrana uğramış bir şekilde dönersiniz. (Âli İmran 149)

Sabretmek ‘rahmani’ bir lütuftur: Zorluklara, musibete, ağır imtihanlara ve tuzaklara karşı sabır. Tabi ki bu pasiflik-atalet hali değil; basiretten, ahlaktan, hikmetten ve salih tavırlardan ayrılmamak halidir. Akıp geçen zaman karşısında temkin, tevekkül ve sabır tavrı içinde ‘emri ilahinin hakkını vermek’, dinin mucibince davranmak hali bir sabırdır. Rasulullah (sav) şöyle demiştir: "Allah, Müslüman’ın vücuduna batan bir dikene varıncaya kadar meşakkat, hastalık, endişe, keder, acı ve kaygı gibi musibetler karşısında direnmeyi-sabrı, onun günahlarına kefaret kılar" (Buhârî, Müslim)

Kulluk imtihanı nimetlere karşı şükür, sıkıntı ve zorluklara karşı sabırla kazanılır. Şükür ve sabrı kuşanarak bu imtihanı kazanan müminin hali gıpta edilecek bir haldir. “Andolsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mal, can ve ürün eksikliği ile imtihan ederiz. Sabredenlere müjdele.” (Bakara, 155) Şüphesiz ki siz mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan edileceksiniz.” (Âl-i İmran, 186)

Rasulullah (sav) sabrın sonunu ‘’hayırlı bir güzellik’’ olarak beyan buyurmuştur: “Müminin durumu ne kadar da hoştur. Zira onun her hali kendisi için bir hayır sebebidir. Bu durum sadece mümine hastır. Nimete kavuşsa şükreder, bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelse sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim)

İmtihanı en ağır olanlar Rasuller (as) idi. En ağır görev; toplumları tepeden tırnağa ıslah etmek kolay bir iş değildi. Kimisi öldürülen, kimisi göçe zorlanan, kimisi olmadık hakaretlere maruz kalan Rasullerin (as)  hayatı ortadadır. Musab b. Said, babasından naklediyor: “Dedim ki; ‘Ya Rasulallah! İmtihanı en ağır olanlar kimlerdir?’ Rasulullah: ‘Rasuller, sonra kademe kademe onlardan sonra gelenlerdir. Kişi imanının-takvasının derecesine göre imtihan ortaya koyar. Sağlam müminse imtihanı ağır, gevşek ise imtihanı hafif (zaaf içinde) olur” (Tirmizi). Ömer (ra)’ın şu sözü meşhurdur. “Darlıkla imtihan edildik sabrettik, bollukla; imkânlarla imtihan edildik sabredemedik (zayıflık gösterdik)” (R. İsfahani, Müfredat). Halife Ömer(ra), İran’dan gelen ganimetleri görünce; işte şimdi yenildik, diyerek, bolluğun kulluğu nasıl zaafa uğrattığına işaret etmişti.

Sabrın sonu selamettir: ‘’Hatırlayın o zamanı ki, size azabın en kötüsünü reva gören; oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı hayâ edilecek işler için sağ bırakan Firavun hanedanından sizi kurtarmıştık. Bunda da Rabbinizden size büyük bir imtihan vardı’’ (Bakara 49).

Nasihat; tespit ettiğimiz doğruları, hakça hatırlatmaları sürekli yerinde bir şekilde yapmak en öne çıkan tavrımız olmalıdır. Bu gün Müslümanlar olarak içinde yaşadığımız toplumda inançsızlık, İslam düşmanlığı ve İslam’ı yok sayan sekülerlik, fahşa, Irkçı temelli, fakiri düşkünü gözetmeyen bir siyaset karşısında; toplumsal yaşama ve algılara karşı insan olmayı, vicdanlı erdemli davranmayı telkin eden ve çelişkileri ortaya koyan hatırlatmalar kaç kez de olsa yapılmalıdır... Her zaman ve bilhassa ırkçılığın siyaset adına propaganda edildiği bir toplumda insani, rahmani ve ibadi nitelikte bu hatırlatmalar ahlak vicdan çağrılarımız olmalıdır.

Bir imtihan konusu; ‘seçim süreci’ kritiği: Erdoğan karşıtlığının tüm zaafları ortaya çıkardığı bir seçim sürecini yaşıyoruz. Bu iktidar Müslümanlara ve tüm topluma saygılı, Dini Mübin’in hizmet alanlarına hürmetkâr ve Müslüman ümmetin dertlerine hayırlı tepki veren bir hassasiyet içinde davranıyor. Bu davranış şekli Bşk. Erdoğan’ın şahsında İslami hassasiyetleri ve ümmetin maslahatlarını gözeten bir tavır olma önemine sahiptir. Erdoğan’ın karşısındaki taraf ise bir dönem Müslümanlara zulmetmiş; mahkemelerde Müslümanları şapka kanununa karşı gelmek ve İslami kimlikleri yüzünden idam etmiş bir partinin bu günkü versiyonunun temsilcileridir. Peki, bu partinin değiştiği, İslam’a-Müslüman camiaya hürmetkâr olacağı, başörtüsü, kamuda istihdam, dini eğitim ve özgürlükler konusunda bu partiye güvenmek, değiştiğini öne sürmek tam bir aymazlıktır. Kaldı ki birinci tur seçimlerden sonra bu parti lideri ve partililerin tavırlarının Müslüman halka karşı ve mülteciler konusunda ne kadar ahlakı ve vicdanı zorlayan bir boyuta dönüverdiğine tanık olmaktayız.  
Oy derdi; milletvekili çıkarmak için bu hakikatı görmeyen bu cephede saf tutmanın makul bir izahı olamaz, bu tarzda bir siyasete asla hayırlar dilenmez; çünkü yaptıkları işler hikmetsiz ve basiretsiz işlerdir.

İslam dünyası ümmetin hayrına bir iklimin sürmesi için dua ediyor: İslam dünyasından temenniler ve dualar yükseliyor, bunları görmemek bir Müslümanın tavrı olamaz: Filistin İslami Hareketi lideri Raid Salah, Mescid-i Aksa’dan Türkiye halkına sesleniyor: "Bismillahirrahmanirrahim. Mübarek Mescid-i Aksa'dan Türkiye'deki kardeşlerimi en kalbi duygularımla selamlıyorum. Kardeşlerim; seçimlerde Ak parti ve müttefiklerinin büyük oranla kazanmasına çok sevindik. Türkiye'nin özgür ve onurlu duruşunun korunması için seçimlerin ikinci turunda da Erdoğan'a destek vermenizi temenni ediyoruz. Hala damarlarında Osmanlı'nın, Selçukluların Eyyubilerin, Bediüzzaman Said Nursi'lerin, Mahmud Efendi'lerin, Necmeddin Erbakan'ların kanı dolaşan kardeşlerim! Siz geçmişten beri bize hep umut oldunuz. Şimdi de umudumuzsunuz. Daha bir kaç sene önce Katar'a göz dikenlerin karşısında dimdik duran, Libya'da çıkan fitneye dur diyen, Suriye Irak Yemen gibi birçok Arap ülkesinden gelen mültecilere destek veren, Rohingyalılara, Uygurlara yardım eli uzatan birine nasıl destek istemeyelim..."

İlk tur seçimlerde sonucu belirleyen oran yakalanamadı şimdi ikinci tura geçildi; fakat süre kısa süre önceye kadar Müslümanlara karşı müşfik davranan CHP, seküler laik Kemalist liderini seçtiremeyince nasıl bir dezenformasyona ve aldatma silahına başvurmaya başladı. Acaba bu davranışları kendileriyle ittifak yapan dindarlar nasıl izah etmektedirler? Chp sayesinde milletvekili çıkarmış olmaları ilke ve ahlak adına önceki iddialarını da boşa çıkarmış olacaktır. Tam bir zillet hali!

Sol Kemalist siyasetin karakteri hiç değişmedi; medya manipülasyonu ve dezenformasyon kaynaklı bilgiler (üzerinde çalışılmış bilgiler) her zaman devrededir. Yalanlar, iftiralar.. “Aslında Kılıçdaroğlu kazandı, Erdoğan oyları çaldı!” ‘’Mülteciler 13 milyon’’ ‘’Devlet mültecilere maaş veriyor’’..

Bu tür manipülasyonlar özellikle ve sadece muhalif siyasetçilerle sınırlı kalmıyor, gençler arasında salgın bir hastalık gibi yayılıyor. Toplumda popüler etki gücünü yakalamış dizi oyuncuları, şaklabanlık yapan şovmenler ve kadınlı erkekli moda ve kültür modeli sözde sanatçılar ve bazı gazeteciler bu konuda her zaman seferberler.

Yalan söyleyen ama bunu doğruymuş gibi gerekçelendiren muhalif kendi görüşünden o kadar emindir. O,  yanlıdır, tahammülsüzdür. Tek amacı vardır; siyasi çıkar ve konumuyla meşruluğunu ispatlamak. Bu kişiler çoğunlukla yüksek öğrenimlidir. İşte bu durum Şehid Seyyid Kutub’un “kabileci/Arap cahiliyesi”nden “modern cahiliye”ye geçiş; değişen bir şey yok!’’ diye nitelediği bir asabiye halidir. “Kendim için isterim ama senin için engellerim” cümleleriyle özetleyebileceğimiz pragmatist, sadist, menfaatçi bir ruhun bakışıdır.

Mülteciler korku ve endişe içinde seçimleri izlemekteler: Bu ülkede seçim sonuçlarını endişe içinde izleyen garipler, mazlumlar ve mülteciler var. Ve bir de ne halleri varsa görsünler diyen ırkçı siyasetçiler var. Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu için söylemini dezenformasyona ve bilhassa muhacirler karşıtı ırkçı bir kampanyaya yoğunlaştırırken Erdoğan, muhacirleri gözeten, garipleri ürkütmeyen insani-vicdani siyasetini sürdürüyor.

Mültecilerle ilgili bütün anketler toplumun onlara karşı olduğunu gösteriyordu. Herkes bunun oyların rengini ciddi biçimde etkileyeceğini düşünüyordu. Bu konunun siyasi bir getirisi de görünmüyordu.

Kılıçdaroğlu, Suriyeli sığınmacıların hangi şartlarda buraya geldiklerini çok iyi biliyor. Devletin onlara 40 milyar dolar harcamadığını veya diledikleri üniversitede bedava okumadıklarını biliyor. Ama kasten tersini söylüyor, onları nefretin odağı haline getirip mültecileri aşağılıyor ve seçim malzemesi olarak nesneleştiriyor. DEVA ve Gelecek partilerinin bu konuda değer-vicdan hatırlatmaları olabilirdi belki. Saadet partisi zaten başından bu yana Suriye konusunda Esedçi bir tavır izlemişti, onun bu konuda merhameti de bir iddiası da olmazdı. Deva ve gelecek partilerinin CHP’den farklı olarak iktidarı ilkesel temelde eleştirmek gibi iddiaları vardı. O masada “biz değer ve ahlaktan bağımsız siyaset yapmayız, ırkçılık ve ayrımcılıkların karşısındayız” demeleri gerekirdi ama... demediler ve diyemeyecekler. Sonunda hak hakikat ve duyarlılık sahibi kişiler nezdinde ‘kaybeden’ oldular.

Erdoğan ne yaptı? Bütün veriler sığınmacıların aleyhine iken ve seçime de iki gün kalmışken dahi oy kaybını göze alarak adaletten yana net bir duruş sergiledi. “Biz bize sığınmış, hemen tamamı Müslüman olan sığınmacı kardeşlerimizi terk edemeyiz onları geri gönderemeyiz bu zulüm olur; önce insanız sonra Müslüman. Birileri bunu anlamayabilir ama biz bunun idraki içindeyiz. O kardeşlerimiz evlerine, topraklarına inşallah oradaki durumlar hal yoluna girdiği zaman zaten kendileri de gidecektir. Ama biz kovamayız, onları bombaların altına gönderemeyiz” dedi. Bundan 100 yıl önce bu topraklara iltica eden; Balkanlardan, Kafkaslar-Rusya’dan gelen Türkmenler, Kürtler, Ahıskalılar, Çeçenler, Gürcüler, Dağıstanlılar bu halkların İslam potasında kaynaşması-kucaklaşmasında yaşandığı gibi Araplara da bu vicdan-merhamet ve sorumluluk duygusuyla yaklaştı. Bu sebeple de, Rabbimizin izni ve inayetiyle; kimsenin almadığı sorumluluğu üstlendi ve karşılığında bu Müslüman halk bu erdemli-şefkatli tavrı bağrına bastı ve yükü yükleneni destekledi. Nefrete; ayrımcılığa oynamak kazandırmadı hamdolsun.

Hayatta yaşanan vakıalar çeşit çeşit; her konuda her zaman hesap kitap yapmazsınız, yapmamalısınız; öncelikler bir anda hesapların önüne geçiverir. Bu bir sınavdır; belki de sadece kaybetmeyi göze alanların geçebilecekleri ve hiçbirimizin azade olmadığı bir sınavdır.

Bizler mazluma fakire mülteciye ayrımcılığa ırkçılığa uğrayan mazlum ürkek zavallılara, yetimlere sahip çıkan âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir Rasulün (sav) ümmetiyiz. Hesaplarımızı gelecek tasavvurlarımızı buna göre planlarız.

Sarp yokuşu tırmanmak: ‘’Şiddetli bir açlık gününde yakındaki bir yetimi yahut yerde sürünen bir garibi (bulup) doyurmaktır’’ (Beled 16). Mekke cahiliyesinde en ağır insanî sorunların başında kölelik, yoksulluk ve merhametsizlik geliyordu. Çare ise bu sarp yokuşu tırmanmakla olacaktı ki bu da cahiliye (modern ırkçılık ayrımcılık gibi mahiyetlerle) ile mücadele ile mümkün olacaktı. Köleleri özgürlüklerine kavuşturmak, yetimi ve yoksulu doyurmak; şimdi ulusal asabiye cahiliyelerini aşarak; mülteciye, yoksullara, saptırılmış zavallılara şefkat elini uzatmakla İslam’ın vaad ettiği saadetin inşası tecelli edecekti.

Mülteciler, yetimler ve yoksullar Rabbimizin üzerimizdeki emanetidirler;  ‘’Biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz’’ (Bakara 83), ‘’Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. ‘Hayır’ olarak ne yaparsanız, Allah onu hakkıyla bilir.” (Bakara 215). ‘’Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler’’ (İnsan 8).

 “Müslümanlar içinde en hayırlı ev; içinde yetime iyi davranılan evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de yetime kötü davranılan evdir.” (İbn-i Mâce, Edeb, 6), Allah Rasûlü (sav) buyurdu: "Sofralarında yetim bulunduran kimselerin sofrasına şeytan asla yaklaşamaz." (Ebû Musa, Taberani), “Kim mesuliyeti altındaki kız veya erkek yetim çocuğuna iyi davranırsa; o ve ben cennette (şöylece) beraber bulunacağız.” (Buhârî, Edeb, 24), Sahabei Kiram birbirlerine  “Bugün Allah için bir yetim başı okşadınız mı? Bir hasta ziyaretine gittiniz mi? Bir cenazede bulundunuz mu?” diye sorarlardı." (Müslim)

Ey hak adalet, ahlak konusunda imanı gereği hassasiyet sahibi olan kardeşim! Bu ırkçı, mülteci düşmanı; günü birlik plan yapan ve dünyevi planların dışında bir değer skalası bulunmayan siyasetçilere karşı mücadele edecek bir dil inşa etmek ve onları desteklememek tavrı ibadi ve ahlaki açıdan bağlayıcıdır. Tanık olduğumuz en pragmatist ve ideolojik siyasetçi  saçmalıklarına vurdumduymaz davranamayız.

İffetsizliği, hayâsızlığı özgürlük gibi pazarlayan yaklaşım sahiplerinin siyasetleri de; ahlak, değerler ve insaniyet iddiaları da yerin dibine batsın! Kadın haklarıyla erkek hakları gibi ayrımlarla saçma sapan tezleri meşrulaştırmaya kalkmak, meseleleri şirazeden çıkartmak tutarsızlıktır, ahlaksızlıktır, fıtratı ters yüz etmektir. Kendi partisiyle ittifak yapanı en düzgün, muhalifini itham eden bir dille ve geçmişiyle yargılamak ayıptır ve saçmalıktır.

“Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve gerçekten ‘Ben Müslümanlardanım.’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” hükmünün bizi davet ettiği vasatın her zaman sabiteler ışığında ilkesel bir duruşa;  kemal-i teslimiyet ve açık bir bilinçle daimen ve salimen nöbet sorumluluğuna; dikkate, temenniye, teenniye ve tevekküle ihtiyacı olduğunu unutmayalım. Rabbimiz geleceğimizi ümmeti İslam olarak güzel hayırlı bereketli kılsın inşaallah.

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum