‘İlahi dayatma’
Şarku’l Avsat yazarlarından ve eski yayın yönetmeni Abdurrahman Raşid’in bakış açısını beğenmem. Geçmişteki yazılarım da buna şahittir.
Bazen yazılarını okusam da ihtiva ettiği bazı malumatlardan dolayıdır. Fakat ilk defa olarak bir yazısından dolayı kendisini alkışladım. Ali Abdullah Salih halka rağmen ayakta kalmak için her türlü bahaneye tutundu, manevra yaptı. Halkın gösterilerini ve kendisini istememesini hafife aldı ve orada burada yaşanan gösterileri grip salgınına benzetti. Ardından olaylar yatışmayınca ve müzmin ve kronik bir hal alınca Körfez İşbirliği Konseyi devreye girdi ve muhalefet ile Ali Abdullah Salih’i uzlaştırmaya çalıştı. Salih buna da bir kulp buldu ve Körfez ülkelerinin muhalefete katılarak kendisini indirmek istediklerini söyledi. Bununla da kalmadı, kendisini indirmek için bir Amerikan-Suud dayatması olduğundan bahsetti. Sonunda Başkanlık sarayındaki Cami’ye atılan bir füze ile yaralanınca kendisini Suudi Arabistan’da tedavide buldu. Yaralananlar arasında başbakan ve meclis başkanı gibi rejimin önemli erkanı da bulunuyor. İşte bu noktada Abdurrahman Raşid’in tahlili ve benzetmesi devreye giriyor: “Suud ve Amerikan dayatmasından şikayet eden Ali Abdullah Salih şimdi ilahi bir dayatma ile karşı karşıya...” Ali Abdullah Salih iktidarı bırakmamak için her türlü bahaneye tevessül etti. Mızıkçılık yaptı. İlahi kader ise kendisini bırakmaya zorluyor. Suudi Arabistan makamları bir iki hafta içinde toparlanarak tekrar ülkesine dönebileceğini söylüyorlarsa da başa dönebilecek mi? Abdurrahman Raşid, Salih’in fiilen ve sonsuza dek bittiğini ve bundan böyle geri dönüşünün mümkün olmadığını söylüyor. Cemal Kaşıkçı gibi diğer bazı Suudlular ise buna katılmıyor. Bununla birlikte Raşid iktidar devir tesliminde ve geçişte boşluk olmaması için Ali Abdullah Salih’in geçiş devresinde rol alması gerektiğini de savunuyor.
¥
Suudlular başta olmak üzere ve Körfez ülkelerinin temel yaklaşımı Ali Abdullah Salih’in iktidardan çekilmesi yönünde. Bununla birlikte bunun arızasız ve krizsiz gerçekleşmesini de istiyorlar. Batılılar da bu noktada Körfez ülkelerinin girişimini destekliyorlar. ABD ve Avrupa Birliği Yemen bağlamında Suudi Arabistan koordinasyon çalışmalarını tasvip ettiklerini açıkladılar. Batılılar, ne sebeple olursa olsun Suud’un Bahreyn’deki rolünü bu boyutta tasvip etmemişlerdi. Suudi Arabistan Salih’in tedavisini üstlenirken onun yetkilerini devralan Başkan Yardımcısı Abdu Rabbih Mansur Hadi de Sanaa’daki Amerikan elçisi tarafından ziyaret edildi. Bu, ABD’nin yetki devrini desteklediği ve bu anlamda Mansur Hadi’nin geçiş döneminin aktörü olmasını istediği şeklinde yorumlanıyor. Kısaca uluslar arası sahnede Ali Abdullah Salih’in kartları bitmiş görünüyor. Bununla birlikte geçmişte Salih mızıkçılık yaparken şimdi oğlu Ahmet ve orduyu yöneten aile fertleri ve taifesi mızıkçılığa devam ediyorlar. Yetki intikalini sorguluyorlar ve hatta tanımıyorlar. Bu noktada Abid Rabbih Mansur Hadi’ye paralel olarak Salih’in oğlu Ahmet’in Başkanlık Sarayında babasına vekalet ettiği ve yetkilerini kullandığı ve şahsında ve ailenin etrafında ikinci bir iktidar odağı oluşturduğu gözleniyor. Yani Salih sahneyi terk etse de ailenin pek terk etme niyetinde olmadığı gözleniyor.
¥
Ali Abdullah Salih’e yönelik füzeyi kim atmış olabilir? Herkes devrimci gençlerin bundan masun ve beri olduğunu ve bunu yapanların içerideki iktidar çekişmesine taraf olan odakların olabileceğine işaret ediyorlar. Bilindiği gibi Salih’in yerinde gözü olanlardan birisi de ondan ayrılan üvey kardeşi Ali Muhsin Ahmer idi. Salih’in son dönemde sürtüşme içine girdiği ikinci bir isim Yemen’in en güçlü kabilesi Haşit’in Reisi Sadık Ahmer’di ve kendisi ve çocuklarının silahlı muhalefet ve isyan başlatmaktan dolayı tutuklanmasını emretti. Hatta Ahmer’e yönelik olarak havadan ve karadan saldırı başlatmış ve neredeyse Yemen bir iç savaşın içine gömülmüştü. Buna direnen Sadık Ahmer de Ali Abdullah Salih’in iktidarı yalın ayak terk edeceğini söylemişti. Lakin Sadık Ahmer suikast olayıyla bir ilgilerinin olmadığını beyan ediyor. Ülkenin güneyinde özellikle Taaz, Ebyen ve Zengibar bölgeleri adeta kontrolden çıkmış görünüyor.
Özelde Yemen meselesinde ve genelde Arap Baharında en azından bazı İslamcıların Amerikancı olarak bilinen Abdurrahman Raşid gibi birisinden ders almaları gerekiyor. Bu olayların yorumunda İslamcılar onun bile gerisine düştüler. Zira bu olaylarda İslamcılar Yunan filozofları gibi adeta Cenab-ı Hakkı ‘tatile’ göndermişler, yerine de ABD-İsrail komplolarını oturtmuşlardı. ‘Mekeru’ demişler, gerisini getirememişlerdi. Mekerullah yani mukabele tabirini unutmuşlardı. Adam Amerikancı olmasına rağmen bu meselede ilahi iradenin müdahalesini ve dayatmasını görürken sözde Amerikan karşıtı olan bazı İslami kesimlerin illa da her olayın arkasında Amerikan parmağını ve dayatmasını arama alışkanlıkları bütün dengelerini bozuyor. Sanki onlara göre Allah bu dünyanın işlerine hiç karışmıyor. Arap Devrimi bize imanımızı tazelememiz gerektiğini de hatırlatıyor. Yoksa biz İslamcı değil de, iradesini kaybetmiş pasif Amerikancılar mıyız?
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT