İkilem
Karar vermenin çok zor olduğu anlar vardır.
Özellikle vicdanla ilkenin çatıştığı anlarda bir tercih yapmak o kadar kolay değildir.
Dün, böyle bir ikileme iyi bir örnek olacak ve hukuk literatürüne girecek bir olay yaşandı.
Biliyorsunuz, “Hayata Dönüş Operasyonu” adı altında hapishanelere yapılan o korkunç baskınlarda birçok mahkûm hayatını kaybetmişti, bazıları sakat kalmıştı.
Koğuşlara giren askerler mahkûmlarla tutuklulara ateş açmışlardı.
Şimdi o katliamın duruşmaları yapılıyor.
O facianın sorumlusu olarak yalnızca sıradan askerler yargılanıyor.
Esas kararı verenler ortada yok.
Yargılanan askerlerin suç işlemiş olmaları, mahkûmları öldürmüş olmaları, vahşice davranmış olmaları mümkün, zaten bunun için yargılanıyorlar.
Bu askerleri savunmak için Baro bir avukat atamış.
Askerleri savunmak için mahkemeye giren avukat, “ben askerleri savunmaktan vazgeçtim, ben bu operasyonda haksızlığa uğrayanları savunacağım” demiş.
Bunu duyan her vicdan sahibi insanın neredeyse bir refleksle avukatı alkışlayacağını sanıyorum.
Bizim yazı işlerindeki ilk tepkimiz de bu oldu.
Vicdana ve insanlığa uygun bir tepki olarak gördük bunu.
Ama sonra tartışmaya başladık.
Avukatın davranışı vicdana uygundu ama ilkelere uygun muydu?
Avukatlık mesleğine uygun muydu?
Mesleğin kurallarına uygun muydu?
Tek bir olayda “vicdanlı” davranmak adına, o vicdanı bütün olaylarda sağlam tutmak için oluşturulmuş genel ilkeleri çiğnemek, son tahlilde vicdana mı hizmet eder?
Hukuk açısından baktığınızda, o davada yargılanan askerlerin de “savunma hakkı” kutsaldır.
“Savunma hakkı” insan vicdanının ve adalet duygusunun bulduğu ve uyguladığı bir kural.
Kim olursa olsun, ne yaparsa yapsın, yeryüzündeki her insan, her davada savunma hakkına sahiptir ve bu savunmayı yerine getirmek de avukatların görevidir.
Doktorların yeryüzünün en aşağılık, en rezil insanlarını tedavi edip iyileştirmeleri gibi, avukatlar da dünyanın en kanlı katillerini, en büyük canavarlarını savunurlar meslekleri gereği.
Ha, bu tür insanların savunmasını almayı baştan reddeden bir avukat olabilirsiniz, “gidip başka bir avukat bul” diyebilirsiniz, dünya avukatlarla dolu, sizin bu tercihiniz sanığın savunma hakkını zedelemez.
Siz ilkelerinizle vicdanınızı çarpıştırmadan avukatlık yapma dürüstlüğünü gösterirsiniz.
Ama kendisini savunamayacak birilerine sizi avukat atamışlarsa, siz onları mahkeme salonunda terk edebilir misiniz?
O askerleri savunmak için duruşma salonuna giren bir avukatın, “ben bunları savunmayacağım, karşı tarafı savunacağım” demesi, savunmakla yükümlü olduğu insanları daha baştan “suçlu” ilan etmek ve mahkemeyi de etkilemek olmaz mı?
Ayrıca siz o askerleri savunmayı bu kadar açıkça, herkesin gözü önünde, “vicdan” adına reddederseniz, bir daha hangi avukat bu davayı kolaca sırtlanabilir?
Üstelik bu askerlerin parası da yok.
Kendilerine bir avukat da tutamayacaklar.
Pek, o askerleri kim, nasıl savunacak şimdi?
Avukatın davranışı, askerlerin beraat etme ihtimalini daha baştan torpillemiyor mu?
Bakın, “Hayata Dönüş Operasyonu” insanlığa aykırı bir operasyondu, hiçbir vicdanlı insan öyle bir operasyonu kolayından savunamaz.
Ama bu tek bir “olayda” siz bir avukat olarak “vicdanlı” davrandığınızda, insanlık tarihinin en büyük kazanımlarından biri olan “savunma hakkının” kutsallığını zedelemiş olmaz mısınız?
“Savunma hakkı” insan vicdanının bulduğu bir ilkedir.
İnsanlığın ortak vicdanının ürünü olan “kutsal” bir ilkeyle, tek bir olayda vicdanımız çatıştığında ne yapacağız?
Ben, insanlığın ortak vicdanının ilkelerini korumanın, tek bir olayda suçluları cezalandırmaktan daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Herkes gibi ben de o avukatı anlıyorum.
Ama insanlığın “ortak haklılığını” korumanın, tek bir olayda haklılıktan yana çıkmaktan daha önemli olduğuna inanıyorum.
Çünkü o “ortak haklılık” bazen bir suçlunun kurtulmasına izin verse de, genelde binlerce suçsuzun hakkına kavuşmasını sağlıyor.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT