İmralı’nın perde arkası tarihi
Tarih bazen yiten, kaybolandır.
Bazen de asla geri dönüp silemeyeceğimiz, yok edemeyeceğimiz bir gerçekliktir.
Cengiz Kapmaz’ın Öcalan’ın İmralı serüvenini anlattığı kitabını okurken, aklıma bunlar geliyor.
Bir türlü bitiremediğimiz bir savaşın, üstüne sisler çökmüş bir adada, İmralı’dan nasıl körüklendiğini anlatıyor kitap.
Dünkü Taraf’ta bazı yetkili askerlerin, “dikkate alınmak” için devlet politikasını öğrenmek isteyen Öcalan’a verdikleri yanıtları anlattım.
Unutulması, tarihten silinmesi imkânsız yanıtlar bunlar.
Savaşı tırmandırın; düşük yoğunluklu savaşı orta düzeyde bir savaşa çevirin; devlet sizi o zaman dikkate alır...
Sayfaları çevirdikçe bu yaklaşımın sistemli olduğunu öğreniyoruz.
Asker, daha en başından, Öcalan’ın İmralı’ya getirildiği andan itibaren, aslında savaşa tümden son verecek adımların atılmasını istemiyor.
Tabii sadece istememekle de kalmıyor...
Kritik müdahaleler ile Öcalan’ı bundan vazgeçiriyor.
Zaman zaman köstek koyuyor.
Kürt sorununun “perde arkası tarihi”nin anlatıldığı kitapta, işte bu ayrıntılara sıkça rastlıyoruz.
Silahlı güçlerini sınır dışına çeken, militanlarını dağdan indirmek için talimat veren Öcalan’a en kritik müdahale Genelkurmay’dan geliyor.
5 Eylül 1999’da Kandil’de dönemin PKK Başkanlık Konseyi’ne mektup gönderen Öcalan, sınır dışına çekilme kararını daha ileri bir noktaya taşıdı. İki grubun gelip Türkiye’ye teslim olmasını istedi. Örgüt, bundan iki gün sonra, Öcalan’a bağlı olduklarını ve belirledikleri grupları Türkiye’ye göndereceklerini açıkladı.
Ancak, ortada bir sorun vardı...
Öcalan, örgütü dağdan inişe ikna etmişti ama gelecek grupları teslim alacak devlet ortada yoktu.
Kırsalda operasyonlar tüm hızıyla sürüyor, Türkiye topraklarını terk etmeye çalışan PKK’lılara, asker sınır hattında attığı pusularla geçit vermiyordu...
Öcalan, “barış grupları”nın Türkiye’ye geleceğini açıklayacağı gün “bir askerî görevli”, Öcalan’ın kapısını çalıyor. Öcalan’a dönüşün şartlarını sıralıyor.
Şartlar, dönemin koşullarına göre makul: “Gelen gruplar basından habersiz gelsin. Türkiye’de tanınmış şahsiyetler çalışmaya ilave edilmesin. Sivil toplum örgütlerinin katılımı sınırlı kalsın. Dönüş siyasi şova dönüştürülmesin.”
Askerin işi ağırdan aldığını gören Öcalan, çareyi 27 Eylül 1999’da Genelkurmay’a çağrı yapmakta buluyor: “20 gündür bir grup gelecek diyoruz. Gidip alsınlar. Devlet helikopterlerle bir sürü masraf yaparak bombalar yağdırıyor. Neden bir helikopter hazırlayıp gelecek grubu aldırmıyor?”
Gelecek grubun teslim alınması için girişimlerini sürdüren Öcalan’ın avukatlarından İrfan Dündar’a da bütün kapılar kapatılıyor.
Asıl sürpriz ise eve dönen sekiz kişilik grubun teslim olmasından tam bir gün önce Genelkurmay’dan geliyor. Genelkurmay, 29 Eylül 1999 tarihli açıklamasında, eve dönüşleri sert bir dille eleştiriyor: “Türk Silahlı Kuvvetleri, bu mücadeleyi son terörist etkisiz hale getirilene kadar sürdürmeye kararlıdır. Teröristler için tek çıkış yolu teslim olmak ve Pişmanlık Yasası’ndan yararlanmak için yüce Türk adaletine sığınmaktır. Bugüne kadar 2402 terörist teslim olmuş, terörist başı dâhil 8895 terörist de sağ olarak ele geçirilmiştir...”
Bu açıklamanın faturası ağır oldu. Bir gün sonra Hakkâri’nin Şemdinli ilçesi Gelişim köyü üzerinden Türkiye’ye giriş yapan grup tutuklanarak cezaevine gönderildi. 2. Grup ise Cumhuriyet’in 76. Yıldönümü olan 29 Ekim’e denk getirilmişti. O grubun da akıbeti, birincisinden farklı olmadı. Her iki grup da kısa bir yargılanmanın ertesinde ağır hapis cezalarına çarptırıldı.
Olan barışa oldu; tarihi bir fırsat kaçtı.
Ta ki ikinci bir eve dönüşe kadar.
İkinci barış fırsatı, yine Öcalan’ın talimatıyla 2009’da Kandil ve Mahmur’dan 34 kişilik bir grubun Türkiye’ye giriş yapmasıyla ortaya çıktı.
Aynı kitaptan, Öcalan’ın İmralı Günleri’nden öğreniyoruz ki Kandil ve Mahmur’dan eve dönüşlerin arkasında devlet var. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “iyi şeyler olacak” açıklaması devletin İmralı’da Öcalan ile yaptığı görüşmelere dayanıyor. Mahmur ve Kandil’den ayrı ayrı grupların gelmesini devlet Öcalan’dan istemiş.
Hatırlayalım; Abdullah Gül, 2009’un mart ayında bir yurtdışı gezisinde “Kürt sorununda iyi şeyler olacak” açıklamasıyla demokratik açılımın startını verdi. 13 Mayıs 2009’da İmralı “Demokratik çözüm için yol haritası hazırlayacağını” duyurdu.
Başbakan Erdoğan’ın DTP ile görüşmesi ile İçişleri Bakanı Beşir Atalay başlattığı demokratik açılım çalışmaları Türkiye’de yeni bir barış iklimi doğurdu.
Ancak Öcalan, 3 Haziran 2009 tarihli görüşmede, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “Silahları bırakıp teslim olsunlar” açıklamasına tepki gösterdi. Ardından dünkü Taraf’ta yer alan, askerin kendisine söylediği “savaşı tırmandırırsanız devlet sizi dikkate alır” sözlerini hatırlattı... Öcalan, hazırladığı yol haritasıyla kamuoyunda tepki çekti. Demokratik açılımın krize girdiği günlerde devlet çok önemli bir hamle yaptı; devlet adına bir heyet Öcalan’ın kapısını çaldı. Habur’un perde arkası, bu görüşmelerde belirlendi. Heyet Öcalan’dan 1999’da olduğu gibi birkaç PKK’lı grubun Türkiye’ye gelip teslim olması için çağrı yapmasını istedi. Öcalan önce karşı çıktı. Habur’un perde arkasına ışık tutacak o görüşmeler, Cengiz Kapmaz’ın kitabında şöyle yer aldı: “Heyet Öcalan’a barış gruplarının gelmesinin negatif olan havayı pozitife çevireceğini, sürecin önünü açacağını, kamuoyunda olumlu sonuçlar doğuracağını, örgütün kendisine bağlı olup olmayacağını göreceklerini belirterek, grupların gelmesinde ısrarcı davrandı. Bunun üzerine Öcalan, ‘peki’ diyerek, bu öneriye fırsat tanıma kararı aldı. Bu görüşmeden sonra Öcalan Kandil ve Avrupa’dan ayrı ayrı barış gruplarının gelmesi için talimat verdi.”
İkinci eve dönüş hadisesinin de Habur’da nasıl “yol kazası”na uğradığını hatırlıyoruz.
Tarih, Türkiye’ye üçüncü kez böyle bir şansı verir mi; o da bilinmez. Şimdilik toplumdaki barış iradesinin sonunda galip geleceğine dair iyimserliğimizi sürdürmekten başka şansımız yok.
[email protected]
TARAF
YAZIYA YORUM KAT