İlker Başbuğ'un yanılgıları
Milliyet gazetesi 7-8 Ağustos tarihlerinde, CHP eski milletvekili emekli büyükelçi Şükrü Elekdağ'ın, Genelkurmay eski başkanlarından emekli Orgeneral İlker Başbuğ ile yakınlarda yayımlanan "Terör Örgütlerinin Sonu" (Remzi Kitabevi, Ankara, Mayıs 2011) başlıklı kitabı üzerine bir mülakat yayımladı.
Öncelikle belirtmem gereken husus, TSK'nın üst kademelerinde görev almış olan emekli askerlerin ülke meselelerini nasıl gördüklerine dair kitap yayımlamalarını, mülakat vermelerini olumlu buluyorum. Çünkü bu bize, askerin büyük ölçüde topluma kapalı olan zihniyet dünyasına nüfuz etme imkânı tanıyor. Bu nedenle Başbuğ ile mülakatı ilgiyle okudum. Okurken aldığım notların başlıcalarını okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Başbuğ, "Türkiye'de şu anda bir Kürt sorunu olduğu kanaatinde değilim" diyor; yani bir Kürt sorunu varsa bile, bunun geride kaldığını, geriye PKK sorunu kaldığını ima ediyor. Başbuğ yanılıyor, çünkü Türkiye'de sadece Kürt kimliğinin inkârı bitti, Kürt kimliğinin özgürce yaşanması için kalkması gereken yasaklar, tanınması gereken haklar var. Eğer Türkiye'nin bütünlüğünü korumak istiyorsak, sadece BDP'ye oy verenlerin ve PKK'ya sempati duyanların değil, PKK'ya en küçük bir sempati duymayanlar dâhil bütün Kürtlerin, örneğin AKP'ye oy verenlerin de paylaştıkları taleplerin karşılanması gerekir. Bu taleplerin anadilde eğitim ve Kürt çoğunluklu bölgeye daha geniş idari özerklik üzerinde odaklandığı biliniyor. Bu kimlikle ilgili talepler karşılanmadıkça, herkese Türklük dayatıldığı sürece, Başbuğ'un yaptığı gibi etnik temelde ayrımcılık olmadığını iddia etmenin en küçük bir inandırıcılığı bulunmuyor.
Başbuğ, etnik farklılıkların olduğu ülkelere en uygun siyasal sistemin liberal demokrasi olduğunu söylüyor. Haklıdır. Evet, etnik veya dinsel farklılıklar olsun veya olmasın, insan hakları ve hukuk devletinin güven altına alınması açısından bütün ülkeler için en uygun siyasal sistem, liberal demokrasidir. Başbuğ'un yanıldığı nokta şu: Liberalizm ve liberal demokrasi artık 19. yüzyılda ya da 20. yüzyılın ilk yarısında taşıdığı anlamı taşımıyor. Sadece liberalizm değil liberal demokrasi de sadece birey haklarını değil, etnik veya dinsel azınlıkların grup haklarını da tanıyacak şekilde evrilmiş bulunuyor. Devletin "tarafsız" olması, etnik-dinsel azınlıkları görmezden gelmesi anlamına gelmiyor. Sayın Başbuğ'un liberal demokraside grup hakları ve çokkültürcülük yazınıyla tanışmadığı anlaşılıyor.
Başbuğ siyasal sistem ile devlet sistemini birbirine karıştırıyor. Liberal demokratik rejim, üniter devlet ile özdeş değildir. Üniter devletlerin Türkiye gibi aşırı merkeziyetçi bir idari yapıya sahip olanları bulunduğu gibi, (İsveç gibi) çok güçlü yerel yönetimlere sahip olanları; (İspanya ve Britanya gibi) bölgelere geniş yetki devri yapmış olanları; (ABD, Almanya gibi) idari federasyon ya da (Belçika, Kanada, Hindistan gibi) etnik-dinsel temelli federasyon biçimini alabildikleri bilinmektedir.
Başbuğ'a göre, Kürt kimliği anayasa ile tanınacak olursa bu bağımsız Kürt devletine, yani Türkiye'nin bölünmesine giden birinci adım olacaktır. Evet, Belçika üniter devlet olarak yola çıkmış, sonra bölgelere yetki devri (devolüsyon) yapmış, sonra da federal yapıyı benimsemiştir. Ne var ki Belçika bu sayede bütünlüğünü korumuştur. Üniter yapıda ısrar etmiş olsaydı, ülke çoktan ikiye bölünmüştü. Eğer amaç gerçekten ülke bütünlüğünü korumak ise idari yapıda değişiklik gerekebilir. Türkiye'de PKK'ya karşı olan Kürtlerin dahi büyük bir bölümünün talebi bu yöndedir. Yerinden yönetim Türkiye'nin ihtiyacıdır. Öte yandan, ayrılmak isteyen grup çok marjinal ama eğer çoğunluğu ayrılmak isterse, hangi güç bunun önüne geçebilir ki? Önemli olan tercihlerin silah tehdidi altında değil gönüllü olarak ifadesini güven altına almaktır. Türkiye'nin esas meselesi de budur.
Başbuğ'un Elekdağ'a verdiği mülakattaki ve kitabındaki yanılgılara gelecek yazılarda devam edeceğim.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT