İmamoğlu'nun Suriye analizi(!): "Esed %90 oy alıyordu, PKK/PYD sınırlarını aşırı büyütüyor"
İnşaatçı bir aileden geldiği, müteahhitlik kaygısının her şeyin önüne geçtiği bir belediye başkanından Suriye’nin siyasi-toplumsal arkaplanı üzerine doğru düzgün bir tanım ve analiz beklemek Türkiye şartlarında epeyce iyimser bir beklenti olur belki.
Kerem Sözer - Haksöz Haber
Aklı başında hiç kimse İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Suriye meselesine dair beyanlarında mezhepçi bir fanatizm aramaya kalkmayacağı gibi Rusya ve İran’a müzahir bir nüfuz alanı oluşturma gayreti de aramayacaktır. Çünkü diğer meselelerde olduğu gibi İmamoğlu Suriye meselesine dair cümle kurduğunda da son derece sığ, basit ve günü kurtarmaya matuf cümleler kurabiliyor ancak.
“Fırsatçı ve Cahil”
Köşesiz, muğlak, sürecin travmalarına işaret etmekten özenle kaçınarak güya kucaklayıcı bir mesaj verme kaygısı Başkan İmamoğlu’nun beyanlarının merkezini oluşturuyor elbette. Bu beyanlarda çeşmenin başını tutmaya endeksli oportünizm kadar tarihsel arka plandan, süreç ve aktörlerden tümüyle habersiz dahası ilgisiz bir belediye başkanı olarak ülkenin müstakbel cumhurbaşkanı edasıyla “dış politikada muhakkak Atatürk çizgisini hakim kılma” vaadini tekrarlayarak kitlelerin yüreğine su serpmeye girişiyor.
Sözü uzatmadan İBB Başkanı İmamoğlu’nun Halk TV’de Suriye’deki son gelişmeler üzerine yaptığı konuşmadan üç hususa değinelim. En şedid yöntem ve araçları kullanarak halkın İslami kimliğini ezmeye, etnik kimlik ve dilini inkâra girişerek güya modern-çağdaş bir cumhuriyet kurmuş Atatürk güya Sadabat Paktını kurarak Türkiye’yi anahtar ülke pozisyonuna yükseltmiş. Fakat ne hikmetse 27 yıl boyunca Tek Adam ve Tek Parti zulmüyle Türkiye toplumunun bırakın başka milletlere örnek ve öncü olmayı bizzat kendisinin “mazlum millet” pozisyonuna düşürüldüğü meselesine hiç değinilmemekte. Çünkü İngiltere’nin iteklemesiyle çatısı çatılan Sadabat Paktı’nın büyülü-cazibeli bir söylem olduğu sanılarak ülkede siyaset ve yargının despotik tutumu, halkın fakirlik ve yoksunlukla boğuştuğu meselesini örttüğü, unutturduğu sanılmaktadır hala.
“Kemalizm ve Baas’ın Seçim Müsameresi”
Fakat Ekrem İmamoğlu’nun konuşmasındaki asıl mesele kendisini “Esad da yüzde 90 oy alıyordu, bugün yok” cümlesinde gösteriyor. İnşaatçı bir aileden geldiği, müteahhitlik kaygısının her şeyin önüne geçtiği bir belediye başkanından Suriye’nin siyasi-toplumsal arkaplanı üzerine doğru düzgün bir tanım ve analiz beklemek Türkiye şartlarında epeyce iyimser bir beklenti olur belki.
Fakat yine de soralım: İBB Başkanı İmamoğlu acaba Beşşar Esed’in babası Hafız Esed’den iktidarı devralan bir hanedanın temsilci olduğunu bilemiyor olabilir mi?
Suriye’deki rejimin azınlık Nusayri mezhebine dayalı bir askeri cunta olduğunu ve ülkeyi 61 yıldır demir yumrukla yönettiğini hiç öğrenmemiş olabilir mi?
Ya da İmamoğlu Suriye’deki Sovyetik rejimin göstermelik bir Meclis’le halkı baskı altında tutmak üzere Rusya ve İran ordularına yaslanarak ayakta durduğuna dair bir yaşanmışlığı hiç idrak edememiş olabilir mi?
“Metropol Yönetip Dünyadan Habersiz Olmak!”
“Esad % 90 oy alıyordu” hükmü en basit en ucuz propaganda memurları tarafından bir meşruiyet karine olarak ileri sürülemezken İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı sıfatını haiz ve bütün hesaplarını cumhurbaşkanı olmak üzere kuran bir siyasetçi neden böylesi çirkin bir müsamereden meşruiyet devşirmeye çalışır ki?
Tuhaf, son derece acayip bir örneklendirme girişimi. Üstelik Beşşar Esed’in arkasında milyona yakın ölü, on milyonu aşkın mülteci ve harabeye çevrilmiş şehirler bırakarak tası-tarağı toplayıp Moskova’ya kaçtığı günün ertesinde yapılıyor bu konuşma. Üstelik işkence merkezine çevrilmiş onlarca cezaevinden on binlerce tutuklunun hürriyetine kavuşturulduğu bir vasatta tek kelime ile olsun Esed/Baas rejimin yıkım ve katliamlarına dair bir cümlelik olsun somut atıf yapmadan.
“Sevgi ve Demokrasi Pıtırcığı Diplomasisi”
Sevgi ve demokrasi pıtırcığı olarak imaj oluşturmaya girişen İmamoğlu profili bütün dünyanın canlı yayınlarda dehşetle izlediği Esed rejimi rezaletleri hakkında dilini yutmuş, vicdanını kaybetmiş ki minderin etrafında dolanıp duruyor. Katile katil diyemeyen, işkence merkezlerini görmezden gelen bir kişi zaten nasıl cesaret edebilir Rusya ve İran destekli bir Esed’in büyük cürümlerini ifşa edip lanetlemeye. Sünni Müslümanlara karşı işlenen utanç verici suçlardan bir dayanak ummak, kendilerine alan açılacağı üzerine ümitler beslemek bu ülkede çok sık rastlanan bir tutum olduğu için maalesef şaşıramıyoruz bile.
Son olarak 13 senedir “Emeviyye Camii’nde Cuma namazı kılma” özlemini karikatürize eden, bu özlemi berheva etmek için bütün ırkçı-faşist provokasyonlara girişmekten imtina eden Ata/Türkçü-Kemalist kadroların korkusu yine tavan yaptığını görüyoruz. Mücahidlerin İdlib’teki kuşatmayı yararak Halep-Hama-Humus hattından geçerek Şam’ı yeniden özgürleştirmeleri karşısında bir türlü kin ve nefretlerini bastıramayan Ata/Türkçü-Kemalist örgüt ve kadrolar yine aynı plağı çalmaya başladılar.
“Bize Asla Camiden, Secdeden Bahsetmeyin”
Gerek Arap Nasyonel Sosyalizmine dayanan Baas rejimine gerekse Kürt Nasyonel Sosyalizmine yaslanan PKK/PYD’ye “laiklik ve İslam düşmanlığı” ortak paydasından hareketle ileri düzeyde sempati ve destek veren Ata/Türkçü-Kemalist cephenin zafere yürüyen Suriye’deki Mücahidlerin yükselttiği Allah-u Ekber sadalarından ve girdikleri her yerde şükür secdesine gitmelerinden ciddi rahatsızlıklar duyduğu görülüyor. Bu kin ve nefret dolu rahatsızlığın son örneği Türkiye Gazetesi’nin “Emevi Camii’nde şükür secdesi” manşeti oldu. Halk TV’de gazete manşetlerini güya kritik eden İBB Başkanı İmamoğlu içinde sahip olduğu ruh halini “Suriye’de Nusayriler, Aleviler ve Hristiyanlar var. Türkiye meseleyi sadece Sünni ve mezhepsel bir cephe üzerinden okumamalı” cümleleriyle itiraf etti.
Oysa azınlık unsuru olarak Nusayri-Alevi ve Hristiyanlar bir gerçekse de %80 civarındaki Sünni Araplar, Türkler ve Kürtler de Suriye’nin en önemli gerçeğidir. Şu veya bu mezhep var diye Müslümanlar camiye girmeyecek, secde etmeyecek mi? Saçmalığa dahası şu edepsizliğe ve şu agresif ruh haline bakar mısınız? Kimyasal silahlarla, varil bombalarıyla, işkencelerle yüz binlerce insan çocuk-kadın-erkek ayrım yapılmaksızın katledilirken ağzını aç(a)mayan ucuz-basit siyasi figürler tekbir sesi duyunca, secde özlemi görünce bütün zincirlerinden boşalıp tam tekmil saldırıya geçiyor. Cami-mescid, secde, cihad gibi bazı semboller ve kavramları görünce “dolunay görünce kurt adama dönüşen” acayip bir karakter sorunu dikilmiş karşımıza.
İmamoğlu’nun son derece steril bir başka cümlesi de şu: “sınırlarını aşırı büyüten PKK-PYD, bir yandan diğerleri...” Bu PKK/PYD sınırlarını aşırı büyütürken Amerika’nın nasıl ve hangi oranda desteğini aldığı bir muamma sanki. Amerikan ordusunun Sünni Arap bölgelerini ağır bombardımanlarla temizleyip PKK/PYD’ye “kılçıksız balık” gibi teslim ettiğini İmamoğlu’nun hiç zikretmemesi epeyce tuhaf kaçıyor. Benzer bir şekilde Baas/Esed Rejimin tutunamayıp çekildiği her bölgeyi bir “sade bir askeri devir-teslim töreniyle” PKK/PYD’ye devretmesi de sanki stratejik düzeyi yüksek askeri başarılara dayalı gibi lanse ediliyor.
Önce ağzınızı düzgün bir biçimde açıp Baas Cuntası’nın despotizmi üzerine, Esed Hanedanı’nın kan susamış barbarlığı üzerine, Rusya ve İran ordularının Suriye’de giriştiği sistematik yıkımlar üzerine normal bir insan gibi iki üç cümle kurmayı becerin sonra fırsat kalırsa laiklik bağlamında Alevilik-Nusayrilik güzellemesi yapmaya devam edersiniz.
HABERE YORUM KAT