İki ‘şeb' (gece); ‘Şeb-i Arûs' ve ‘Şeb-i Yeldâ'…
Bugünlerde iki gece var, kültürümüzde..
‘Şeb-i Arûs’ ve ‘Şeb-i Yeldâ’..
‘Şeb’, bilindiği üzere farsçada‘gece’ demektir.
‘Şeb-i Arûs’ 17 Aralık’a denk geliyormuş..‘Düğün gecesi..’ demek olup, Mesnevî müellifinin deyimiyle, öldüğü geceyi, ‘Allah’a kavuşmak’ şeklinde değerlendiriyor..
Nitekim , şöyle diyordu:
‘Öldüğüm gün tâbutum götürülürken
Bende bu dünya derdi var sanma!
Benim için ağlama,
"Yazık" . "ahh- vah!" deme!
Şeytanın tuzağına düşersen, (..)
Beni toprağa verdikleri zaman,
"Elveda, Elveda" demeye kalkışma!
Mezar, Cennet diyarının perdesidir.(…) ‘
‘Şeb-i Yeldâ’ ise, ‘en uzun gece’ demek olup, güneş takvimine göre, yılın en uzun gecesi olan 21 Aralık için kullanılır.Bir şair ise,"Şeb-i Yeldâ’yı müneccimle muvakkıt (vakit ölçen) ne bilir; Mübtelâ’y-ı gam’a sor ki, geceler kaç saat?"demiş..
*
1961’de, Konya’da tam da bu günlerde, ‘duyuru kuleleri’ denilen mekânlara yapıştırılmış ve kağıtlarda, kocaman harflerle yazılmış ‘Dünya dünya olalı, toprak, koynuna Mevlâna gibi birini almamıştır..’ şeklindeki ve, hiç bir sınırtanımayan bir tuhaf cümle, ürperticiydi.
Tabiî, genç idik, bazı sorumlulara, itirazımızı bildirdiğimizde, karşımdaki sorumlu kişi, ‘Peygamber’lerin yeri ayrıdır, biz bunu bilmiyor muyuz?’ diye dikleşmişti.
*
Mevlevîhaneler bizim kültürümüzün bir parçasıdır; doğru.. Ama, bizim inancımızın en temel ölçülerini zorlayacak sözlerden kaçınmak , bugün de gereklidir..
Afganistan’ınMezar-i Şerifveya Belh diye anılan şehrinden olduğu için CelâleddinBelhîveyamovlevîdiye anılan, bizde ise genelde CelâleddinRumî diye bilinen anılan bu büyük bir kabiliyetin Rûmî sıfatına bakarak, onuRûm sanan çok kimse vardır..Halbuki, bu ‘Rumî’ sıfatı, Roma İmparatorluğu topraklarında oturanlara verilen eski bir niteleme olup, Anadolu’ya da Diyâr-ı Rûm denilmesi, eskiden kalma, ‘galat-ı meşhûr’ denilen ifade tarzıdır.
*
Celâleddin Rûmî,evet müthiş bir kabiliyet.. Öyle, vezin hesaplarıyla şiir söyleyen birisi değil.. Devamlı arkasından gitmekte olan yazıcıları, onun her söylediğini yazıyorlar..Onbinlercebeyt böyle çıkıyor meydana...
Ancak, o, kendi hayatını üç devreye ayırır ve ‘Ham bûdem, puhteşodem, suhteşodem/ (Ham idim, piştim, yandım..) der.
Ayrıca, Hz. Peygamber(S)’in ‘İnsanlara akıllarına göre hitab ediniz..’ buyurmasını örnek göstererek, CelâleddinBelhî /Rûmî, ‘Ömrüm boyunca, sıradan halk kitlelerine,âvam’a, ârifler ve Sultanlara hitab ettim. Bu üç sınıfın her birine akıllarına göre hitab ettim. Sultanlar huzurundaki sözlerini âriflere veya ârifler huzurundaki özlerini de âvam’a söylemek olmaz’der.
Celâleddin’in sözlerini değerlendirirken, her iki ölçüyü de unutmamak gerekir.. Keşke, kendi eserlerini gözden geçirmek imkânı bulsaydı..
Yani, hamlık/ gençlikyıllarında söylediklerini, pişmişlik veyanmışlık dönemleri için de söylenmiş gibi kabul etmek doğru olmayabilir. Esasen o da, ‘Ben Muhammed Muhtar’ın yolunun tozuyum. Benim sözümden, bundan başkasını kim naklederse, ben ondan da bizârım, o sözlerden de bizârım. ' demişti. Bu bakımdan, kendisinin sözleri hakkındaki bu ölçüyü bir vasiyet gibi kabul etmek mümkündür.
*
Ve bir öneri:
‘ŞEB-İ ARÛS’ PROGRAMLARI BU YIL YAPILMAMALI..
Evet, bütün bunlardan sonra.. Bir noktaya dikkat çekmek istiyorum..
Siyonist İsrail rejimi bu zamana kadar 75 yıl boyunca yaptıkları onca zulüm örneklerinin üstüne ‘tüy dikmek’mesâbesinde olacak şekilde, Gazze ve Batı Şeria’da iki aydan fazla zamandır onbinlerce çocuk, kadın ve savunmasız diğer insanların katledilmesine karşı, Amerikan emperyalizmi ve 1-2 istisnasıyla Avrupa ülkelerinin bütününün gözcülüğü altında işlenen korkunç barbarlık ve canavarlık devam ederken; -velev ki, çok güzel ilâhîler de icra edilse bile-, ‘Şeb-i Arûs’ programlarını hiç bir şey olmamış gibi sürdürmekte bir yanlışlık yok mudur?
Hani, ‘İslam Milleti bir bütündü, o bedenin her bir yerindeki acılar bütün bedenimizin her hücresince hissedilmeli’ değil miydi? Ve, biz İslâm Milletiolarak, bu beynelmilel bir şerrittifakı’na karşı, en azından, onlardan geride kalmamalı değil miyiz?
STAR
YAZIYA YORUM KAT