İlim ve aksiyonla dopdolu bir ömür
İbrahim Reşid, Yusuf el-Karadavi'nin hayat hikayesine odaklanıyor.
İbrahim Reşid / Mecra
İlim ve aksiyonla dopdolu bir ömür
Ebû Muhammed Yusuf b. Abdullah el-Karadâvî’nin hikayesi 9 Eylül 1926’da Mısır’ın El-Garbiyye bölgesinde, Tanta yakınlarındaki Sift Turab köyünde başladı. Fakir bir ailede dünyaya gelmişti. Henüz yeni yürümeye başladığı sıralarda babasını kaybetti ve yetim kaldı. Bakımını amcası üstlendi.
- Erken yaşlarından itibaren İslâmî ilimlere yönlendirilen Karadâvî, henüz 10 yaşına gelmeden Kur’ân hıfzını ve tecvit ihtisasını tamamladı. Kuran’a olan vukufiyeti ve ilgisi, çocuk olduğu halde çevresinden büyük bir teveccüh görmesine neden oldu.
Simasını bile hatırlayamayacağı bir yaşta babasız kalan Karadâvî, gençlik yıllarının hemen başında da -15 yaşında- annesinin vefatıyla sarsıldı. Yaşadığı kayıplar, onu hayata ve ömrünün ilerleyen yıllarındaki yaşayacağı baskılara karşı daha dirençli hale getirmişti.
İlkokulu ve liseyi Tanta’da okuyan Karadâvî, ilk kez burada İhvân-ı Müslimîn hareketiyle tanıştı. 1949 yılında Mısır’da İhvân-ı Müslimîn’e karşı girişilen kıyımdan bu tanışıklık nedeniyle o da nasibini aldı.
Hasan El- Benna’nın bir suikaste kurban gitmesiyle başlayan süreç, binlerce ihvan mensubunun tutuklanması ile sürdü. Tutuklanan isimler arasında henüz bıyıkları yeni terlemeye başlamış, ilim talebesi Yusuf el-Karadâvî de vardı.
Hapis ve baskı nedeniyle sıkıntılarla geçen orta öğretim yıllarını, bu sıkıntılara rağmen dirayeti ve çalışkanlığı ile başarıyla tamamladı. Üniversiteye Ezher’e giden Karadâvî, burada Usuluddin fakültesinde okudu. Yüksek lisansını da aynı fakültede 180 öğrenci arasından birinci gelerek tamamladı.
Cemal Abdunnâsır, Mısır’da yönetimi darbeyle 1952’de ele geçirmişti. İlk başlarda İhvan-ı müslimin mensuplarına karşı yumuşak bir politika güden Abdunnâsır, daha sonra siyasi ikbaline rakip olarak gördüğü ihvan mensuplarını tasfiyeye başlamış, onlara karşı sert bir politika izlemişti.
Faili meçhul cinayetler, tutuklanmalar art arda gelmişti. Karadâvî de 1954 yılında tutuklananlar kervanına katılmıştı. Bu tutuklanmayı aynı yıl içinde peşi sıra başka mahkûmiyetler takip etmiş, Karadâvî demir parmaklıklarla aşina bir dost gibi olmuştu.
Tutuklamaların gölgesinde eğitimine devam eden Yusuf El-Karadâvî, 1958 yılında Yüksek Arap Araştırmaları Enstitüsü’nün Arap dili ve edebiyatı bölümünü bitirdi. 1960’da Ezher’de, Kuran ve sünnet ilimleri üzerine yüksek lisans derecesinde ikinci bir öğrenim gördü.
- 1973 yılında ise “Zekât ve Zekâtın Toplumsal Sorunların Çözümündeki Yeri” teziyle doktor ünvanlını aldı. Karadâvî, İslam dünyasının ekonomik olarak kalkınması noktasında önemli bir çözüm yöntemi olarak gördüğü zekât konusunu bilinçli bir şekilde tez konusu olarak seçmişti. Ömrünün ilerleyen yıllarında Katar’da oluşturduğu “zekât sandıkları’’ ve Kuveyt’te kurduğu “Hey’et-i Hayriye” doktora tezinin pratik sonuçlarıydı.
Eğitiminin yanı sıra fikri anlamda da kendini geliştiren Karadâvî’yi en çok etkileyen isimler, çocukluğundan beri büyük bir iştiyakla okuduğu İmam Gazali, hayatı boyunca çizgisini takip ettiği Hasan el-Bennâ ve idam haberini üzülerek aldığı Seyyid Kutub’tu.
Mısır’da Vakıflar Bakanlığı’na bağlı bir müfettiş olarak göreve başlayan Yusuf El-Karadâvî, bir taraftan da camilerde irşad faaliyetlerine devam etti. Aksiyoner bir isim olduğu için her fırsatı değerlendiriyordu. Vaaz kürsülerinin ve ilmi müzakerelerin aranan ismi olmuştu.
1961’de aldığı bir davetle Katar’a hicret eden Karadâvî, doğduğu topraklardan da uzun bir müddetle koptu. Mısır’ın siyasi havası onun aleyhineydi ve hareket alanı kısıtlıydı. Vatandaşlığını aldığı Katar, Karadâvî için birçok açılımın da başlangıcı demekti. Katar’da din enstitüsünde dekan olarak göreve başladı. Gösterdiği başarı ile dikkatleri üzerine çekti ve Katar Üniversitesi’ne kız ve erkekler için ayrı iki eğitim fakültesinin kurulmasını sağladı. Yine aynı üniversiteye uzun yıllar boyunca dekanlık yapacağı İlahiyat Fakültesi de kendi çabalarıyla açıldı.
Resmi görevlerinin yanı sıra yürüttüğü tebliğ ve irşad çalışmalarıyla tam bir emri bil maruf seferberliği başlatan Karadâvî, cuma namazlarında verdiği etkili hutbeler, her cuma akşamı Katar televizyonunda ve davet edildiği başka kanallarda katıldığı programlarla milyonlarca insana sesini duyurdu.
Mısır; Suriye, Kuveyt, Katar başta olmak üzere Arap dünyasının hemen hemen her tarafında basılan gazete ve dergilerde yazılar yazdı, kalemiyle gönüllere dokundu. Başta Fıkıh olmak üzere İslami ilimlerin birçok alanında sayısı yüzü aşan eser telif etti.
Karadâvî, Müslümanların güncel sorunlarına cevaplar aradı, özellikle mutedil yaklaşımı ile tebarüz etti. İlmî yönden tenkit edilen görüşleri olmakla beraber, Müslümanların ufkuna önemli merhaleler kazandırdı.
1991’de Katar tarafından Yüksek İslam Enstitü ve Üniversiteleri İlim Meclisleri Müdürlüğü yapmak üzere Cezayir’e gönderilen Karadâvî, başka İslam ülkelerini de ziyaretlerine ekledi. Türkiye, Suudi Arabistan, Libya, Lübnan başta birçok İslam ülkesini dolaştı. Buralarda toplantı ve ilmi çalışmalara katıldı. Avrupa ve Amerika’dan gelen davetlere de icabette bulundu.
Karadâvî, 1997’de Avrupa Fetva ve Araştırma Kurulu’nun kurulmasını sağladı ve bu kurulun ilk başkanı oldu. 1999’da Katar’a döndü. Katar’ın manevi büyüğüydü. Bu küçük ama zengin ülkede, çok az âlime nasip olacak bir iltifat gördü.
- 2004’te Dünya Müslüman Âlimler Birliği’nin kurulmasını sağlayan Karadâvî, bu birliğe uzun bir süre başkanlık edecekti. Dünya Müslümanları arasında haklı bir şöhret kazanmış ve pek çok ülkeden âlimin ve davetçinin teveccühünü kazanmıştı.
Filistin mücadelesine tüm varlığıyla destek veren Karadâvî, bu duruşu nedeniyle çeşitli zorluklarla karşılaştı. Ömrü boyunca işgalcilere karşı çıkmış, Müslümanların bağımsız ve refah içinde yaşayacağı yönetimlerin hayalini kurmuştu. Karadâvî, konuşmalarında ve yazılarında şii yayılmacılığı ve Siyonist zulme sık sık dikkat çekmiş, Müslümanları bu hususlarda uyanık olmaya davet etmişti.
Amerika ve İngiltere’ye girişi “terörü desteklediği” iddiasıyla yasaklanmış, bu yasakları başka ülkeler de izlemişti. Çok tartışılan Filistinliler için canlı bomba (“istişhâd”) eylemlerinin cevazına dair verdiği fetva, bu yasakların gerekçesi olarak gösterilmişti.
2010 yılında Tunus’ta başlayan Arap Baharı protestolarında haklarını arayan Arap halklarının en büyük destekçisi olmuştu. 2011 yılında Mısır’da diktatör Hüsnü Mübarek’in devrilmesiyle sonuçlanan devrimin ardından, 1981’den sonra ilk defa ülkesine dönmüştü. 18 Şubat 2011’de Tahrir Meydanı’nda yüzbinlerce insana hitap etmiş ve cuma namazı kıldırmıştı. Hitabında devrik diktatör Mübarek’i zalim firavun şeklinde nitelemişti.
Suriye iç savaşında muhaliflerin tarafında yer alan Karadâvî, rejime karşı sert fetvalar vermişti. Rejimin sırtını yasladığı en önemli alîm Saîd Ramazan el-Bûtî’yle sık sık sürtüşmüştü. Libya iç savaşında da Kaddafi karşıtı bir tutum sergilemişti.
Mısır’da devrim rüzgârının tersine dönmesiyle birlikte Karadâvî de yeni rejimin en büyük düşmanlarından biri oldu. 2014’te Mısır yargısı, Karadâvî’nin adına İnterpoll’den kırmızı bülten çıkartmıştı.
15 Temmuz 2016’da Türkiye’de yapılan darbeye şiddetle karşı çıkmış, her zaman olduğu gibi halkın tarafında, müstebitlerin karşısında olmuştu. 2017’de başlayan Katar’ın diplomatik ablukasında, hakkında Suudi savcılar tarafından idam isteği içeren bir iddianame düzenlenmişti. Yine 2018 yılında Mısır’da bir albaya suikast düzenlediği iddiasıyla gıyaben müebbet hapis cezası verilen 17 kişiden biri de tabii ki Karadâvî’ydi.
- 7 Kasım 2018’de İslam Âlimleri Birliği Başkanlığı’nı bırakan Karadâvî, bundan sonra daha münzevi bir hayat sürdü. Yusuf el-Karadâvî, Melik Faysal ödülü başta, birçok ödüle layık görülmüş, ABD'den Foreign Policy ve İngiltere'den Prospect dergilerinin yaptığı ankette dünyanın en entelektüel 100 kişisi sıralamasında 3. Seçilmişti.
Japonya’dan Amerika’ya kadar her meşrep ve renkten insanın sevgisini kazanmış, son yüzyılda Müslümanların yetiştirdiği en önemli isimlerden biri olmuştu. Ömrünün son yıllarında yaşlılığına bağlı olarak yaşadığı sıkıntılar nedeniyle sık sık tedavi gören Karadâvî, bir eylül günü dünyaya açtığı gözlerini yine bir eylül günü yummuştu.
Coşkulu hutbeleriyle sesi sevenlerinin kulaklarında, güzel simasıyla takipçilerinin gözlerinde, açtığı çığır ile Müslümanların zihinlerinde ve gönlünde tatlı bir hayal bırakmış, kendisinden önce hüzünle yolcu ettiği dostlarının ebedi sohbet meclisine katılmıştı.
HABERE YORUM KAT