İki hicret öyküsü ve bir “travma”
Hatırat okumak en azından benim için sadece geçmişi hatırlamaktan ibaret değil. Nostaljik tatlar sunuyor olsa da hatıratlar bireyin yaşanmışlıkları, tecrübeleri ışığında bir hafıza oluşturur. Bireyin yaşanmış tecrübesi merkezinde bir geçmiş bilgisi aktarırken okuyucu da geçmiş bilinci/tarih şuuru oluşturur. Yaşanmışlıkları yaşanmakta olanlara taşıması anlamında hatıratlar insan teki üzerinden sıcak, duygusal bir tarih kurarlar. Hatıratlara, kaleme alanın kişisel deneyimi çerçevesinde de olsa tarihin kurmaca yanını aşma girişimi olarak yaklaşırım.
Henüz tamamlanmamış olsa da Ali Ulvi Kurucu'nun hatıratlarının son dönemde okuduğum en çarpıcı kitaplardan bir olduğunu söylemeliyim. "Travma tartışması"nın yapıldığı şu günlerde bu ülkede neler yaşandığını, resmi söylemin ve çağdaşlaşma retoriklerinin iddialarının aksine teker teker Müslüman Anadolu insanının ruhunda nasıl iz bıraktığını bu anılar kadar insani boyutta ve çarpıcı biçimde aktaran başak bir metin örneği yok.
Ali Ulvi Kurucu'nun anılarını biricik kılan yanı kendi bireysel deneyimi ve ailesi etrafında 1950'lere kadar yaşanan altüst oluşların resmedilmesidir. Bir toplumun kültüründen koparılışı kendi deneyimi, hüznü, hayal kırıklıkları, arayışları ile olanca insani boyutuyla aktarılırken aynı zamanda bir devrin bakiyesi onlarca insanı tanıyorsunuz... Ve hepsinden önemlisi siyasal, ideolojik hesaplaşmadan çok bu altüst oluşu yaşayan bir insan ve onun iç dünyasıyla temas kuruyorsunuz. Hayatı boyunca yaşadığı şehirden dışarı bile çıkmamış birinin ailesiyle inançları uğruna toprağından kopup hicret edişinin burukluğunu yaşıyorsunuz rahmetli Kurucu'yu okurken.
Sabahattin Zaim'in anıları tamamen farklı bir ortamda ama aynı kaygılarla gerçekleşen hicret hikayesinin etrafında şekillenen deneyimi anlatıyor: Balkanlardan Anadolu'ya hicret eden bir Müslüman Türk ailesinin etrafında farklı bir travmanın hikayesi. Bu iki farklı göç hikayesini okumak son dönem yaşadıklarımızın, çelişkilerin, umutların, bir neslin içinden geçtiği süreci anlamaya yönelik önemli bir katkı sağlayacaktır.
Rahmetli Sabahattin Zaim Hoca'nın anılarından söz ediyorum. Aynı zamanda hocanın talebesi de olan İşaret Yayınları Editörü İsmet Uçma güzel bir iş yapmış. Yazılarından sonra, 800 sayfayı tutan anıları resimlerle birlikte titiz bir yayıncılık örneği sergileyerek basmış.
Sabahattin Zaim Hoca'nın hafızasının güçlülüğü bir yana ilkokuldan itibaren tuttuğu notlar ve arşiv niteliğindeki belgelerle kitap adeta bir sosyal-kültür tarihi özelliği kazanıyor.
Kendi hayat deneyimi etrafında 1930'larda Balkanlar'daki Müslümanlığı ve kültürü, diğerleriyle ilişkileri; doğup büyüdüğü topraklardan sökülüp atılışı, İstanbul'da yeniden başlanan hayat…
Hoca'nın anılarını anlamlı kılan bireysel hayat tecrübesi olduğu kadar, kendisiyle birlikte bir dönemin tüm tecrübelerini, dönüşümlerini de resmediyor olmasıdır. Özellikle 1950'den sonra muhafazakar- sağ camianın değişik renkleri ve eğilimleriyle birlikte tüm aktörleri, eylemler, bağlantıları anılarda geçit resmi yapıyor. Ali Ulvi Kurucu'nu anıları 50'ye kadar yaşanan tecrübeyi, dönemin psikolojisini anlamamız açısından ne kadar önemli ise Zaim Hoca'nın anıları da 1950'den bugüne kadar tüm tecrübenin anlaşılmasında ufuk açıcı bilgiler sunuyor.
Milliyetçi muhafazakarlıktan gittikçe her tonuyla İslamcılığa evrilen bir sürecin hikayesi… Aydınlar Ocağı'ndan Gümüş Motor deneyimine Uluslararası İslam Üniversitesi'nden İslam bankacılığına kadar adeta bir devrin tüm bağlantıları ayrıntılarıyla yer alıyor. Şaşırtıcı bir titizlikle verilen ayrıntılar, isimler ve olay örgüsü son elli yılın toplumsal süreçlerini anlamamızda müthiş bir resim sunuyor. Kendinin bulunduğu konum ve kişiliğinden kaynaklanan çok yönlü ilişkileri birbiriyle zıt gibi görünen farklı kanallar arasındaki bağlantıların kurulmasını mümkün kılıyor.
Demirel'le Saadettin Bilgiç arasında Adalet Partisi'ndeki anlaşmazlıkta arabulucu olarak giden heyette neler konuşulduğundan, Mülkiye'nin Osmanlı'dan kalma geleneklerine, dededen miras tasavvuf geleneği ile iç içe olması bir yana tasavvufi cemaatlerin yapılarından İlim Yayma Cemiyeti gibi hayır organizasyonlarını besleyen kanallara kadar etkisini hâlâ sürdüren oluşumların izdüşümleri tanık olarak ya da bizzat aktör olarak kitaba yansımış.
Eğer 1950 öncesi yaşananların toplumsal hafızada nasıl bir iz bıraktığını anlamak isterseniz yaşadığı toprakları terk edip Mısır'a, Hicaz'a giden bir ailenin hayatını, kendi iç dünyasını seslendiren Ali Ulvi Kurucu'nun hatıralarını okumalısınız. Hüzünle coşkunun, hayal kırıklıklarıyla umutların iç içe olduğu bir hayat hikayesi…
Yine aynı tarihte yüzlerce yıldır üzerinde yaşadığı topraklardan, Balkanlar'dan atılıp İstanbul'a hicrete zorlanan bir Müslüman ailenin karşılaştıklarıyla birlikte Türkiye'de yaşanan dönüşümüne hem tanık hem aktif olarak katılan Zaim Hoca'nın anıları "camia"nın hafızası gibi duruyor.
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT