İçimizdeki şeytani işgalin farkında mıyız?
"İyilik, kötülüğün hiçbir direnç görmeden kendini yaygınlaştırması neticesinde hayatımızdan yavaş yavaş çekiliyor gibi gelmiyor mu size de? İyilerin gittikçe azalan iyilikleri artık bu dramatik tabloyu değiştirmeye yetmiyor sanki.Sıkıntılı bir gidişat bu"
Gökhan Özcan/Yeni Şafak
Kötülüğün kendini sakladığı yerler
‘Pastoral Senfoni’ kitabında, “Kötülük bize sevginin yokluğunda saldırma fırsatı bulur” diyor Andre Gide. Sevginin yokluğu… Bu devirde yokluğu en çok var olan şey sevgi… Kötülüğün saldırılarına bu kadar çok maruz kalışımız da belki buna işaret ediyor. Hepimiz kötülüğün saldırısı altındayız, tehlikedeyiz ve bunun tedirginliği içinde yaşıyoruz.
Kötülüğün saldırısı altındayız derken, bunu ille de dışarıdan gelen bir tehlike gibi anlamamak gerekiyor. Kötülüğün içimizden gelen saldırıları da var elbette; ama dışımızdan üstümüze üstümüze gelen kötülükler o kadar yoğun ve acımasız ki; bu durum, bizi içimizden gelen tehlikelere karşı körleştiriyor çoğu zaman. Bu iç zorlamalara karşı bir direnç, bir savunma çabası da geliştiremiyoruz bu yüzden.
Birileri insanlara “Kötü kimdir?” diye sorsa, bugünlerde yeryüzünün hemen her yerinde kahir ekseriyetle “Netanyahu” cevabını alacaktır. Gerçekten bu rezil kişi adeta kötülüğün tecessüm etmiş hali… Başka devirlerde başka isimler verilirdi bu soruya. Tarihte kötülüğün sembolü olmuş isimler var. Kendi başlarına da, arkalarında sakladıkları karanlık organizasyonlar, yapılar, tezgâhlar bakımından da çok haklı yakıştırmalar bunlar… Kahhar olanın kahrı Netanyahu’nun ve onun gibi şeytanlaşmış kimselerin üstüne olsun!
Son zamanlarda çokça yaptığımız bir şey bu; karalığı tartışmasız şeytanları taşlayarak içimize sızan karanlıkları aklıyoruz. Elbette Netanyahu ile aramızdan herhangi birinin kötülüğü kıyas kabul etmez. Ancak içinde yaşadığımız hayat o kadar kalınlaştı, katılaştı, kabalaştı, kötülük çeşitli kılıklarda insan davranışlarına o kadar sızıp yaygınlaştı ve bu o kadar sorgulanmaz hale geldi ki, buna şimdi dur diyemezsek muhtemelen tamamen ele geçirileceğiz. İçimizdeki şeytanî işgale karşı şimdi bir direnç cephesi kuramazsak, belki de yenildiğimizin farkında bile olmayacağız.
Herhalde yeterince açıktır; burada Netanyahu’yu kötülüğün en uç sembolü olarak kullanıyorum, kendi halinde yaşayan insanları bu katıksız kötülükten tenzih ederim. Ancak içinde bulunduğumuz uyuşma hali bu türden sert karşılaştırmaları, irkiltici ya da kışkırtıcı sarsıntıları gerekli kılıyor.
Baktığımızda insanlarda bir güzellik göremez haldeyiz çoğumuz; hep çirkinlik, günahlar, yanlışlar ve kir görüyoruz. Bu kötücül nazar içimizin ne halde olduğunun da bir göstergesi… Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmek inceliğinden uzağız. Bu da kalbimizden uzakta, çok uzakta yaşadığımız anlamına geliyor.
Kötülük kimilerinin kişiliğinde avaz avaz bağırıyor, onları hepimiz biliyoruz. Kimilerine ise sadece fısıldıyor, işte bunu göremiyoruz. Hayatı güzel kılan şey insanların ekseriyetinin iyilikte kötülükten daha fazla istikrar bulmasıdır. Peki soralım öyleyse; güzel mi dünya bugün, güzel mi bizim toza dumana, övgüye sövgüye, kırıma yıkıma ve dinmeyen bir kargaşaya boğulan hayatlarımız?
HABERE YORUM KAT