1. YAZARLAR

  2. Etyen Mahçupyan

  3. İkinci Saylan vakası mı?
Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

İkinci Saylan vakası mı?

16 Eylül 2009 Çarşamba 11:03A+A-

Türkan Saylan etrafında yaşanan tartışmaları hatırlıyoruz... Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin bazı üyelerinin Ergenekon ağı ile doğrudan ya da dolaylı ilişkisini tespit eden ve muhtemelen bu derneğin sivil manipülasyonlarda ne denli aktif olduğunu da bilen savcılar, mahkemeden arama emri çıkarıp Saylan’ın evine gitmişlerdi. Ancak bu sefer özellikle titiz davranmışlar, gündüz vakti gelmişler, hatta bir bilgiye göre geleceklerini önceden haber vermişler ve arama sonucunda da bazı dokümanlarla oradan ayrılmışlardı. Ortada bir hakaret veya kötü davranış yoktu... Ancak laik kesimdeki aydınların tepkisi çok ilginç olmuş, Saylan korumaya alınmış ve bu yaşananlar doğrudan hükümet eleştirisi olarak kullanılmıştı. Mesele Saylan’ın görüşleri değildi... Çünkü o görüşlerle hiç uyuşmayan kişiler de bu koruma kervanına katılmışlardı. Anlaşılan kimliksel sahiplenme söz konusu olduğunda, fikir ayrılıkları bile anlamını yitirebilmekteydi ve bu hükümet sırf varlığıyla laik kesimde bir kimliksel sahiplenme refleksi yaratmaktaydı.

Bugünlerde ise Doğan Grubu’na gelen büyük mali cezayı konuşuyoruz ve ilginç bir biçimde yine laik kesimin birçok aydını söz konusu uygulamanın kasıtlı olduğunu, adil olmadığını söylüyor veya en azından kuşku belirterek hükümete mesafe alıyor. Açıktır ki hükümetlere mesafe almanın kendi başına olumsuz değil, aksine olumlu bir yönü var. Ama buradaki çıkış noktası önemli. Aynen Saylan vakasında olduğu gibi, burada da olaya itiraz edenlerle ‘mağdur’ arasında fikirsel veya etik bir birliktelik kurmak zor.

Doğan Grubu’nun şirket olarak tekelci konumu, medya dünyasının çalışanlarına karşı işveren gücünü acımasızca kullanması zaten bilinen bir şey. Ayrıca bu Gruba ‘kimliğini’ veren Hürriyet gazeteciliğinin de misyon olarak nasıl devlet yanlısı manipülasyonların aracı ve heveslisi olduğunu, toplumsal tahriki şiar edindiğini, andıçların üzerine atlayıp gayrı ahlaki tutumlar alabildiğini, Ergenekon konusunda olduğu üzere haber gizlediğini ve daha beteri başörtüsüne ilişkin gördüğümüz üzere doğrudan yalan haber ürettiğini biliyoruz. Bugünlerde gelen cezaya kuşku ile bakanların bu tür gazeteciliğin yandaşı olduğu söylenemez.

O zaman bu kuşkunun temeli doğrudan hükümetin kendisidir. Yani insanlar zaten hükümetten kuşku duydukları için Maliye’nin kestiği bu cezaya da ihtiyatla yaklaşıyorlar. Öte yandan hükümete duyulan kuşkunun tamamen hükümetin davranışlarından kaynaklandığını doğrusu hiç sanmıyorum. Bence bu kuşkuyu yaşatan şey içimizdeki ‘laik refleks’... Farklılığın hissedilmesi ve tanımlanması, kendi kimliğimizde olmayanların uygulamalarına şüphe ile bakarken, kendi kimliğimize yakın olanlara yönelik de bir sahiplenme duygusu yaratıyor.

Şimdi gelelim itirazlara... Bakalım ne kadar anlamlı. Üç tür itiraz mümkün ve bunlar zımnen veya açıkça söyleniyor: 1)Hiç ceza verilmemeliydi; 2) Daha az ceza verilmeliydi; 3) Başkalarına da ceza verilmeliydi.

Birinci nokta ile ilgili olarak, bu ülkede yıllardan beri süregiden bir maliye denetimi ve bunu destekleyen bir mali hukuk var. Vergi kaçakçılığının cezası büyük ve yapanlar da bunu bilerek yapıyorlar. Doğan Grubu’nun bu cezayı hak eden suistimali yapmamış olduğu mu iddia ediliyor? İspatı kolay. Çünkü bütün ceza kesimlerinde bir itiraz ve savunma süresi var. Eğer Doğan Grubu suç işlememişse bunu kanıtlamak ve kamuoyuna anlatmak mümkün. Diğer bir deyişle eğer ortada bir haksızlık varsa, zaten oldubittiye getirilme ihtimali yok. Öte yandan şirketin ‘anlaşmaya gitmek’ istemesinden anlıyoruz ki ortada anlaşmayı gerektiren bir suistimal de var.

Gelelim ikinci itiraza. Cezanın ‘çok’ olduğunu söyleyenler acaba hangi hukuki veya mali kritere dayanarak konuşuyorlar? Yoksa buradaki ‘çok’ esas olarak psikolojik mi? Cezanın büyüklüğünün tek nedeni suistimalin de büyüklüğüdür... Çünkü cezaların baz rakamı yapılmış olan usulsüzlüğün ima ettiği gelirdir. Diğer bir deyişle cezayı çok bulanlar, acaba cezadan geri dönüp bu usulsüzlüğün ne denli ‘çok’ olduğunu niçin düşünmüyorlar? Ayrıca cezayı çok bulup, daha az olmasını istemenin ahlaki temeli ne? Herhalde devletle pazarlık etmenin ‘ahlak’ üretecek hali yok.

Böylece üçüncü noktaya geliyoruz. Cezanın adaletsiz olduğunu söyleyenlerin asıl meramı bunun sadece Doğan Grubu’na uygulanması veya ‘diğerlerine’ uygulanmaması. Öncelikle şunu belirtelim, iş dünyası ile ilişkisi olanlar bilir, bu tür cezalar irili ufaklı neredeyse yüzlerce firmaya yıllardır uygulanageldi. Bunları çoğu zaman duymuyoruz, çünkü firmalar duyulmasını istemiyorlar. Yani bu cezanın sadece Doğan Grubu’na uygulanması söz konusu değil. Peki, ya ‘diğerlerine’ uygulanıp uygulanmadığı? Öncelikle soralım: ‘Diğerlerinin’ de aynı suistimali yaptığını nereden biliyorsunuz? Eğer böyle olaylar varsa gazetecilik tam da bunun için değil mi? O zaman Hürriyet’in de gazetecilik yapıp ‘diğerlerinin’ foyasını meydana çıkarması beklenmez mi? Yoksa esas mesele ‘diğerleri’nin kendisi mi? Yani bize benzemeyenler... Yani acaba asıl mesele bir kimliksel sahiplenme refleksi mi? Kısacası ikinci Saylan vakası mı yaşanıyor?

TARAF

YAZIYA YORUM KAT