İllegal ve İşgalci Olan Kim?
Amerika ve İran’ın diplomatik söylem ve pozisyonları ne kadar da benzeşiyor değil mi? Gerçi İran aynı pozisyon alışı Rusya ile de mümkün kılan bir oportünizmi hiç tereddüt etmeksizin icra ediyor zaten. Evet, Musul’a yönelik gerçekleştirilmesi için aylar öncesinden yapılan operasyon hazırlıklarının sorumlusu olarak Irak (Bağdat) Hükümeti veya Başbakan Haydar el-İbadi’nin ismini, cismini zikretmeden doğrudan Amerika ve İran’ın planları üzerinde durmakta eksiklik veya yanlışlık olmasa gerek. Çünkü ülkenin geleceği üzerinde esas ve nihai kararı verenler onlar.
Musul’a ilişkin temel mesele Irak’ın bütününe ilişkin uygulanagelen fanatik ve barbarca bir mezhep politikasının ortaya çıkardığı sorunlardan bağımsız değil. Türkiye ile güya Bağdat hükümeti arasında yaşanan gerilim aşikâr ki her şeyden önce Amerika ve İran arasında yaşanan gerilimdir. Hafta içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuya dair yaptığı tasvir ve taleplere gösterilen tepkiler Irak ve bağlı olarak Suriye’nin geleceğine ipotek koymaya kalkanlar nezdinde ciddi sıkıntıların kaynağı oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açık ve net vurguları Irak’ın kaderi üzerinde girişilecek ameliyatların reddiyle alakalıydı: "Musul Musulluların, Telafer Telaferlilerindir. Hiç kimsenin buralara gelip girmeye hakkı yok. Musul'un DAEŞ'ten kurtarılmasından sonra da burada sadece Sünni Araplar, Türkmenler ve Sünni Kürtler kalmalıdır."
Bağımlı Bağımsızlık Destanı
Enteresandır Irak Meclis’inden yükselen kınama ve rest mesajlarıyla Amerikan ordusundan gelenler hem eş zamanlı hem de eş güdümlü olarak sahne alıyordu. Irak Meclis’i Türkiye Ordusu’na ait Başika’daki askeri varlığın işgal gücü olarak tanımlanması, kabul edilemezliği ve derhal Irak’tan çıkarılması yönünde bir karar aldı. Irak Meclisi Türkiye’ye karşı alınması gereken tedbirlerle ilgili yedi maddelik bir yol haritasını da oy birliğiyle kabul etti. Üstelik “Türkiye ile tüm ilişkilerin gözden geçirilmesi” yönünde bir karar da alındı. Neden böyle bir süreç işletilmiş? Çünkü Erdoğan’ı kast ederek “Irak’ın bağımsızlığını tehlikeye düşüren ve Irak’ı parçalanmaya sürükleyecek beyanları” reddediyorlarmış. Çadır tiyatrosu seviyesinde bir bağımsızlık destanı oyunu sürdürerek yol almaya çalışmak değilse buna güzel bir isim vermek gerekir.
Peki, bu bağımsızlık sevdası ve birlik tutkusuna gölge düşüren Türkiye’ye karşı nasıl bir tedbir düşünülüyor? Onu da Irak Parlamentosu Güvenlik Komisyonu Başkanı Hakim el-Zamili şöyle cevaplıyor: “Irak hava kuvvetlerine bağlı savaş uçakları işgalci Türkiye askerlerini vurmak için Başbakan el-İbadi’den talimat bekliyor.” Neyse ki el-İbadi sonrasında “askeri seçeneğe başvurma niyetimiz yok” dedi de biraz olsun gerilimi düşürdü, Türkiye’yi rahatlattı! Zaten “bölgesel çatışmaya girmek istemiyoruz” derken tamamen barışçıl mesajlar vermekte ne kadar ısrarlı olunduğu da gözler önüne serilmiş oldu.
Türkiye karşıtı benzer açıklamalar mezhepçi despotik Bağdat Hükümetinin hamisi Amerikan ordusundan geldi. IŞİD karşıtı koalisyonun Amerikalı sözcüsü Albay John Dorrian, Türkiye’nin koalisyonun bir parçası olmadığından bahsedip şu cümleyi kurdu: "Irak topraklarında bulunan Türk ordusu, Irak hükü
Irak ve Suriye’de Lozan Gölgesi
Bu gerilim yaşandığı hafta sadece Musul’a yapılacak operasyonlara katılacak askeri birliklerin hangi ülkelere ait olacağından ibaret değildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lozan Anlaşması’nın şartlarına ve bugüne yansımasına ilişkin eleştiri ve itirazlarını bu bağlamdan ayrı düşünmek yanlış olur. İlaveten Amerika’nın 11 Eylül saldırılarıyla alakalı olarak çıkardığı “Terörizmin Sponsorlarına Karşı Adalet Yasası”nın doğrudan hedef aldığı Suudi Arabistan ile işbirliği ve dayanışma içinde olunacağının açıklaması da son derece kritik bir konumlanıştır. Özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret için Türkiye’de bulunan Suudi Arabistan Veliahd Prensi Muhammed bin Nayif’in “Türkiye ve Suudi Arabistan hedef alınıyor. Bu yüzden birbirimize muhtacız” sözleri üzerinde durmaya değer.
Suriye’de her geçen gün büyüyen kan denizinin Irak’ta da hızla yaklaşan bir tehdit olarak belirmesi hafife alınabilecek veya geçiştirilebilecek şey değil. Bu sebeple Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında Suudi Veliahd Prens el-Nayif olduğu halde İslam dünyasının bugünü ve geleceğine dair yaptığı şu değerlendirmeyi ciddi olarak değerlendirmek hepimizin üzerine vaciptir: "İslam dünyası aleyhinde alçakça gelişmeler yaşanıyor. Irak, Tunus, Suriye, Libya, Pakistan ve Afganistan'da yaşananlar birbirinden ayrı gelişmeler olarak görülemez. Tüm tuzak ve planların İslam dünyasına yöneltildiğini görüyoruz. Dolayısıyla İslam dünyası ülkeleri birbiriyle işbirliği ve dayanışma içinde olmalıdır."
Amerika ve Rusya arasındaki ihtilaf İslam coğrafyasının geleceğinin nasıl karartılabileceğine dair yöntem ve zamanlama seçeneklerindeki ihtilaflarından ibarettir. İran’ın yeni ve etkin partner olduğu, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın tasfiye edilecekler listesinin başına yazıldığı bir süreç işliyor. Suriye ve Irak ise bu sürecin gerçek mermilerle işleyen tatbikat alanından başka bir şey olarak değerlendirilmiyor. İllegal ve işgalci nitelemeleri bu emperyal projeye itiraz edenleri isnad ediliyor bu sebeple
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT