İklim kriziyle mücadelede ineklerin çıkardığı gaz gerçekten önemli mi?
Dünya besi hayvancılığının zirvesinde bulunan gelişmemiş ülkelerin ellerindeki bu değerli üretim varlığı, gelişmiş ülkelerin “sanayi atıklarından kaynaklanan iklim krizi” etkeni göz ardı edilerek azaltılmaya mı çalışılıyor?
Fatih Demir / HAKSÖZ HABER
Sanayi atıklarının iklim krizine etkisi oldukça yüksek ve araştırmalar ile kanıtlanmışken, iklim krizi konusunda ineklerin çıkardığı gazlar neden en çok konuşulan sorun oluyor?
Temel gıda olan et talebinin karşılanmasının zorunlu olması nedeniyle, hayvancılık her geçen gün stratejik bir üretim dalı olmaya devam ediyor.
Tüm dünyada nüfus artışına paralel olarak; beslenme ve gıda sorunu da hızla artıyor. Buna paralel olarak yapay et üretim çalışmaları da hızlanıyor.
Dünyada bir süredir alternatif protein kaynakları üzerinde çalışılıyor. Bunlardan biri de laboratuvar ortamında et üretimi. Hayvanları öldürmeden, alınan 1-2 santimetre büyüklüğünde biyopsilerden laboratuvar ortamında ‘suni et’ üretimi yapılabiliyor.
Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü’nün verileri, hücresel kökenli et üretiminin 2030 yılında toplam et üretiminin yüzde 10’unu karşılayacağını öngörüyor.
Günümüzde bazı ülkelerde bu çalışmalar hızlandırılıyor. ABD’li “Memphis Meats” adlı şirket, laboratuvar ortamında orjinaliyle tamamen aynı tadı veren dana, tavuk ve ördek eti üretmeyi başardığını geçtiğimiz haftalarda duyurmuştu.
Memphis Meats adlı şirket, yapay et üretimini bağışlar üzerinden gerçekleştirdi. Şimdiye kadar 22 milyon Dolar bağış toplayan şirkete en büyük yardım bilindik bir isimden geldi. “Yapay et”e en fazla yatırım yapanlar Bill Gates ve Richard Branson adlı milyarderler oldu. Ünlü gıda şirketi Cargill de yatırım yapanlar arasında yer aldı.
Bu süreçte kimi Avrupa ülkeleri ve ABD, yapay et konusunda şirketlere olabildiğince geniş yetkiler tanımaya başladı. Türkiye’de de kök hücre üzerinden yapay et üretilme çalışmaları hızlandırıldı.
Maliyeti çok yüksek olduğu için henüz ticari hale gelemeyen yapay et, Bill Gates’in özel arzu ve desteği ile tüm dünyada yaygınlaştırılmaya çalışılıyor.
Dünya üzerinde bulunan besi hayvanları ve tarım arazilerinden elde edilen mahsul miktarı dünya üzerindeki tüm insanlara yetecek seviyede olmasına rağmen, dünyanın birçok fakir ülkesi bu imkanlardan faydalanamıyor.
Dünyada gelişen teknoloji ve sanayileşme politikalarına rağmen, hayvancılık sektörü, ülke ekonomileri içinde önemini de koruyor. Her ne kadar yapay et üretimi desteklense ve bu konuda bir yarış halinde olunsa da gerçek etten kısa sürede vazgeçileceği düşünülmüyor.
Hatta dünya nüfusunun gereksinimlerini karşılayabilmek için hayvansal gıda üretiminin arttırılması da devletlerin ilk hedefleri arasında yer alıyor.
Gelişmiş ülkelerin izlediği hayvancılık politikalarına bakıldığında, bu ülkelerin söz konusu sektörlerde gerçekleştirilen ulusal üretimlerini istikrarlı bir yapıya kavuşturdukları ve ihracatçı bir konuma geldikleri görülürken, “Neden yapay ete ihtiyaç duyulduğu?” veya “Gerçekten yapay ete ihtiyaç duyuluyor mu?” soruları daha da önem kazanıyor.
Teknolojide gelişmiş ülkeler, toplam tarımsal gelirlerinin yarısından fazlasını, hayvan ve hayvansal ürünlerden elde ediyorken, yapay et çalışmaları ile beraber normal üretimlerden de en fazla verim alınmaya çalışılıyor.
Örneğin, 53 milyon besi hayvanı bulunan Arjantin, dünyanın başlıca et ihracatçılarından biri konumunda. Bununla beraber iklim krizi söylemi üzerinden Arjantin ve birçok (gelişmemiş) Güney Amerika ülkesine çiftliklerdeki azot ve metan gazı salınımını azaltması gerektiği uyarıları yapılıyor.
Uzmanlar, iklim kriziyle mücadelede besi hayvanlarından çıkan gazın azaltılmasını “öncelikli hedefler” arasında sıralıyor.
Arjantinli yetkililer ve çiftçiler de bu hedef doğrultusunda besi hayvanlarından çıkan metan gazı oranını düşürme çabasında.
Bunun için, hayvanların “diyetlerinde” bazı yeni gıda ya da katkı maddeleri deniyor.
Ancak bazı uzmanlar, yeni uygulamaların etkili olabilmesi için “et tüketiminde de azalma olması gerektiğine vurgu yapıyor” Bu nokta da akıllara, “Tüm dünyanın vegan olması gerektiği amacı mı güdülüyor?” sorusu geliyor…
Eğer gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler hayvan çiftliklerden çıkan sera gazı salınımını azaltmazlarsa, cezai yaptırımlar ile karşılaşacaklar.
Arjantin (53 milyon), Brezilya (214 milyon), Hindistan (185 milyon), hayvan sayısı ile en üst sırada bulunan ülkeler arasında yer alıyor. İklim krizi söylemlerinde en çok bu ülkelerdeki çiftlikler haberlere konu ediliyor.
Öte yandan ABD (94 milyon) gibi büyük bir hayvan sayısı rakamına sahipken Amerika, hem sanayisi ile hem de çiftlikleri nedeniyle iklim krizine katkı sunmasına rağmen en az konuşulan ülkeler arasında yer alıyor.
Dünya besi hayvancılığının zirvesinde bulunan gelişmemiş ülkelerin ellerindeki bu değerli üretim varlığı, gelişmiş ülkelerin “sanayi atıklarından kaynaklanan iklim krizi” etkeni göz ardı edilerek ve iklim krizi bahane edilerek azaltılmaya çalışılıyor.
Gelişmiş Avrupa ülkeleri, dünya hayvan varlığının %30-40’ına sahip olmalarına rağmen, dünya toplam hayvansal üretiminin %75-80’ini ellerinde tutuyor.
Buna karşın Türkiye’nin de içinde bulunduğu az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler dünya hayvan varlığının %60-70’ini ellerinde bulundurdukları halde, dünya hayvansal ürün üretiminin %20-30’unu gerçekleştirebiliyorlar.
Yani özetle gelişmiş ülkeler cezai yaptırımları kararlaştırırken, gelişmemiş ülkeleri de suçlu ilan ediyorlar.
İnek ve sığırlardan çıkan metan ve azot gazlarının gerçekten de “bir iklim krizi oluşturup oluşturmadığı veya ozon tabakasının delinmesine katkısı olup olmadığı” bağımsız araştırmalar ile teyit edilemiyor.
Dünya’nın milyonlarca yıldır belli yaşam türlerine ev sahipliği yaptığı düşünüldüğünde, ineklerin gazlarının neden geçmişte değil de bugün sorun haline geldiği merak ediliyor!
Dünyada insan faaliyetlerinden kaynaklanan ve atmosfere salınan zararlı gazların yüzde 14,5’i hayvan çiftliklerinden geldiği hesaba katılarak, fatura ve söylem daha çok çiftlikler üzerinden gelişmemiş ülkelere kesiliyor.
Araştırmalara göre, 21. yüzyılın ilk çeyreğine gelindiğinde, ‘Sanayi Devrimi’nin başladığı 18. yüzyıldakine göre’, (örneğin 1750 yılı ile karşılaştırıldığında), atmosferdeki karbondioksit oranının yüzde 40, metan gazı oranının da yüzde 150 arttığı sonucuna varılıyor.
Gelişmiş ülkeler, dünyayı harap ederken, doğal bir üretim olan besi hayvanları, sanayi atıkları ile kıyaslanarak asıl etkenmiş gibi sunuluyor!
HABERE YORUM KAT