İmam hatipler halkın zaferidir
Türkiye’de açılan ilk imam hatiplerden olan Konya İmam Hatip Okulu’ndan mezun olan Karaman, “Bu milletin, bir öz kültürü var. Bir de Batılılaşma var. İmam hatipler bu mücadelenin bir ürünüdür ve bu halkın zaferidir” ifadelerini kullanıyor.
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, atmış yılı aşkın ilim yolculuğunda verdiği emek ve çaba ile 2022 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri, İlim-Kültür Ödülü’nün sahibi oldu. 60 yıllık ilim hayatı, üç çocuk, yedi torun ve dört torun çocuğu ile mutlu bir hayat süren Karaman’dan hayta bir Anadolu çocuğundan ilim adamına dönüşme hikâyesini dinledik.
Hayrettin Karaman, henüz yeni kurulan devletin ve Cumhuriyet’in ilanından 11 yıl sonra 1934’te Çorum’da dünyaya gelmiş. Ailenin hem anne hem de baba tarafı muhacir. Osmanlı’nın hakimiyetini kaybetmesinin ardından Anadolu’ya sığınan Müslümanların kendilerine yeni yurtlar edinmeye başladığı yıllar. Anne tarafı meşhur, 93 muhacirlerinden. 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’nden sonra Ahıska’dan muhacir olup gelmiş ve Çoruma yerleşmişler. Baba tarafı ise Erzurum muhaciri, 1915 civarında Ermeni zulmünden kaçarak onlar da Çorum’a yerleşmiş. Babası Nurettin Karaman, askerliğini burada yapmış ardından Karaman’ın annesi ile evlenerek kayınpederinin evine yerleşmiş. Karaman da annesinin doğduğu bu evde doğmuş. Oturdukları mahalle yarı yarıya Alevi ve Sünnilerden oluşan bir mahalleymiş. Karaman, bu mahallede büyümüş olmayı şöyle anlatıyor: “Böyle bir mahallede büyümüş olmanın sonradan benim yönelişimde, düşüncemde, hadiseleri karşılayışımda, yorumumda ve hatta kişiliğimin oluşumunda etkisi olmuş mudur? Olmamıştır dersem, tabiata karşı konuşuyorum demektir. Ben farkında olayım veya olmayayım muhakkak olmuştur. Bunun amillerinden bir tanesi bugün hâlâ sevdiğim hâlâ konuştuğum gittiğim zaman buluştuğum Alevi arkadaşlarımın olmasıdır. Bu mümkündür, yani o Aleviyse Alevilik kendine ait, ben Sünniyim Sünniliğim kendime ait ama bunun dışında biz bir mahallenin çocuklarıyız. Aynı dili konuşuyoruz, birçok ortak noktalarımız var. Hepimiz buralıyız, oyunda oynaşta beraber olduk.”
HAYTA BİR ANADOLU ÇOCUĞU
Karaman çocukluğunu “Hayta bir Anadolu çocuğuydum” diyerek anlatıyor. Demircilik yapan babası yanında “el adamı” çalıştırmaktan yorulunca ilkokulu bitiren oğlu yanında çırak olsun istemiş. Ancak Karaman inatla okuyacağını söylemiş. Fakat büyük bir istekle başladığı ortaokulu henüz bir yılı dolmadan bırakmak istemiş. Okulu bırakmasına sebep olan olayı Karaman şöyle anlatıyor: “Onuruna düşkün bir gençtim. Bir gün matematik dersinde hoca verdiğim cevaba 10 üzerinden 7 vermesi gerekirken ‘Eğer çalışsaydın 10 alabilirdin, bu yüzden sana 0 veriyorum’ diyerek hem beni dersten bıraktı hem de iki elimi açtırarak bir metrelik cetvelle iki elime birer sopa vurdu. Sonra malum sınıf da kızlı erkekli, karma. Çok ağrıma gitti. O anda hem matematik dersinden hem de okuldan soğudum.”
Yıl sonu bitene kadar bekleyen Karaman, yıl sonunda ilk firarını gerçekleştirmiş. Hevesle gittiği okula artık gitmek istemediğini ailesine söylemek ağır gelince bir gece evden kaçıp Kırıkkale’ye bir akrabasının yanına gitmiş. Pek acemice olan bu firar, tabii ki aile tarafından hemen fark edilmiş. Ertesi gün kendi adına aldığı biletle akrabasının yanına gittiğini anlayan babası gelip onu almış. Okumak istemiyorsa yanında demirciliğe başlayabileceğini söylemiş. Oysa Karaman eli yüzü karalara boyalı, is pas içerisinde çalışmak istemiyormuş. Aklına terzilik gelmiş. Herhangi bir zanaatı öğrenmesine sıcak bakan babası onu alıp iyi bir terzinin yanına çırak olarak vermiş. Karaman orada pantolon ve yelek dikebilecek kadar dikiş dikmeyi öğrenmiş ve bir sene kadar çalışmış. Ancak alkolik bir kalfanın musallat olmasıyla bu düzen de bozulmuş. Kalfa Karaman’ın yaşadığı mahalleyi bildiğinden orada kendi küplerinde içki yapan komşularından ona içki getirmesini istemiş. Karaman böyle bir şeyin mümkün olmayacağını söylese de adam ısrara devam etmiş. Önce bir münakaşa ardından yumruk, kalfanın rahat vermeyeceğini anlayan Karaman terzinin yanından ayrılmış.
ANKARA’YA FİRAR
Babasının hep istediği gibi demirci dükkanında çalışmaya başlamış. Babası bu işten memnun olsa da Karaman mutlu değilmiş. Kafasında farklı planlar varmış. O zamanlar kabul yaşı 20 olan askerlik, gönüllü olarak 18 yaşında da yapılabiliyormuş. Gönüllü jandarma olarak asker olmayı kafasına koymuş. Önce 16 olan yaşını mahkeme kararı ile büyüterek 18 yapmış. Ardından askere çağrılmasına da altı ay kala süreyi geçirmek için ikinci firarını gerçekleştirmiş. Bu kez geçmiş seneden tecrübeli olarak “Orhan” ismine bir bilet kestirip soluğu Ankara’da almış. Tahta bavuluyla geldiği Ankara’da bir otele yerleşmiş. Biraz iş aramış ama 18 yaşından küçükler işe kabul edilmiyormuş. O da işportacılık yapabileceğini düşünmüş. Otel odasına dönüp, tahta bavulun kapağını sökerek kendine seyyar tezgah yapmış ve Ulus-Anafartalar arası jilet, çakmak, çakmak taşı, tarak gibi ürünler satmış. Üç aylık ticaret serüveninin sonu ise Ankara’da bir tanıdığa rastlamasıyla son bulmuş. Onu çok aradıklarını, annesinin meraktan hastalandığını duyunca dayanamayıp Çorum’a geri dönmüş. Döndüğüne memnun olan ailesi Karaman’a pek karışmamış. O da askere gitmesine birkaç hafta kala gönlünce gezip tozmuş. Arkadaşlarıyla sık sık akşamları dışarı çıkar, sinemaya gidermiş. 13 yaşından 17 yaşına kadar haytalıkla geçen bu üç buçuk yıllık maceralı hayat bir fısıltı ile sona ermiş. Birgün “Ebe” dediği anneannesi yanında fısıltı ile Kur’an okurken içinde karşı konulmaz bir Kur’an okuma isteği duymuş. Anneannesinden kendisine öğretmesini istemiş. Kadıncağız, torununa inanamamış gözlerinden yaşlar dökülmüş. Bildiğini öğretmiş ama “Benim tecvidimde yanlışlar olabilir, sen daha iyisini öğrenmek için Kur’an kursuna git” demiş. Karaman bir haftada anneannesinden okumayı öğrenip kendine bir Kur’an kursu bulmuş. Bütün haytalıkları, dünyevi zevkleri bir kenara bırakmış ve Kur’an okuma aşkının peşinden gitmiş.
KUR’AN YOLCULUĞU
Kur’an kursundaki hocası, yalnızca hafız değil, aynı zamanda Arapça bilen bir alimmiş. Hocanın öğrencileri ise dağdan inip tövbe etmiş bir eşkıya misali Karaman’dan çekinirmiş. Bu nedenle onun dersini hoca kendi dinlermiş. Dersini gösterirken ara sıra ona Kur’an’dan tercümeler yaparmış. Bu tercümeler asıl Karaman’ın gönlünü fethetmiş. “O zamana kadar ben sadece Kur’an’ı okumaya meraklıydım. O, beni cezbetmişti. O andan itibaren bir başka alemin kapısı açıldı. Ya biz içinde bal olan kavanozun dışını yalamakla meşgulmüşüz diyorum şimdi. Meğer onun içini açabilsek asıl sır oradaymış, tat oradaymış” diyor Karaman.Hocasından duyduğuyla yetinememeye başlayınca kendisi Kur’an’ın manasına vakıf olmak, okuduğunda anlamak istemiş. Ancak hocası bu işin kolay olmadığını, ayrıca kendisi memur olduğu için bunu öğretemeyeceğini söylemiş. Karaman’ın vazgeçmediğini görünce onu Ahıska’dan göçen bir başka hocaya yönlendirmiş. Hoca Server Efendi, 1937 yılında idama mahkum edilip asılacağını öğrenince Ahıska’dan kaçıp, Türkiye’ye sığınmış. Burada medrese hocalığı le geçinilmediği için de ufak bir dükkan açıp bakkallık yapmış. Karaman, Server Efendi’nin elini öpüp talebesi olmuş. Server Efendi’nin o devirde biri beş senede Sarfı öğrenemeyen 65 yaşında, biri verem hastalığına yakalanmış hasta, bir cami imamı bir de müezzin dört öğrencisi varmış. Onlar Sarfı geçip İzhar okuduğundan Karaman’a daha sonra gelmesini söylemiş. Ancak talebe istekli çıkınca onu geri çevirmeyip kendisi gibi bakkallık yapan Molla Yahya Efendi’ye göndermiş. Molla Yahya Efendi, bu konuda kabiliyetli olduğunu söylemiş, yüreklendirmiş. Birlikte üç ay Sarf çalışmışlar. Karaman derslerini verip de Kafiye’ye geçtiğinde imam hatip okullarının açıldığı müjdesini duymuş.
Karaman imam hatibe girişini ise şöyle anlatıyor: “Benim imam hatibine girmem de çok uzun ve maceralı oldu. Çünkü ben maalesef bir cahillik edip aileme sormadan askere gitmek için yaşımı büyütmüştüm. İmam hatipler 1951’de açıldı. Ben aslında 17 yaşındayım ama nüfusta 18’i geçtiğimden beni almıyorlarlar. Ben de kendi kendimi evraklarımın tarihlerini asıl tarihlere göre düzelttim. O zaman yedi yerde imam hatip vardı. Her birine mektup yazdım gelen ilk cevap Konya’ydı. Kalkıp dönemin bitmesine bir ay kala okula başladım.”
HEM ÖĞRENCİ HEM HOCA
Aynı zamanda Konya’ya gider gitmez Çorum’da nerede kaldıysa, bir hoca bulup medrese eğitimine devam etmiş. Karaman aldığı eğitimden memnun okula devam ederken evraklardaki değişiklik ortaya çıkmış. Böylece onu okuldan göndermişler. Ertesi sene için yeniden kimliklerini değiştirip, dışarıdan ilkokul sınavlarına girip yeniden imam hatibe yazılmış. Bunca badirenin ardından 1959 yılında mezun olmuş.
İmam hatip öğrenciliği boyunca değerli kitaplar bulup okumaya devam etmiş. Arapça gramer derslerini dışarıda medreseden tamamladığı için lisede bildiği dersler de arka sıralara geçip sessizce kendi okuyacağı, çalışacağı kitaplarla ilgilenirmiş. Hocaların birçoğu onu tanıdığı için bu eyleme ses çıkarmazlarmış. Zaman zaman kendi sınıf arkadaşlarını da okuttuğu olurmuş. Karaman öğrencilik yıllarından başlayan hocalığını şu sözlerle anlatıyor: “Okulda benden bir iki yaş büyük olan arkadaşlarım vardı. Onlar da bana ‘ağabey’ diyorlardı. Tabii bunu birkaç sebebi vardır. İlki ben şehir çocuğuydum. Onların bir kısmı ise köy çocuğuydu. Ben biraz daha dünyevi bakımdan diyeyim bilgili görgülü biri idim. Kılık kıyafet, konuşma temsil işte vs. bakımından. İkincisi ben onlara ders okutuyordum, en önemli kısmı bu. Yani arkadaşınız bile olsa size ders okutuyorsa ona hoca nazarıyla bakmaya başlarsınız. Bir yandan okul derslerini takip ettim, bir yandan da kendi okuduğumu arkadaşlarıma okuttum. Benim hocalığım imam hatip ikinci sınıftan itibaren başlamıştır. Hakikaten o günden bugüne öğrenci okutuyorum.”
NECMETTİN ERBAKAN İLE
Karaman’ın Necmettin Erbakan ile İran'da çekildiği fotoğrafı görünce kendisine “Bir misyonunuz, davanız var. Neden siyasete atılmadınız?” sorusunu kendisine yöneltiyorum. Karaman fotoğrafın hikâyesi ile birlikte şu cevabı veriyor: “Merhum Erbakan Hoca, bir uçak kiralamıştı. 150 kadar partili partisiz, ticaret, siyaset ve ilim adamlarını davet ederek Türk Cumhuriyetlerine seyahat tertiplemişti. Ben de davetliler arasında idim. Benim misyonum ve davamı mevcut sistemin siyaset platformunda temsil etmem de yürütmem de mümkün değildir. Ben sahih İslam’ı fert ve toplum olarak hayatımızda korumayı ve yaymayı amaç edinmişimdir. Laik devletin siyasetinde bu mümkün olmaz. Siyasetten beklentim çalışmalarımıza mani olmaması ve olabildiğince imkân vermesidir. Amacı biz, özel program, plan, hedef ve stratejilerle uygun vadede gerçekleştirme durumdayız.”
İMAM HATİPLER HALKIN ZAFERİDİR
“Bizim imam hatip okulu oturmuş kurulu bir düzenin aracı değildi” diyor Karaman. O devrin şartları altında din ve devlet ilişkisinin farklı algılandığını anlatıyor. Çocuklarına dini bilgiler öğreten muhafazakar ailelerin, bu bilgileri başka yerde paylaşmamalarının tembihlendiği yıllar. Muhafazakar ailelerin çocuklarının ikilem içerisinde olduğu yıllar. Karaman, imam hatip okullarının işte bu ikilemi temsil ettiğini söylüyor ve ekliyor:“Bu milletin bir geçmişi var, bir öz kültürü var. Bir de dayatılan yenileşme, Batılılaşma var. İmam hatipler bu gerilimin bu mücadelenin bir ürünüdür ve bu halkın zaferidir. Biz de bu okulun ilk temsilcileriyiz ve bunun farkındayız. Bu anlattığım gerilimin de farkındayız, bu okulun ne olduğunun da farkındayız. Bazen açığa çıkan, bazen saman altında yürüyen bir mücadele var. O mücadelenin içinde bulduk kendimizi. Bizim yaşıtımız olup da başka okullara gidenlerle bile aramızda bir rekabet vardı. Örneğin bir kız öğretmen okulu vardı. Biz okuldan başımızda okulu temsil eden imam hatip şapkasıyla çıkardık. Bu şapkanın şeridi beyaz sarığı temsilen beyaz olurdu. Okulun disiplini yüksek olduğundan uzun saça izin verilmez, saçlar makine ile tıraş edilmiş olurdu. Biz okuldan çıkıp da öğretmen okulu önünden geçerken yüksek duvar arkasından kızlar, “Kabak imam” diye bağırır görmeyelim diye o duvarın arkasına çökerlerdi.”
BURASI BİR MİSYON OKULUDUR
İmam hatibi bitirdikten sonra, Yüksek İslam Enstitüsü’ne girince kendine, “Yüksek İslam’da bu işin bir meslek, zenaat, bir ekmek teknesi olmadığını baştan beri düşünüyorduk ya. Peki, bu değilde nedir sorusunun cevabını aradık. Peki, burası bir ekmek teknesi değilse nedir? O zaman dedik ki ‘Burası bir misyonun okuludur’. Peki, bizim misyonumuz nedir?” sorusunu sormuş Karaman. Bu sorunun cevabını da şöyle vermiş: “Misyonumuz bizim ahalisi Müslüman olan bu ülkede öncelikle, bu ülkenin Müslüman halkına dinini doğru olarak anlatmak. Dinini doğru olarak bilmesini ve yaşamasını sağlamak üzere hizmet etmek. İzleri silinmek istenen öz kültürümüzün ve bunun mayasını teşkil eden dinimizin, bu ülkede yok olmasını zayıflamasını engellemek. Sonrasında aynı davayı paylaşan başka islam ülkelerindeki insanlarla halklarla işbirliği yapmak. Onlarla kopan irtibatları, hilafetin ilgasından sonra kopan tesbihin tanelerini bir şekilde bir araya getirmek. Bunun içinde oranın alimleri ile aynı davayı benimsemis insanlarla ilişki kurmak. Misyonu böyle koyduk. Yüksek İslam’da böyle bir misyonumuzun olduğu düşüncesine vardık.”
İNANMAYAN İMANA DIŞTAN BAKAR
“Bir İslam aliminin her şeyden önce sağlam bir imanı, güzel bir ahlakı ve salih bir ameli olmalıdır” diyor Karaman ve altını çiziyor: “Bunları ilimden önce söylüyorum. İslam ilmi bunlarsız oluşmaz. Bana göre müsteşrikler İslam alimi değildirler. Çünkü inanmazlar. İnanmayan, imana dıştan bakar. ibadet etmeyen namazın sadece şeklini anlatır. Onların psikolojisini, ruh halini hiçbir zaman yaşamamıştır. Bir İslam cemiyeti içerisinde onlardan biri olarak onların bir ferdi olarak yaşamamış insan, Müslüman topluluk ve bu topluluğun ortak ruhu hakkında hiçbir zaman malumat sahibi olamaz. Peygambere inanmayan bir insan siret kitabı okuyarak peygamberimizi anlayamaz. Ben iman, ibadet ve ahlakı önceliyorum. Ondan sonra eğer alimlikten söz ediyorsak yeterince ilmi olmalı. Sıradan bir Müslüman’dan bahsediyorsak yine bir bilgiye ihtiyaç vardır. Siz eğer imam hatip olmak istiyorsanız, camide namaz kıldıracaksanız orada yeterlilik için gerekli ilmin gramı artar. Belki o zaman on gram yetmez de on beş-yirmi gram daha fazla bir ilme ihtiyaciniz var. Eğer siz müslümanlara yol tayin etmek yol göstermek, onların bu çağda ve bu toplum içinde ve bu düzende farklı rejimlerde ve düzenlerde problemlerine çözüm getirmek istiyorsanız bu sefer gramlar yetmez. Herhalde kilolara falan geçmek icab eder.”
YÜKSEK İSLAM ARKADAŞLIĞI
Karaman, Konya İmam Hatip’ten mezun olduktan sonra tek seçenek olarak yeni açılan İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne kayıt yaptırmış. 1959’da açılan okul, İstanbul İmam Hatip’in üst katından ibaretmiş. Karaman da okulun ilk mezunlarından biri olarak 1963’te mezun olmuş. Mezuniyetin ardından önce hadis alanında ilerlemeyi düşünmüş. Ancak ilk asistanlık imtihanında hadis alanı açılmamış. Daha sonra nasıl ilerlemek istediklerine arkadaşlarıyla beraber karar vermelerini ise şöyle anlatıyor: “Yüksek İslam’da biz beş-altı arkadaştık, o bahsettiğim ortak çalışmayı, o misyon çalışmasını yapıyorduk: Bekir Topaloğlu, Yaşar Kandemir, Tayyar Altıkulaç vardı. Daha sonraki yıllarda Ankara’daki arkadaşlarla da iş birliği yaptık. İşte o misyon çalışmalarını yürütürken arkadaşlarla o misyon peşimizi hiç bırakmadı. Biz de onun peşini bırakmadık. Sonraki yıllarımızda da ne yapacağımıza misyonumuz açısından istişare ederek karar verdik. Birincisi İstanbul’da kalmamız gerekir dedik kaldık. İki, yüksek ilim yapmamız lazım dedik, buradan mezun olmak yetmez burada hoca olmamız lazım dedik. Yani bir yandan Türkiye’de din eğitimi ve öğretiminde söz sahibi olmalıyız, diğer yandan da bu istihdam alanında söz sahibi olmalıyız. İşte böyle hedeflerimiz olduğu için arkadaşlarımızla oturduk aramızda branşları paylaştık.”
MÜSLÜMANLARIN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNİ SAVUNMAK İÇİN YAZIYORUM
Hayrettin Karaman, kurulduğu ilk günden beri Yeni Şafak Gazetesi’nde yazılar yazmaya ve köşe yazarlığı yapmaya devam ediyor. Bu köşe yazarlığını da kendisine görev bildiği misyonuyla devam ettirdiğini anlatıyor: “Türkiye’de Müslümanların hak ve özgürlüklerini özgürlük alanlarını genişletmeyi –şu hal ve şart içinde- kendime misyon olarak seçtim. Zaten köşe yazısını da bunun için bırakmıyorum. Siyasetle de bu açıdan, kendi davam açısından ilgileniyorum. Müslümanların bu ülkedeki hak ve özgürlüklerini daraltmak isteyenlere karşı, tam aksine onları engellemek ve genişletmek. Bunun için çaba gösteriyorum. Bunun kurumları olmalıdır bu kurumlarla olur sivil toplum çalışmalarıyla olur o kurumlarla meşgul oluyorum bazı vakıflarla yönetici, danışman, hizmete yönelik faaliyetlere katılmak olarak meşgul oluyorum. Çok önem verdiğim bir başka husus da adam yetiştirmektir, adam yetiştiren vakıflarla meşgul oluyorum. Bu vakıflarda hem kuruluşunda bulunuyorum, hem mütevellisinde bulunuyorum hem sohbetinde derslerinde bulunuyorum. Her gün çok sayıda soruya cevap veriyorum. Fıkıh problemleriyle meşgul oluyor ve çözüm arıyorum.”
HABERE YORUM KAT