İki dil
Aysel Tuğluk’la, Cemil Bayık’ın konuşmalarına baktım. Bazı kelimeler çarptı beni.
“İmha”, “inkâr”, “katliam”, “kültürel soykırım”.
Şu anda bir “imha ve inkâr” politikası izlendiğini, “katliamlar” yapıldığını ve “kültürel soykırım” yürütüldüğünü söylüyorlar.
Bayık, “Öcalan’la imzalanan protokollerin bir kandırmaca” olduğunu da ileri sürüyor.
Gerçeğin, birçok Kürt tarafından böyle algılandığı, önceki gün 18 yaşında gencecik bir Kürt kızının kendisini yakmasından da belli.
Kendimden pay biçerek şunu söyleyebilirim, biz Türklerin durumu anlaması mümkün değil.
Belki “bilinçaltımızdan” dolayı, belki gerçekleri gördüğümüz optik farklı olduğundan dolayı, belki bölgeye ve olaylara uzak olduğumuzdan dolayı bizim değerlendirmelerimiz bu “tarifleri” kavrayamıyor.
Tümüyle “iki ayrı dil” kullanıyoruz ve tümüyle birbirinden farklı değerlendirmelerimiz var.
Mesela, kendini yakan o küçük kızın geride bıraktığı son mektupta Hatip Dicle’den de söz ediliyor.
Dicle’nin mahkûm olduğu yasa tamamen faşizan bir yasa ve değiştirilmeli.
Benim görebildiğim kadarıyla BDP’nin bu yasanın değiştirilmesini talep etmesi gerekir.
Bunu talep etmesinin önünde bir engel yok.
Eğer Türkiye özgürleşecekse zaten bu tür yasaların mutlaka değişmesi gerekiyor.
Sadece Dicle değil, Kürt-Türk birçok insan bu yasanın kurbanı.
Ama BDP, “Bu yasayı değiştirelim” demiyor, önünde bunu değiştirme mücadelesi verebileceği bir siyasi alan olduğu halde o alanı kullanmıyor ve “Bu yasayı Dicle’ye uygulamayın” diyor.
Ben bunu tam anlayamıyorum.
Benim gibi birçok Türk’ün de bu maddeden başı dertte, neden bu maddeyi değiştirmek için ortak bir mücadele sürdürmüyoruz da, “bu yasanın Dicle’ye uygulanmamasını” istemek gibi hukuken mümkün olmayan bir talep peşinde gidiyor BDP?
“Bu madde Dicle’ye uygulanmasın” derseniz, bundan ne hukuki, ne siyasi bir sonuç almak mümkün.
“Bu yasayı değiştirelim” derseniz bundan sonuç almak çok mümkün.
Niye sonuç alabilecek bir siyasi mücadele biçimi tercih edilmiyor da asla sonuç alınamayacak bir talep ileri sürülüyor, bunu kavrayamıyorum mesela.
“Anadilde eğitim”, Kürtlerin hakkı ve bunun için de sonuna kadar mücadeleyi sürdürmeli.
BDP’nin katkısıyla hazırlanacak bir anayasayla bu sorun da çözümlenebilir.
Bugün bu sorun alabildiğine tartışılıyor, taraftar buluyor, anadilde eğitim birçok Türk tarafından da destekleniyor.
Bu sorunun dışında ben “kültürel bir soykırım” görmüyorum, Kürt kültürünün, Kürt sanatının yok edici bir baskı yaşadığını fark edemiyorum.
Yeni bir anayasa hazırlanacakken, aniden “demokratik özerkliğin” tek taraflı ilanını da anlayamıyorum.
Özerklik ilan edildi, şimdi ne olacak?
Bir ülkenin bir bölümündeki idari yapının “tek taraflı” olarak değiştirilmesi bütün topluma nasıl kabul ettirilecek?
Özerkliğin gereği olarak DTK ne yapacak, hangi alanlara devletin müdahale etmesini engelleyecek, hangi alanların denetimini kendi tekeline alacak ve bunu nasıl sağlayacak?
İkna metoduyla olmayacağına göre savaşla mı?
Ortada tümüyle birbirinden farklı iki “ayrı algı”, iki farklı “anlatım”, iki değişik değerlendirme var.
Dediğim gibi Türkler, duyarsızlıklarından, bilgisizliklerinden, bilinçaltı takıntılarından dolayı bunları anlayamıyor olabilir.
Ama Kürt siyasetçiler, kitleleri etkilemek için olayları abartıp, çarpıtıyor da olabilir.
Buna bir Türk karar veremez.
Bunları artık Kürtlerin tartışması, konuşması, değerlendirmesi lazım.
Ortada “imha”, “katliam”, “soykırım” var mı Kürtler karar vermeli.
Unutmayın ki Türkler de kendi aralarında “Balyoz” ve “Ergenekon” gibi davalarda anlaşamıyorlar, mesela CHP’ye göre ortada ne Balyoz, ne Ergenekon var, bunlar sadece “anti-demokratik bir baskının” sonucu.
Siyasetçiler, siyasi nedenlerle olayları değişik yorumlayabiliyorlar.
Gerçekleri bulmak zorlaşıyor.
Ve, on sekiz yaşlında çocuklar kendilerini yakıyor, yirmi yaşında çocuklar çatışmalarda ölüyor.
Gerçeği görmek ve gerekli önlemleri almak, her şeyden önce bu çocukları kurtaracak.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT