1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. İlke-Der’de İslam’da Yenilenme Konuşuldu
İlke-Der’de İslam’da Yenilenme Konuşuldu

İlke-Der’de İslam’da Yenilenme Konuşuldu

İlke-Der'de Prof. Dr. Mehmet Evkuran, İslam Düşüncesinde Yenilenme Çabaları konulu bir konferans verdi.

01 Ocak 2013 Salı 16:04A+A-

Bu ay İlke-Der’de dini düşüncede yenileşme konusu ele alındı. Dernek merkezinde yapılan programa konuşmacı olarak katılan Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Evkuran, İslam Düşüncesinde Yenilenme Çabaları konulu bir konferans verdi. Konuşmasına değişim, sabitlik, süreklilik ve değer kavramlarını tanımlayarak ve değişim sosyolojisi açısından bunların taşıdığı anlamı belirterek başlayan Evkuran, İslam dünyasında değişim karşısında farklı tutumların geliştirildiğini belirtti. Müslüman düşünür ve aydınların içtihad, tecdit, ıslahat gibi kavramlarla değişim olgusuna yaklaştıkları, değişimin dinin kendinde değil de dinsel düşüncede yapılması gerektiği vurgulandı.

İslam’ın ilk döneminde kendinden emin ve özgüveni yüksek bir algılama hakim olduğu için Müslümanların hemen tüm kültür ve uygarlıklarla iletişime geçmekten ve onlardan bir şeyler almaktan çekinmediklerini belirten Evkuran çöküş dönemi zihniyetinin ise farklı çalıştığını, daha ürkek ve alıngan bir anlayışın öne çıktığını söyledi. Evkuran konuşmasında şu görüşlere yer verdi.

Toplumsal hayatta değişim, istikrar ve denge gibi öğeleri ortaya çıkaran şey doğal nedenler değil, insanların niyet ve iradelerine bağlı olan kültürel etkenlerdir. Bu nedenle değişim olgusunun ardında yatan gerekçeleri yine kültürel ve tarihsel hayatın içinde aramak gerekir. İstikrarın, durgunluğun, güvenliğin ve geleneksel olana bağlılığın egemen olduğu bir paradigma çerçevesinde, değişimi ve yenilenmeyi konuşmak, dahası onu önermek önemli ve ciddî bir girişim sayılır. Bu girişim, paradigmanın sahip olduğu ve tarihsel süreç boyunca geliştirerek dinî/teolojik bir formülle saklayıp-koruduğu bazı temel hassasiyetlerin de canlanmasına yol açan gelişmelere yol açmaktadır.

Osmanlı toplumu güçlü olduğu dönemlerde kendi dışındaki dünyayı özellikle de Avrupa’da olup bitenleri siyasal bir gözle izledi. Ancak kültürel ve düşünsel alanda yaşanan gelişmeleri kaçırdı. Aydınlanma sonrası Avrupa’da yaşanan büyük dönüşüm, sömürgeciliğin güçlenmesi, ateşli silahların geliştirilmesi dünyadaki dengeleri alt üst etti. Rus harbi ve Balkanlarda yaşanan hezimetler Osmanlı yöneticilerini çözüm arayışına itti. Özellikle askeri alandaki teknik gelişmeleri öğrenmek amacıyla Batı’ya öğrenci gönderildi. Ancak artık Avrupa’da sanayi ve teknolojinin sunduğu imkanlar sayesinde dinamik bir toplumsal yapı vardı ve Osmanlı toplumu siyasi kararlarının da nedeniyle tasfiye sürecine girdi.

Bu kötü gidişi fark eden Osmanlı bürokratları ve aydınları tekrar ayağa kalkmak için İslam’ın gücünden politik ve kültürel olarak destek almaya çalıştılar. İslamcılık bu dönemin ideolojisiydi. Ancak bu süreçten bağımsız olarak İslam düşüncesinde yenilenme çabaları tarih boyunca eksik olmamıştır. Dini başlı başına bir engel olarak gören ve onu tasfiye etmekten başka çare olmadığını ileri süren radikal Batıcılar karşısında muhafazakar, İslamcı ve Osmanlıcı düşünürler İslam’ın özünde terakkiye mani olmadığı tezini savundular. Bununla birlikte bir tür dinsel modernleşmenin yollarını da araştırdılar. Bu çerçevede kadercilik, özgür irade, din-siyaset ilişkisi, aile, kadın, bilim gibi konularda yazılar yazılmaya ve tartışmalar yapılmaya başladı.

Çöküş sürecine giren uygarlıklarda önce gurur ve kendini sevme ardından da şaşkınlık ve kendini inkar duyguları ortaya çıkmaktadır. İslamcılık düşüncesi her ne kadar temel kavram ve söylemlerini İslam’ın nasslarından alsa da o artık modern bir ideolojidir. Çünkü modern dünyada ortaya çıkan modern muhataplarla rekabet etmektedir. Bu açıdan onlarla aynı dili konuşması ve benzer gündeme sahip olması doğaldır. İslam’ın değişimi gerçekleştirirken izlediği yönteme dair İslamcılar arasındaki tartışmalara baktığımızda bu etkileşimi açıkça görürüz. Örneğin; İslam’ın devrimci mi yoksa ıslahcı bir din mi olduğu tartışması bir zamanların en popüler gündemini oluşturmuştur.

Muhafazakâr ve dindar kesim reform sözcüğünden daima rahatsız olmuştur. Çünkü camii dışındaki elit, camii içindekilere müdahale ederken bu kavramdan hareket etmiştir. İbadet dili, ezanın Türkçeleştirilmesi, camilere sıra konulması, müzik aletleri kullanılarak camide ilahiler söylemesi türünden geleneğe ve vicdana aykırı uygulamalar bu kavramın arkasında savunulmuştur. Ancak diğer yandan dinsel düşünce de tarihsel ve beşeridir. Bu nedenle İslamcılar, reforma karşı direnirken dinsel düşüncedeki yanlışlıkları ve sapmaları da görmezden gelmediler. Tecdit, ıslah ve içtihad gibi İslami kavramları kullanarak sağlıklı bir değişimin yollarını oluşturmaya çalıştılar.

İslam dünyası politik önceliklerin coğrafyasıdır. O nedenle dinsel talepler ikincil sıradadır. Medreselerin ıslahı gibi samimi projeler de akamete uğramıştır. Modern çağa geldiğimizde İslamcıların genel anlamda bir tıkanmışlığı ve vizyonsuzluğu ile karşı karşıyayız. Sorunu görmekte, çözümü hissetmekte ancak planlı bir çözüm programı ortaya koyamamaktadırlar. Bu tıkanmışlık Batıcılıların elini güçlendirmiştir.

Soru: Dinde yenilenmeyi Batılı dış güçler engelliyor olabilir mi?

Mehmet Evkuran: Bugün geldiğimiz noktada sorunu dışarıda arayan çocuksu düşünceler çare değildir. Dini düşünceyi aslına ve amacına uygun biçimde yeniden tanımlamak gerekir. Bunun önündeki engel sanıldığı gibi Batı emperyalizmi, misyonerlik, küresel güçler vs. değil içsel etkenlerdir. Başta İslam coğrafyasında düşünce özgürlüğünü kısıtlayan otoriter yönetimler gelmektedir. Ardından daha önemli ve güçlü etken, mezhep taassubudur. Bu nedenle dini düşüncede yenilenme projesinin ilk konusu mezhepçilik olmalıdır. Bir mezhebi başkasının üzerine çıkaran yaklaşımlar çözüm değil sorun üretir ve tarihin tekerrürüne hizmet eder. Bir olgu olarak mezhep değil mezhepçilik taassubunun tehlikelerine önceki İslamcılar da işaret etmişti. Ancak bunu çözecek özgür tartışma ortamına ve uygulayıcı mekanizmalara şu son dönelerde sahip olduğumuz bir gerçektir.

Sunumdan sonra soru-cevap bölümüne geçildi.

Soru: Sizce dindarlık ve huşuyu artıracak çalışmalar yapılması doğru olmaz mı? Dini düşüncede yenileşme derken maneviyatı güçlendirecek adımlar atılmalı değil mi?

Mehmet Evkuran: Hayır ben öyle düşünmüyorum. İhtiyaç duyduğumuz şey daha çok dindarlık değildir. Çünkü bizde dindarlık; akletmekten, düşünmekten ve sorgulamaktan el etek çekmek olarak algılanıyor. Aklı başında olmayan ve kendini duygusal coşkulara bırakmış biriyle akla ve vicdana uygun bir konuşma yapılamaz. Diğer yandan İslam coğrafyasında iç çatışmalara bakıldığında hep bir tür dindarlık hissinin ve dogmatizmin hakim olduğu görülmektedir. Müslümanlar birbirlerinin kanını Allah’a yakınlaşma arzusu ve yanlış yönlendirilmiş bir dindarlık duygusuyla döküyor. Bu tehlikeli duruma aklıselimle ve bilinçli bir anlayışla karşı çıkılabilir…

Soru: İçtihad kapısının kapalı olduğuna dair söylemler vardır. siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Mehmet Evkuran: İslam'da içtihad kapısını kapatmaya yetkili bir kurumun ve kişinin olmadığı bilinen bir gerçektir. Zira içtihad -her ne kadar içtihad yapmaya yetkili ve imtiyazlı kişilerin sahip olması gereken bazı nitelikler zikredilmiş ise de- teorik olarak, düşünen her Müslüman bireyin hakkıdır. İçtihad elbette önemlidir ve sorumluluk ve yetkinlik isteyen bir iştir. Ancak bu noktaya aşırı vurgu yaparak neredeyse onu imkânsızlaştırmak yanlış bir yaklaşımdır. İçtihad bir zorunluluk gereği gündeme gelir. En uygun ve en yapıcı çözümü öneren kişi ya da kişilerin içtihadı, genel kabul görmekte ve diğer yaklaşımlar da hak ettikleri kadar itibar görmektedir. Bu nedenle içtihadı zorlaştırmak yerine, onu teşvik etmek Müslüman düşüncesi açısından daha olumlu olacaktır. Tarih, toplumsal akıl ve sağduyu, olumlu ve hayırlı olanı ayıklayan bir şâhid gibi çalışacaktır. Bunun için gerekli güven ortamının, içtihad yapmaktan sakındırmakla sağlanamayacağı açıktır. Diğer yandan içtihada davet çağrılarının amacına ulaşması, içtihadda bulunacak kişileri ve özgün fikirleri hazmedecek bir sivil toplumsallık ortamının varlığıyla mümkündür. Eğer gereği yapılamayacaksa, sadece kuramsal anlamda içtihad kapılarının açılması meselesine odaklanmak, deyim yerindeyse ürkütülen kuşa değmeyecektir. Esasen Müslüman düşünce geleneğinde içtihad kapısı dışarıdan kapanmamış, düşünsel verimin azalması ve ekolleşmenin sınırlandırıcı etkileri neticesinde kendiliğinden kapanmıştır. Yoksa bu kapı, onun hakkını verecek söz ve görüş sahibi herkese açıktır.

Program soru-cevap ve tartışma kısmından sonra sona erdi. 

mehmet_evkuran-20130101-02.jpg

HABERE YORUM KAT