1. YAZARLAR

  2. Markar Esayan

  3. Imagine, there is no Erdoğan*
Markar Esayan

Markar Esayan

Yazarın Tüm Yazıları >

Imagine, there is no Erdoğan*

09 Ekim 2013 Çarşamba 13:34A+A-

Politik bilincim geliştiği dönemlerde, bir duygu beni ülkedeki her türlü ideolojik oluşumdan uzak tutmuştu. Nedeni basitti; çünkü kimseye güvenemiyorduk. Solcuların daha çağdaş, daha özgürlükçü ve daha adil oldukları kabulüne nedense yakındık ama, ben işlerin oralarda hiç de iyi gitmediğini anlamıştım. Kemalist kodları fark ediyordum. Tüm çözümleri, gerçekleşmeyeceğini pek ala hissettikleri 'devrimden' sonraya erteliyorlar, şiddeti ise yöntem olarak merkeze koyuyorlardı. Melankoli, devrimci söylem, öfke ve protest müzikten oluşan bu ergen halinden hiç hoşlanmadım. Kısaca bağımsız takıldım.

Bu anlamda, rol model almak için sol kolektivizm ve totalitarizm ile hesaplaşmış görünen, kendi mahallelerinin hışmını çekmiş büyüklerimiz daha kayda değerdi. Kemalizmle yolları ayıran, dünyaya ve dindarlara açılmayı savunan, şiddetle mesafelenmiş bu bir avuç insan, gerçekten değerliydi. Yıldıray Oğur'un 'No Country For Old Liberals' yazısında tasvir ettiği üzere, özetle bu durum CHP ile boşanmak demekti. Hala en temel ve en değerli özellikleri beyaz Türk ve laik olmalarıydı, ama artık Kemalist ve CHP'li değillerdi. Bunun ezber bozuculuğu çok görkemli olduğu için demokratlıkları peşinen tekamüle ermiş kabul ediliyordu. Genel olarak onlara 'liberal' dendi. Oğur'un dediği gibi, CHP'li olmamak, darbelere ve askere karşı çıkmak liberal olarak anılmalarına yetiyordu. Üzerlerine çektikleri öfke oranında güçleri artıyordu. Konsantre bir söz gücüne sahiptiler.

3 Kasım 2002'de seçimleri kazanan ama iktidar olmak için önünde çetin bir yol olan AK Parti ile zımni bir ittifak kurdular. Yine üzerlerine büyük hışım çektiler. Özal'dan sonra, daha koyu tonda dindarlığa sahip bir başka lidere, Erdoğan'a 'sahip çıkıyorlardı.' Beyaz medyanın operasyonel girişimlerini, beyaz Türk siyaset mühendisleri ile aynı sosyolojik kodlara sahip oldukları için etkili biçimde çökerttiler. Avrupa Birliği sürecini destekleyen isimler olarak AK Parti'nin meşruiyetini sağlayan önemli bir özgül ağırlık ürettiler.

Ancak, Erdoğan ile kurdukları zımni ittifakın zemininin demokratikleşme ve özgürleşme olduğu varsayımı, olgudan çok bir mükemmelliği ima ediyordu. Oysa 12 Eylül referandumundan sonra 'yaşam biçimleri' üzerinden savaş açtıkları Erdoğan'dan daha az eski Türkiye'ye ait, ataerkil ve otoriter değillerdi. Demokratlık kriterleri tek bir yaşam tarzını ideal kabul ettiklerini açık eden John Lennon'dan 'İmagine'ı' dinlemiş olmak kadar ilerlemişti.

Zımni ittifak, Erdoğan gerçekten iktidar olduğu zaman bozuldu. Ben bu bozulmanın 'One Minute' ile de ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü One Minute, Erdoğan'ın artan gücü kadar, onun aslında 'kim' olduğunu da hatırlatmış oldu. O 'ehlileşmeyecek' bir Müslümandı. Proje çökmüştü. Alarm zilleri çalmaya başladı.

Bir canavar yaratan Dr. Frankenstein gibi hissettiler kendilerini. Hatalarını düzeltmeleri gerekiyordu.

Bu ittifakın Erdoğan'ın 'yoldan çıkması' nedeniyle bozulduğu iddiası gösterişli bir argüman, ama gerçek neden değildi. Asıl sorun, söz konusu 'liberallerin' Erdoğan ile kurdukları ilişkinin içeriğinin değişmesiydi. Erdoğan'ı eleştirdiler ve buna tabii ki hakları var. Ancak Erdoğan onların tavsiye ve eleştirilerini öncelemediğinde, bu yeni duruma, artık geçerli olmayan anlamlar yüklemeye devam ettiler. Yönelttikleri eleştirilerin doğruluğu ve yanlışlığından bağımsız olarak, Erdoğan'ın üzerinde vesayet kurmak istediler.

Erdoğan ise, icraatlarının doğruluğu veya yanlışlığından yine bağımsız olarak, ittifak ilişkisinin vesayete dönüşmesine izin vermedi. Bundan sonra kavga daha kişisel bir hal aldı ve gittikçe sertleşti. Eleştiri görünümlü linçe dönüştü, demokratlık ve gerçeklikle bağını yitirdi. Erdoğan bu vesayeti kabul etseydi, bu boşanma yaşanmayacaktı. Eleştiriler, 2010 öncesindeki nesnelliğinde kalacaktı.

Bu isimlerden birinin 'Birgün' gazetesinde yayımlanan söyleşisindeki 'lapsus', bu durumu grotesk bir şekilde özetliyor. Cümle şöyle: 'Ben AKP'yi desteklemiyorum. Ben, benim söylediklerimi yapan bir AKP'yi destekledim.'

Müthiş değil mi?

12 Eylül referandumuna kadar, AK Parti ve Erdoğan'a verdikleri destek, gerçekten eşit olmak üzerinden değil, eşit olmanın ihtimal dâhilinde kalması şartıylaydı. 28 Şubat'a karşı durarak, başörtüsüne şartlı destek vererek İslam ile ilgili takıntılarını aştıklarını farz etmişlerdi. Bu durumun Kemalistlerin kendilerini çağdaş diye tanımladıkları için çağdaş olduklarını farz etmelerinden bir farkı yoktu. Erdoğan'ın bir noktada 'gerçek yüzünü göstereceğine dair' imana dönüşen beklenti, Gezi ile karşılanmaya çalışıldı. Bu savrulmanın farkında bile olduklarını zannetmiyorum, yani, umarım öyledir.

Erdoğan'la bu 'boşanma' onlar için artık zorunlu bir hal almıştı. Yaşlanmış, yorulmuş, yüzüstü bırakılmış ve mahallelerini özlemişlerdi. Gezi başarılı olsaydı, bu bir 'zaferle' taçlanacaktı. Lakin, kahraman değil, deşifre oldular.

Adil olan da buydu.

*Erdoğan'ın olmadığını hayal et.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT