İfade Özgürlüğü Olsun Ama Sadece Bizimkilere!
Cennet Uslu Atatürk aleyhine yayın yapıldığı iddiası üzerinden kopartılan gürültü neticesinde açılan davalara değindiği yazısında her fırsatta özgürlük talep eden Kemalistlerin muhaliflerine özgürlük tanımadıklarına dikkat çekiyor.
Cennet Uslu’nun Serbestiyet’te yayınlanan yazısı şöyle:
Sadece “Bizim” İçin Geçerli Bir Özgürlük Yaratmışlar!
Mayıs ayı içinde biri televizyon programında, diğeri Youtube’daki bir videoda Atatürk’e hakaret ettikleri gerekçesiyle iki kişi hakkında “Atatürk’ün hâtırasına alenen hakaret” ve “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” suçlamasıyla soruşturma başlatıldı ve tutuklama kararı verildi. Hemen ardından Derin Tarih dergisinin Mayıs sayısı da “Atatürk’ün hâtırasına alenen hakaret” suçlamasıyla toplatıldı.
Cumhuriyetçiler epey bir süredir AK Parti iktidarını ifade ve basın hürriyetini daralttığı, eleştirel ve/ya iktidar karşıtı düşünce ve haber sahiplerine baskı uyguladığı gerekçesiyle (haklı olarak) eleştirmekteydiler. Ayrıca cumhurbaşkanına hakaret suçlamalarının çokluğuna ve bu suçun çok geniş tanımlanıyor olmasına (yine haklı olarak) veryansın etmekteydiler.
Ne var ki, yukarıda bahsi geçen konuşma ve yazıların kriminal bir boyuta taşınması, AK Parti’nin ifade hürriyeti ihlallerinden yakınan bu kesimlerin verdiği tepki sayesinde mümkün oldu. Söz konusu tepki, maalesef sırf ilgili kişiler veya televizyonların sosyal ve sivil araçlar yoluyla “cezalandırılması” isteğiyle sınırlı kalmadı.
Bunun yerine, “Atatürk’ün hâtırasına alenen hakaret” eden bu kişilere savcıların “sessiz kalması”na tepki gösterdiler; haklarında soruşturma açılarak “ceza kanunlarına göre” cezalandırılmalarını talep ettiler.
Peki, değişen nedir?
İfade ve basın hürriyeti savunucusu görünen bu kişiler, nasıl oluyor da Atatürk “aleyhinde” gördükleri ifadelerinden dolayı insanların tutuklanmasını arzu eder hale dönüşüyor?
Cumhurbaşkanı sıfatıyla Erdoğan’a hakaret suçlamasıyla yapılan tutuklamalara itiraz ederken, Atatürk’e hakaret tutuklamaları yapılmıyor diye neden veryansın ediyorlar?
Daha önce -- örneğin “Erdoğan selfiesi” nedeniyle Nokta dergisinin başına geldiği gibi -- dergiler toplatıldığında basın özgürlüğüne ağıt yakan insanlar, nasıl oluyor da başka bir derginin Latife Hanımın mektubunu yayınladığı için toplatılmasından memnuniyet duyuyorlar?
Bu ülkede demokrasinin veya özgürlüklerin tutarlı bir ilkesellik temelinde savunulduğuna rastlamak, nadir karşılaştığımız bir durum. İki ana siyasi kampın elitlerinin büyük bir kısmı hakkı, hukuku, özgürlükleri, demokrasiyi kendi taraflarına, kendi iktidarlarına hizmet ettiği sürece başvurulacak bir kullan-at aparatı olarak görüyorlar.
Cumhuriyetçiler hem uzun süren devlet iktidarları, hem onu izleyen ve keza oldukça uzun süren hegemonik iktidarları boyunca, ifade hürriyeti konusunda neredeyse hep çok kötü bir sınav verdiler.
Ne zaman ki iktidar ellerinden kaymaya başladı; ne zaman ki yeni iktidar sahiplerinin gazabına uğramaya başladılar; ne zaman ki kendi ifade hürriyetleri kısıtlanır gibi oldu -- işte o zaman ifade hürriyetinin kıymetini anladılar. İktidarı hakka, hukuka, özgürlüğe ve demokrasiye davet etmeye başladılar.
Umulurdu ki muhalefette kalmanın verdiği feraset sayesinde, ifade hürriyeti (ve diğer özgürlükler) konusundaki yeni “hassasiyet”leri araçsallığın ötesine geçerek ilkesel bir boyuta ulaşsın. Tavizsiz ve ilkesel bir demokrasi ve özgürlük taraftarlığına evrilsin.
Maalesef söz konusu örnekler, en azından şimdilik, cumhuriyetçilerin hepsi olmasa da önemli bir kısmının ifade hürriyeti konusunda hassasiyetlerinin ilkesel olmayabileceğini gösterdi.
Yani “bizden” olanın hakkı hukuku ihlal edildiğinde özgürlükçü; o özgürlük kullanımı “bizim” taraftan insanların “canını sıktığında” hemencecik yasakçı oluveriyorsunuz.
Üstelik bu hal o kadar içselleştirilmiş ki, yapılan şeyde bir tutarsızlık göremiyorsunuz. İdeolojik-kültürel kabilecilik kaynaklı keyfilik ve tarafgirlik o kadar yerleşik, o kadar doğal hale gelmiş ki, tutarsızlığın farkına bile varamıyorsunuz.
Dünyayı kendi ideolojik-kültürel kabileciliği üzerinden gördüğü, merkeze kendini “kabilesini” yerleştirdiği için sadece kendi fikirlerine ve sözlerine hürriyet istemenin adaletsizliğini, gayri-ahlakiliğini, sürdürülemezliğini, savunulamazlığını fark edemiyorsunuz.
Hem bu tutarsızlığı sergileyebileceğiniz hem de demokrat veya özgürlükçü kalabileceğiniz zannına kapılıyorsunuz.
Hem bu tutarsızlığı sergiliyor, hem de bir sonraki olayda hiç duraksamadan iktidarı ifade hürriyetine saygıya davet edebiliyorsunuz.
İfade hürriyeti sınırlanacaksa, bu açıdan genel olarak sınırlayıcı bir kural veya ölçü arayışına da girmiyorsunuz.
Gerçi kendilerine göre bir ölçüleri var. Ama bu genel değil özel ve keyfi bir ölçü, yanlı bir ölçü: Bir şey bizim lehimize mi aleyhimize mi? Bir şey bizi hoşnut mu hoşnutsuz mu ediyor? Velhasıl o şey kime hizmet ediyor?
Daha önceki iki yazımda ifade etmeye çalıştığım gibi bu anlayış sadece cumhuriyetçilere (genel iradecilere) has değil; muhafazakârlar (milli iradeciler) bu konuda cumhuriyetçilerle aynı hatalı anlayışı paylaşıyor. Muhalefetteyken özgürlükçü, iktidardayken otoriter. Hepsinin yolu buraya çıkıyor.
Aslında, her iki kesimin elitleri de iktidarı ele geçirmek ve iktidarda kalmak uğruna Makyavelizmi rehber ediniyor. Ancak bu Makyavelizmi, sağına soluna çeşitli ilkelerden, değerlerden, kavramlardan, kutsallardan oluşan süsler asarak gizliyorlar.
Ama işte bu tür vakalarda, muhalefette olduğunuz dönemde bile “gerçek yüzünüz” ortaya çıkıveriyor.
Tutarlı ve samimi bir demokrasi taraftarı olmadığınız böyle olaylarda faş olunca, otoriterliğinden şikâyet ettiğiniz bir iktidar karşısında, uzun yıllardır muhalefette olmanıza rağmen niye hâlâ alternatif görülmediğinizin bazı ipuçları da ortaya çıkmış oluyor.
Her iki kesimin elitlerinin, düz bir ideolojik-kültürel kabilecilik üzerinden işleyen Makyavelizmi tercih etmelerine rağmen, fanatik taraftarlarını olduğu kadar kendilerini de ilke veya değerler üzerinden hareket ettiklerine inandırmış görünmeleri, işin en ilginç yanını oluşturuyor.
HABERE YORUM KAT