İbâdetlerde seçicilik
İftar vermenin edebi, sosyal faydaları, manevi faziletleri bilincimize kök salmış, ben öyle sanıyordum. Takvasına rahatlıkla şehadet edebileceğim bir dost, iftar vermediğini ve vermeyeceğini söyleyince şaka yapıyor sandım. Yüz ifadelerine dikkatle bakınca gâyet ciddi olduğunu fark ettim.
Gerekçesi de takva!..
Ramazan Ayı ibâdet ayı, diyor. Ben bu ayda sâf ibâdetlere yoğunlaşılması gerektiğini, Kur’an tilaveti, teravih namazı, teheccüd ibadetiyle zamanın bereketlendirilmesini ve başka işlerle uğraşılmamasını daha İslâmî buluyorum, diye de söylediklerinin dayandığı mantığı izah ediyor.
İftar vermek de bir ibâdettir, ama sâf bir ibâdet değil, yan ibâdettir. Sâf ibâdetler varken neden Müslümanlar diğerlerine yoğunlaşıyor, anlayamıyorum itirazını da öne sürerek.
Önce duraksıyorum, neden böyle bir ayrıma gittiğini anlamaya çalışıyorum. İslâm’da her ibâdetin kendine has bir yeri ve zamanı vardır. İbâdetlerdeki çeşitlilik birbirini hükümsüz kılmaz. Bir Müslümanın Allah’a kulluk niyetiyle Ramazan’da iftar sofrasını kardeşleriyle paylaşması, Efendimiz’den öğrendiğimiz kadarıyla büyük sevaptır.
Sahih rivâyetler onun bu ayda kesintisiz rüzgardan daha cömert olduğunu, cömertlerin Efendisi’nin cömertliğinin bu ayda zirveye çıktığını bildiriyor.
Ve Müslümanlar bu sevaba nail olmak duygularıyla her ayda olduklarından daha fazla cömert olur, sofralarını paylaşabildikleri kadar kardeşleriyle paylaşmaya çalışırlar.
Bu söylediklerimiz, dostumuzun sâf ibâdetler diye tasnif ettiği kulluğa yer ayrılmaması anlamına gelmez. Aksine bu ikisi arasında bir denge kurulmalı ve her ibâdetin hakkı verilmelidir. Müslümanlar Kur’an da tilavet edecek, teravihlerini de kılacaklar. Rahmet ikliminde paylaşarak bereketi maksimum düzeyde kesifleştirmeyi de unutmayacak ve unutturmayacaklar.
Temel kâidedir; Müslümanlar ibâdetlerini Hz. Peygamber’den (sas) alırlar. O, namazı nasıl kıldıysa, hac farizasını nasıl ikâme ettiyse Müslümanlar da öyle yapar, bunu da emreden O’dur. Ramazan’ı da O’nun ihya ettiği gibi ihya etmeye çalışır, her şeyde olduğu gibi bunda da O’na itaat ederiz.
Efendimiz (sas), hem dostumuzun sâf dediği ibâdetleri yapmış hem de iftar sofrasını paylaşmış ve öyle de öğütlemiştir. Müslümanlar gücü nisbetinde buna uyarlar, uyamadıklarını da küçümsemezler.
Kimi ibâdetler bedenen, kimi ibâdetler mal ile, kimi ibâdetler de her ikisiyle beraber yapılır. Kimisine bedenen yapılan ibâdetler kolay gelir, kimisine de mal ile yapılan. Meselâ namaza, Kur’an tilavetine, teheccüd namazına alışık olmayan kişilere iftar vermek kolay bir ibâdet olarak gelebilir. Ramazan Ayı’nda birkaç sefer iftar vermekle büyük kulluk yaptıklarını düşünebilirler.
Kimisine de mal ve bedenen yapılan ibâdetler zor gelebilir. Zaman ayırıp, bedeni meşekkatlerle bir sofra hazırlamaya alışık olmayabilirler, buna mukabil namaz ve tilavetlerinde düzenli bir hayata sahip olabilirler. Bunlara da iftar sofrası hazırlamak zor gelebilir.
Elbette namaz ve iftar vermek bir tutulamaz, bu bahsi diğer bir konu. Ama burada bizim işaret etmek istedeğimiz husus, kimi Müslümanların gündelik alışkanlıklarına göre ibâdetlerde seçici davranmaları, zor olandan kaçıp kolay olanına demir atmalarıdır. İftar bağlamında Efendimiz’in (sas) örnekliğinde olduğu gibi Ramazan’ı cömertçe ihya arayışında olmamaları ve bunu da sâf ibâdetler, yan ibâdetler gibi tevile yeltenmeleridir.
Ânı gelmiş ibâdetin Allah katında daha faziletli olduğunu unutuyoruz herhâlde. Ânı gelmiş bir ibâdeti hisseden ve ona yol arayan bir yürek Allah’a (c.c) yakın yere düşer.
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT