İmtihan Edilmeden Mükâfat Beklemek
“İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır; sonra ona katımızdan bir nimet verdiğimizde, ‘Bunu ancak bir bilgi sayesinde elde ettim’ der. Aksine o nimet bir imtihandır ama çokları bunu bilmez.” Zümer 49
Zor zamanlardan geçiyoruz. Yaşadıklarımızı atlatırsak sanırım gelecek nesillere anlatacak bolca ibretlik hikâyelerimiz olacak. Kimileri için bu tablo bir film ya da rüya gibi gelebilir. Gün gelir rüya görmüş gibi unutabilirler de! Ama bizler için “Kur’an yeniden inzal oluyormuşcasına” tarihe tanıklık ettiğimiz bir gerçeklik ve imanlarımızı tazeleme fırsatıdır.
Tanık olduğumuz her olayda Rabbimizin müdahalesini görebilmek ve Kur’an’ın haber verdiği geçmiş kavimlerin kıssalarını hatırlamak mümkün. İlahiyatçı değilim, teoloji tartışmalarına girmeyeceğim. Ama ben Müslümanlardanım ve Kur’an’ın kıyamet gününe kadar hidayet rehberim olacağına iman edenlerdenim. Bu yüzden son zamanlarda yaşadıklarımız, kitabın sahibine imanımızı arttırmıyorsa eğer, dönüp kalbimizi yoklayalım derim.
Avrupa seküler bir toplum. Tabi ki sekülerliği bizdeki din düşmanlarının anladığı gibi dini hayattan kovmak anlamına gelmiyor. Bunu insanoğlunun başına gelen şu son musibetle daha iyi anladık.
Önce İtalya Başbakanı Conte bir açıklama yaptı ve “işimiz gökyüzüne kaldı” cümlesi ile sözlerini bitirdi. Ardından Almanya ve İspanya’da bugüne kadar dış hoparlörlerden okutulmasına izin verilmeyen ezan yüksek sesle okutulmaya başlandı. Bunların içerisinde belki de en dikkat çekeni yine İtalya’da bir grup Müslümanın sokakta kıldığı namaza Hristiyan İtalyanlar’ın secde ederek eşlik etmesiydi.
Son olarak 27 Mart 2020 günü Trump’ın da katıldığı, Amerikan Senato toplantısı, Kur’an tilaveti ile açıldı. Sosyal medyada bunlarla alakalı onlarca yoruma denk gelebilirsiniz. Sanırım bunlar içinde en çok rağbet göreni “virüs Batı’yı imana getirdi” olsa gerek.
Oysa “O, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır. (…) gemilerle denize açıldığınızda (…) şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca dini Allah’a has kılarak ‘Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız’ diye Allah’a yalvarırlar.” Fakat onları kurtarınca, bir de bakarsın ki yeryüzünde haksız yere taşkınlık yapıyorlar. Ey İnsanlar! Sizin taşkınlığınız, sırf kendi aleyhinizedir. Sadece dünya hayatının yararını elde edersiniz. Sonunda dönüşünüz bizedir…” Yunus 22/23
Hz.Yunus, kavminin duyarsızlığından kaçıp fırtına ile imtihana tabi tutulunca, gemidekilerin yaratıcıya dua ettiklerinden bahsedilir. İçlerinden biri; “Yunus’u da çağırın o da İlahına dua etsin, belki onun tanrısı duyar!” dediği rivayet edilir. Kıssanın sonu malum Hz. Yunus’u balığın karnında, gemidekileri ise fırtınayı dindirerek Allah kurtarır. Ama insan unutacak ve Allah’ı hayatından tekrar çıkaracaktır.
Tabi ki ayetlerdeki “taşkınlık yapanlar” Müslümanlarla birlikte secde eden sıradan vatandaşlar değil. Dünyayı azgınlıkları, doymak bilmeyen oburlukları ve kan emici vahşilikleri ile yaşanmaz bir hale getiren modern Nemrutlar ve Firavunlardır. Siz ABD’nin salgın musibeti geçtikten sonra, dinledikleri Kur’an’a iman edenleri katletmeye, kaldıkları yerden devam etmeyeceklerine inanıyor musunuz?
Bununla birlikte; “Onların hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta duran, secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okuyan bir topluluk da vardır. Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.” Ali İmran 113/114 ayetlerindeki kimseleri ayrı tutmak gerekiyor sanırım. Bir avuç bile olsalar bu kimselerin mültecilere dönük iyiliklerini de hatırlamakta fayda var.
Çoğunlukla insanlara yaklaşımımız bizlerden ve onlardan tasnifine tabidir. “Bizler” dediğimiz zaman kimlerdir bu bizler, genelde sorgulamayız. Örneğin; “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak etme Allah’ım” (Araf 155) ayetindeki “içimizdeki beyinsizler” bizlerden midir?
Daha somut bir örnekle netleştirirsek; “Dinde böyle bir şey var mı? Yatsı ezanından sonra sela okumak ve minareden/hoparlörle dua etmek nereden çıktı? Beni arayan bazı vatandaşlar ‘bize ölümü hatırlatıyor, iyi gelmiyor, yapmasınlar’ dedi. DİB her konuda bir şey yapmak zorunda mı? DİB icat çıkarma!” diyen bir milletvekili bizden midir? Ölümü hatırlayınca korkan bu bazı vatandaşlar peki?
Enteresan değil mi? Onlardan en azılıları bile kendi inançları olmamasına rağmen İslam’dan bir umut beklerken, bizlerden bazıları duadan, seladan rahatsız oluyor. Hatta dua yapılırken gürültü çıkararak bastırmaya çalışıyorlar! Bunlar “içimizdeki beyinsizler” değil de nedir?
Bir zamanlar Müslümanların söylemlerine itibar ettiği bu kimseler, nasıl olurda bu kadar basiretsiz olabilir? Bu kimseler hakkında bu kadar yanılmış olabilir miyiz? Ya da bu kimseleri; “İman edenlerle karşılaştıkları zaman, ‘İnandık’ derler. Fakat dostlarıyla yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz.” Bakara 14 ayeti tarif edebilir mi? Cevabı size bırakıyorum.
Bizler böyle kriz zamanlarda İslam ahlakını kuşanmak ve “(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennet'e gireceğinizi mi sandınız? Onlara yoksulluk ve sıkıntı öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki nihâyet peygamber ve beraberindeki müminler, 'Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?' demişlerdi. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır.” (Bakara, 2/214) vaadini hatırlayarak umutlu olmak zorundayız.
Yoksa imtihanı kaybedenlerden oluruz, Allah muhafaza… Sağlıkla kalınız ve Allah’a emanet olunuz…
YAZIYA YORUM KAT