İflasa Sürüklenmek İstenen Siyaset
Türkiye’de devlet geleneği ve iktidar sınıflarının ne kadar güçlü olduklarına, birkaç seçim ve davayla tasfiye edilemeyecek kadar köklü olduklarına hep birlikte şehadet ediyoruz. Oysa ne kadar da erken başlamıştı ‘resmi ideoloji bitti’ hikâyeleri.
Hakikat şu ki; ‘Kemalist iktidar sınıfların yerini AK Parti döneminde yükselen muhafazakâr-dindar kesimler aldı’ söylemlerini analiz zannedenler çok çabuk açığa düştü. ‘Asıl tehlike ulusal sermayenin tasfiyesi yolunda küresel sermayeyle işbirliği yapmaya teşne durumdaki dindar siyaset ve sermaye çevreleridir’ vehimleri sahiplerini çarpmaya başladı bile. Seküler-ulusal iktidar sınıfları çok yıpranmış ve belli alanlarda geri çekilmiş olsalar bile zannedilenden daha güçlü, daha kurnaz ve yeni oyunlar kuracak kadar donanımlıydılar.
Kemalist iktidar sınıfları statükoyu korumak için sol/sosyalist çevreler gibi rejimin gadrine uğramış ‘mistik-dindar’ Fethullahçı hareketi de PKK-HDP gibi Kürtçü hareketi de epey zamandır ortak payda etrafında seferber etmeyi başardı yine. Batı’dan kopuşa, Batı’ya muhalefete hele hele Batı’ya bir alternatif oluşturmaya yeltenen siyaset tarzına karşı konuşlandırılacak aktör ve kurumların bu kadar renkli oluşunda bu seferberlik ruhunu oluşturan merkezin koordinasyon yeteneği yatmaktadır elbette.
Teklif mi Ahlaksız Yoksa … ?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun temsil ettiği siyasal çizgiyi açığa düşürmek, itibarsızlaştırmak ve nihayet toplumsal temsiliyetten azletmek namına sergilenen atakların sadece bileşenlerine bakmak bile ibret verici olmalı. Çünkü gerek bürokratik ve medyatik gerekse sermaye ve siyasi kadrolar marifetiyle çökertilmek istenen ana hedef toplumun özgün siyasi irade koyma ve yeni bir yapı inşa etme azmidir.
7 Haziran’a giderken topluma dayatılan süreç 7 Haziran sonrasında da aynen tekrarlanıyor. Siyasetin imkanlarına karşılık CHP, MHP ve HDP tarafından uygulanan % 60’lık blokaj makul bir koalisyona fırsat vermediği gibi seçim hükümetine de geçit vermedi. Siyasetin iş yapma, çözüm üretme ve geliştirme potansiyeli bizzat ‘siyasi kadrolar’ eliyle sabote edildi. AK Parti’yi ne pahasına olursa olsun iktidardan uzak tutma ortak paydasından hareket eden nefret ve intikam siyaseti, ağır bedeller ödeterek ülke ve toplumu terbiye etme yöntemine sarıldı.
Giderek tırmanan PKK saldırıları ve paralel seyreden ‘özyönetim’ ilanlarından kim sorumlu tutuluyor? Bu akıldışı süreçte katledilen asker ve polislerin cenazelerinde faturanın daima ama hiç başka bir aktör ve unsuru göz önünde tutmaksızın Erdoğan’a çıkarılmak istenmesine kimler zemin hazırlıyor? Soma’daki maden kazasından başlayıp Hopa’daki sel felaketine değin hemen her kötülüğün sebebini/hedefini Erdoğan’la eşitlemek üzere tutarsız ve ahlaksız olsa da muhakkak ki çok güçlü bir söylem ve perspektif inşa ediliyor. Bu söylem ve perspektif zannedilenden daha fazla yıpratıcı hatta yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Koalisyon kurulamamasının doğal sonucu 1 Kasım’da seçimin tekrar etmesine CHP ve MHP cephesinden gösterilen “ahlaksız teklife kapalıyız” tepkileri ne yazık ki ahlaki bir kaygı ve duruştan kaynaklanmıyor. Tersine son derece ahlaksız bir hesaba dayanıyor bu pozisyon alış. Çünkü bir taraftan en son olarak % 41 toplumsal desteğe sahip AK Parti’yi yanında durulamayacak kadar gayrı meşru bir oluşum olarak topluma lanse etme hesabı yatıyor. Diğer taraftan da AK Parti’yi salt HDP ile yan yana getirerek “PKK’yı Bakanlar Kurulu’na soktular” isnatlarıyla çürütme planlarına sarılıyorlar.
Asli Kusur Nereden Kaynaklanıyor?
Tam da bu süreçte AK Parti Hükümeti’nin Suriye ve Irak üzerinden diplomatik bir çıkmaza sürüklenmesi için muhalif partiler neredeyse Esed rejimi ve İran kadar uğraş veriyorlar. Ancak bütün uğraşlara ve uydurma haberlere rağmen ne OHAL ilan ettirebiliyorlar ne de OHAL dönemi uygulamalarından biri olan bölge halkına silah doğrultma, köy boşaltma, sivil katliamı gibi 90’lı yıllar uygulamalarına örnek bulabiliyorlar. Özyönetim ilan edilen beldelerde oynanan çadır tiyatrosu ne istenen talebe muhatap oldu ne de beklenen gürültüye vesile olabildi.
Her geçen gün Kandil’deki savaş lortlarının emir ve talimatları altında ezilen HDP’nin ideolojik formasyonu bir dönem daha dinamik bir taban tutmanın aracı olsa da toplum nezdinde kendi rotasını çizmekten aciz bir partiden başka bir anlam ifade etmeyecektir. HDP’nin Meclis’te, özyönetimlerin yerelde Kandil’den bildirilen emirlere hiçbir mantık, vicdan veya fayda-zarar hesabı yapmadan tabi olarak alabileceği mesafe çok uzak sanılmamalı. Makul bir siyasal akla sahip olanlara PKK’nın kendi öz evladı HDP’yi itibarsızlaştıran, çürüten ve kokuşturan stratejisini iyi takip edip kamuoyuna taşımak yeter de artar bile.
AK Parti 12 Eylül’deki kongresini ve 1 Kasım seçim sürecini eğer eski günahlarından, yanlış tercihlerinden, tembellik ya da kibir gibi hastalıklarından arınma vesilesi kılarsa siyaset üreten tek aktör olarak eski itibarına kavuşur. AK Parti’yi çürüten asli kusurlar silsilesi dışarıdan değil içeriden kaynaklanıyor çünkü.
YAZIYA YORUM KAT