İçimizdeki düşman
Bugüne kadar dinlediklerimiz abartılı olabilir; ama mutlaka bir gerçek payı da vardır. Her yanımız düşman kaynıyor olamaz. Milletin başka işi gücü yok mu? Meselâ dış düşmanlarımız. "Uluslararası ilişkilerde kalıcı dostluklar veya düşmanlıklar yoktur, çıkarlar vardır" reel politiği, herkesin aynı anda düşmanımız olamayacağını anlatmıyor mu? Demek ki çıkarlarımızın uyuştuğu dostlarımız da pekâlâ mevcut. Ve zamanla eski düşmanlar dost olabiliyor.
Son örneği Suriye. Ya iç düşmanlarımız? Kim bunlar? Her gün otobüste giderken, parkta otururken, bir alışveriş merkezinde dolaşırken karşımıza çıkan insanlardan biri iç düşmanımız olabilir mi? Bunların bir merkezleri var mıdır? Sayıları ne kadardır? Amaçları nedir? Bizim ülkemize, halkımıza, devletimize düşmanlık ederek hangi kazancı elde edeceklerdir? Devletin istihbarat birimleri bu "içimizdeki düşmanlar" hakkında ne bilgiler toplamıştır? Kaç kişiyle ve farklı hangi amaçlarla karşı karşıyayız? Bunların verecekleri zararları engellemek için devletimiz hangi tedbirleri almıştır? Yanımızda, etrafımızda dolaşan düşmanlarla baş edebilmek için, vatanına ve devletine bağlı vatandaşlar olarak bize düşen görevler nelerdir?
Bu soruların peşini takip ederseniz esen fırtınaların kaynağını bulmuş olursunuz. Askerimiz bize, içimizde düşmanlar olduğunu söylüyor. Bakıyoruz, ama göremiyoruz. Sonra o düşmanı görebilen keskin gözler, bize o düşmanı görünür kılmak üzere, o düşman adına bazı düşmanlıklar tezgâhlıyor. Cinayetler, komplolar planlıyor ve icra ediyor. Hepsi ne için? İçimizde düşmanlar olduğuna ikna olmamız için. Bu düşman icadının ve düşmanlıkların, bu düşmanların hakkından gelebilecek yegâne kurumumuz olan ordumuzun devlet üzerindeki vesayetinin bahanesi ve askerlerin ayrıcalıklarının gerekçesi olduğunu söyleyen "asker düşmanları"na inanıp inanmamak ayrı bir mesele. Daha temelde bir sorun var: Düşmanı görüp tanıyacak, bize tarif edecek yetenekte ve beceride, velev ki bu düşmanlar gerçekten mevcut olsa onların hakkından gelecek donanımda birileri var mı? Ordumuzdan bahsediyorum.
Ordusuna güvenen halk; Halkına güvenmeyen Ordu
Bu mukayese entelektüel bir psikiyatrist olan dostum Erol Göka'ya ait. Halkın orduya güvendiğini, askerlerimiz gururla ifade ediyor. Peki bu doğruysa, askerine güvenen halka, asker neden güvenmiyor? Sandıkta yanlış kararlar aldığını, laikliği ve cumhuriyeti ona karşı korumak gerektiğini, hatalarının ancak darbelerle düzeltilebileceğini düşünüyor? Bu halkın reşit olmadığını ve sürekli vesayet altında tutulması gerektiğini öne sürüyor? O zaman güvenilmez bir halkın güvendiği orduya gerçekten güvenilebilir mi? Bu tutarsızlığı açıklamanın tek yolu var: Askerin ülkeyi yönetmek için bol miktarda içimizdeki düşmana ve her an hata yapmaya hazır bir halka ihtiyacı var. Eğer içimizde düşmanlar yoksa, halkımız en doğru kararları veriyorsa askerin dayanılmaz ağırlığına ne gerek var? Hakikaten bu durumda, yağıp gürleyen askerleri dinlemek yerine daha ciddi işlerle uğraşmamız gerekmez mi?
Bunun için önce Özel Harp'in Kozmik Odası'nda bir kuyumcu titizliği ile çalışan Ağır Ceza Yargıcı'nın bir yanlış tercümenin izini sürdüğünü hatırlamalıyız. Özel Harp Dairesi'nin talimatnamesi "Sahra Nizamnamesi" ABD'de hazırlanan "Field Manuel 31-15"in tercümesi. Bu tercüme yanlış yapılmış. Orijinalinde, ülke dışındaki askerî operasyonlar için önerilen yöntemler, yanlış tercüme sonucu ülke içinde, yani "içimizdeki düşmanlar" için uygulanmış. Ortalığa dökülüp saçılanlar doğruysa, Özel Harp suikastları sonucunda ölenler, bu yanlış tercümenin kurbanı.
Ehliyet ve beceri konusunda bize fikir verecek en iyi örnek 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı. Gayri nizami savaş örgütünü bizimkiler haklı olarak önce Kıbrıs'ta görevlendiriyor. Gayri nizami savaşı adam öldürmek olarak anlayan Özel Harpçilerimiz, adada Türk-Rum ortak yaşamını savunan bir Türk sendikacıya suikastla işe başlıyor. Yıllarca Özel Harpçiler Türkiye'den giden öğretmen veya bankacı kimliği ile bir gerilla savaşı örgütlüyor. Sonunda beklenen gün geliyor. Türk ordusu Ada'ya çıkarma yapacak. Çıkarma hazırlıkları yapılırken, Ada'daki Özel Harp teşkilatından, çıkarma bitene kadar hiçbir bilgi alınamıyor. Sonradan bu kopukluğun, bilgilerin gizliliği konusunda çok titiz olan Özel Harpçilerin bürokratik beceriksizliğinden kaynaklandığı anlaşılıyor. Gizli dosya komutanlığa ancak iş işten geçtikten sonra ulaşıyor.
Taraf Gazetesi'nin 2 Haziran 2008 tarihli "Özel Harp" haberinin değerini çoğu kimse kavrayamadı. Bu haber, Seferberlik Tetkik Kurulu bölge başkanlıklarının sayısının tedricen iki katına çıkartılacağını ve bu örgütün görev alanının her konuyu kapsayacak şekilde değiştirildiğini konu ediyordu. Yeni gayri nizami harp yaklaşımında yurtiçi uygulamalar bölümünde "Fizikî, ekonomik, psikolojik, siyasî vb. işgal ve/veya teşebbüs durumunda işgali ortaya çıkarmak, karşı tedbirleri uygulamak" görevi bu örgüte veriliyor. Kelimeler adam öldürmez, ama iri iri kelimelerden bu akla zarar cümleyi kuranların elinde silah varsa, hiçbirimizin hayatı emniyette değildir. O yüzden üzerine gitmemiz gerekiyor. Ne demek "ekonomik işgal"? Ya "siyasî işgal"? Meselâ kurmay eğitimi almış bir askere bile, iç düşman yaratmak için komplo peşinde koşan askerlerin yol açtığı risk faktörü yüzünden Türkiye'nin kredi notunun bir türlü yükselemediğini, Yunanistan'a göre 1,5 oranında fazladan faiz ödediğimizi anlatabilir miyiz? Bir asker ekonomi hakkında ne bilir ki, "ekonomik işgal"e karşı tedbir bulabilsin? Peki "siyasî işgal" dediğiniz ne Allah aşkına? Varsayalım ki bir siyasî işgal durumu (nasıl bir şeyse) tespit ettiniz; karşı tedbir kabilinden ne yapacaksınız? Darbe mi? Karşımızda duran kafanın düpedüz komitacı yöntemleri ile iktidara söz geçirmek veya doğrudan iktidar olmak peşinde koşan ilkel bir kafa olduğunu, bu emellere "karşı tedbirler" adıyla kılıflar hazırladığı ortada değil mi? Babadan yani İttihatçılıktan kalma yöntemlerle iş gören komitacılar bunlar. Bir seri cinayetten sonra Enver Paşa'yı öldürmeye karar veren Yakup Cemil ile, genelkurmay başkanlarına veya kuvvet komutanlarına suikast hazırlayanlar ve hâkime-savcıya sekizer adet mermi gönderenler arasında ne fark var? Komitacılık çete yöntemleri ile, yani beğenmediğin adamı öldürerek ülke yönetmek demek.
Özel Harp Dairesi "içimizdeki düşman" ihtiyacını karşılamak için görev yapan para-militer bir örgüt. Geçmişte bu iç düşmanlar, "Genç subaylar rahatsız" veya "411 el kaosa kalktı" manşetleriyle kolaylıkla yaratılıyordu. Şimdi bu komitacılar, namlunun ucundan seyrettikleri dünyada yapayalnız kaldılar. Hatalarının üstünü örtecek kalemşorlar, memleketin içini boşaltmak için onlara destek olacak sermaye kesimi artık kalmadı. Veya sesleri çok cılız çıkıyor. Demek ki artık "içimizdeki düşman"dan kurtuluyoruz. Dış politikamız iyi gidiyor, çevremizdeki düşmanları teker teker ikna edip dost haline getiriyoruz. "İçimizdeki düşman"ın hakkından da geldiğimize göre, bize karada, havada ve denizde bundan sonra ölüm yok demektir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT