'İade'yi beklerken (2)
Üç günlük "yazı dizimizin" dün yayımlanan ilk bölümünde anayasa hakukçusu Prof. Zühtü Arslan'ın "Anayasa Mahkemesi iddianameyi reddedebilir m?" sorusuna getirdiği cevabı aktarmıştım. Profesör, "mevzuat" içinde kalarak iddianamenin içerdiği "iki hukuki hata"dan dolayı seçimini "iade"den yana koyuyordu.
Arslan, bu "iki hukuki hata" meselesine girmeden "mevzuat dışı" diyebileceğimiz bazı hususlara da şöyle bir değinmişti. Bunlardan ikisi şöyle idi: "Aynı şekilde, vali ve kaymakamların faaliyetlerinden dolayı iktidar partisinin sorumlu tutulabileceğine dair değerlendirmenin hukuken yanlış olduğu tartışmasına girmeyelim. Hatta davalı parti kurulmadan yıllar önce yapılan bazı konuşmaların delil olarak sunulmasının da üzerinde durmayalım."
Alın size iki "iade nedeni" daha...
Gerçekten de, iddianamede yıllar yıllar önce gerçekleşen –önemli sayıda- olaya yer verilmesi benim açımdan da çok yadırgatıcıydı. Bu manzara karşısında insanın aklına ister istemez şu soru geliyor: AKP hükümetleri 5+2= 7 yıllık geçmişinde de "laiklik karşıtı fiillerin" odağı olma faaliyeti içindeyse, bu zaman zarfında "Cumhuriyet" uyuyor muydu? Yoksa şöyle bir şey mi: "Odak olma" meselesi ancak, söz konusu olayların birikiminin belli bir niceliğe varması sonunda mı ortaya çıkar?
Bana sorarsanız, "iddianame" sırf bu nedenden dolayı bile ciddiyetten uzaktır. Ayrıca bu durumda, "Cumhuriyet"i tehdit eder bir biçimde yıllardır (7 yıl, dile kolay) ülkeyi yöneten böyle bir iktidar karşısında lazım gelen girişimi yapmamış olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıları (eskiler de dahil) hakkında "görevi ihmal"den işlem yapmak gerekmemekte midir?
Özetle "siyasi şaka" gibi bir şey bu...
Geçmişe ilişkin durum böyle. Gelelim "iddianame"nin kabulü ve yargılamanın başlaması halinde önümüze gelecek manzaraya:
Zihinler ve işler bu duruma ilişkin olarak da çok karışacaktır. Şöyle ki:
Açılan davanın (açılırsa tabii ki) konusu çocuk oyunu değil. AKP hükümeti, "laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği" iddiasıyla yargılanacaktır. Ama bir taraftan da, davanın sona ermesine kadar (hiç değilse 10-12 ay) ülkeyi yönetmeye devam edecektir. Suçlama şöyle böyle değil; "laiklik"e, yani "cumhuriyetin temel ilkeleri"nden en temeline aykırı işlerin odağı olduğu iddia ediliyor.
Konu "hükümet" olduğuna göre, soruşturma ya da dava sonuçlanıncaya kadar "açığa alma" filan gibi bir formülün uygulanması da mümkün olmadığına göre, ne olacak o zaman durumumuz? Cumhuriyetin en temel ilkesine aykırı fiillerin odağı olmakla suçlanan bir hükümet –hiçbir şey olmamış gibi- dava sonuçlanıncaya kadar yoluna devam mı edecektir?
İsterseniz bu durumda neler olacağını şimdiden söyleyeyim:
Tabii ki, davanın görülmeye başlamasının üzerinden çok geçmeden "muhalif" parti ve "sivil toplum" başlayacaktır homurdanmaya: "Olur mu böyle şey? Cumhuriyetin en temel ilkesine aykırı fiillerin odağı olmakla suçlanan bir parti hükümet edebilir mi? Bir şeyler yapılmalı. Hiç değilse dava sonuçlanıncaya kadar bir 'ara yönetim' formülü bulunmalı."
Hiç kuşkunuz olmasın; iddianame kabul edilirse, tartışmaya başlayacağımız konuların başında bu gelmektedir.
Görüyorsunuz değil mi? Hiçbir demokraside görülmeyen bir biçimde, tek başına hükümet kurmuş olan bir siyasi partiye "kapatma davası" açılmasının demokrasi dışı ne tür gelişmelere gebe olduğunu görüyorsunuz değil mi?
Demek ki tek başına iktidar olmuş bir partiyi mahkeme kapılarında süründürmeye çalışmak sadece o partinin bugünü ve geleceğini ilgilendiren gelişmelere değil, doğrudan "rejim sorunu"na kapı açmak demektir.
Mahkeme'nin esas alacağı "mevzuat" da -tabii ki- bu "sorun"un içindedir, dışında değil.
Mahkeme'nin "iade nedenleri" arasında sayması gereken "mevzuat dışı" bir konu da, iddianameye hakim olan "laiklik" anlayışının tamamen "Bon Pour l'Orient", daha doğrusu "alaturka" bir anlayış çerçevesinde kaleme alınmış olmasıdır. Kabul edilemez olan bu anlayışı da yarın gözden geçirelim.
Çok geç olmadan...
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT