1. YAZARLAR

  2. SİNAN ÖN

  3. İki ölümün hatırlattıkları…
SİNAN ÖN

SİNAN ÖN

Yazarın Tüm Yazıları >

İki ölümün hatırlattıkları…

13 Ocak 2025 Pazartesi 19:38A+A-

Ölüm haberini alınca sosyal medya hesabından bir gönderi yayımlayan Ulusal Birlik (RN) Genel Başkanı Jordan Bardella: "Her zaman Fransa'ya hizmet etmiş bir adam" diyordu onun için.  O, “Fransa ordusunun üniformasıyla birçok yerde görev yapmış, Ulusal Meclis ve Avrupa Parlamentosu'nda halkın sesi olmuş, her zaman Fransız ulus kimliği ve egemenliğini savunmuş” bir vatanseverdi.

Dolayısıyla ailesinin, Fransız haber ajansı (AFP) üzerinden yayımladığı bir açıklamayla: "Etrafı kendisini sevenlerle çevriliyken" yaşamını yitirdiği kamuoyu ile paylaşılmıştı.

Oysa aynı kişi başkaları için nefret ekip biçen, her gün ölmesi arzulanan biriydi. Örneğin L’Humanite Gazetesi hakkında: “Nefret onun işiydi” başlığını atıyordu. Çünkü o, “çok büyük bir günah” işlemiş ve bu yüzden kızı tarafından kurucusu olduğu partiden dahi ihraç edilmişti.

İhraç sebebi göçmenlere karşı amansız ırkçılığı, provokatörlüğü ya da İslam karşıtlığı değildi. Hatta vakti zamanında Cezayir’de bağımsızlık savaşı veren Müslümanlara yaptığı işkenceler sayesinde kahraman olarak görülüyordu. Ancak seküler dünyanın öyle bir tabusuna dil uzatmıştı ki; bu günah, Paris Cumhuriyet Meydanı’nda toplanan “faşizm karşıtı Fransızların” şarkılar ve danslar eşliğinde onun ölümünü kutlamalarına yetiyordu. Çünkü o,”Yahudi soykırımı” hakkında “Tarihte küçük bir detay” deme gafletinde bulunmuştu.  

Birçoklarınız kimden bahsettiğimizi anlamıştır sanırım. Ulusal Cephe partisinin kurucusu, ırkçı Jean-Marie Le Pen geçtiğimiz günlerde öldü. Onun işi artık hesap gününün sahibine kaldı. “Etrafı kendisini sevenlerle çevriliyken” ölmesi onun hesabını kolaylaştırmayacak. Kaldı ki, salt korkudan kaynaklanan “saygı” sadece bir yanılsamadan ibarettir ve bir ırkçı sevmeyi bilmediği için ırkçıdır. Bunun adına sevgi denmesi abestir. Yoksa “muhteşem bir dava adamı” sudan bir sebep uğruna, en yakınları tarafından bile terk edilip, dışlanır mı? Bir baba, kızının yaptığını hainlik olarak niteleyip, “Senden utanıyorum, bir an önce evlen ve soyadını değiştir” çağrısı yapar mı? Birbirlerine karşı bu nefreti besleyen baba-kızdan, ırkçısı oldukları ulusa dahi fayda beklenir mi?

Le Pen, asker olmasının yanında bir “hukukçu” ama hukukla pek bir alakası yok. Hayatı boyunca göçmenler ve Müslümanlar aleyhine ırkçılık ve provokatörlük yapmış; askerliği sırasında savaş suçları, siyasetçiliği sırasında nefret suçları ile gündemi meşgul etmiş biri. Yahudi soykırımı hakkında atıp tutmasa modern dünya yasa boğulurdu sanırım.  Bu tiplerin ölümü baharı anımsatıyor. Darısı yerli ırkçıların başına…

Diğer ölüm haberimiz ise biraz farklı. 2015 yılında görevini devreden ve birkaç gün önce ölen Uruguay Devlet Başkanı Jose Mujica, beş yıllık görev süresinde önemli “reformlar” gerçekleştirmiş. Eşcinsel evliliği tanımış, kürtajı yasallaştırmış; ölmeden önce: “Beni köpeğimin yanına gömün” diyerek hayvan sevgisini ispatlamıştır. Sistem için bundan âlası olamaz değil mi? Ama onun kusuru başka.

Eski başkan bir dergiye verdiği röportajda kendisine yöneltilen sorulara: “Mutluluğa değil, zenginliğe odaklanmış durumdayız, hayat geçip gidiyor.” “Fakir değil, tutumluyum. “Yoksulluğu değil, ölçülü olmayı ve ağır olmayan bavullarla yürümeyi seviyorum.” “Ben insanların geceleri yatacak bir saçak altı bile bulamadıkları dünyada, birilerinin 500 metrekarelik malikânelerde yaşamasını anlamıyorum. Evsizler için ev, su ve ekmek lâzım. Sen böyle bir dünyada özel uçağım olsun istiyorsun. Herkes daha fazlasını isterse, bir gün kimseye bir şey kalmayacak” cevaplarını vermiş, dolayısıyla sistem tarafından devlet ve sermaye düşmanı bir terörist ilan edilmişti. O, seküler sistemin arzularını yerine getiren bir devlet başkanı olsa da, kapitalizmin kutsal tabularına dil uzatmıştı.

İngiltere’de yaşayan Pakistanlı yazar Ziyaüddin Serdar, "Cenneti Arayan Adam" adlı kitabında yaşadığı bir olayı anlatıyor:

Selman Rüşdi'nin “Şeytan Ayetleri” kitabı üzerine, Rüşdi'nin arkadaşı Fay Weldon Tv'de konuşuyor ve İslam'a hakaretler yağdırıyordu. Konuşması sonradan, çeşitli platformlarda broşür olarak yayımlandı.

Bu broşürdeki "Müslüman" ifadesinin yerine "Yahudi" sözcüğünü koyarak bir avukat arkadaşıma gönderdim. Cevabı: "Eğer bu doğruysa, kendisini ifade bile edemeden hâkimin karşısında bulacaktır" oldu.

Sonra "Müslüman" yerine "Eşcinsel" ifadesini koydum ve Weekend Tv'deki eşcinsel arkadaşıma gönderdim. "Eğer böyle demişse, Londra sokaklarında yürüyemez" cevabını aldım.

Aynı denemeyi "Siyah" sıfatı ile yapınca da benzer tepkiyle karşılaştım. Weldon'a cevap niteliğinde bir yazı yazmaya karar verdim. Yazıyı editör arkadaşım Stuart Weir'e gönderdim bana cevabı: "Cevabın çok güçlü ancak orada yazılanlar doğru" oldu.

Yaşananlardan anladığım şu olmuştu: sekülerizmin mutlak doğruları sorgulanamazdı. Bazı insanların diğerlerinden daha fazla ifade özgürlüğü vardı. İslam'a hakaret sıradan bir olgu olurken, sekülerizmin üzerine bina edildiği olgular sorgulanamazdı...

Bu sorgulamayı ister Fransız ulusalcısı bir Faşist, ister sekülerizmin tüm arzularına olanak sağlamış bir Marksist yapsın fark etmiyor. Liberal kapitalist sistem tüm ilkeleriyle kendine biat edilmesini bekliyor. Kendine şirk koşulmasını ya da kimi ilkelerini sorgulayarak teslim olunmasını kabul etmiyor. Sorsanız din karşıtı dünyevi bir ideoloji ama bal gibi de kendi dinini dayatıyor. Sizce de öyle değil mi?

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum