1. YAZARLAR

  2. CENGİZ DUMAN

  3. İ. Eliaçık'ın Yunus Kıssası Tefsirindeki Çelişkileri
CENGİZ DUMAN

CENGİZ DUMAN

Yazarın Tüm Yazıları >

İ. Eliaçık'ın Yunus Kıssası Tefsirindeki Çelişkileri

13 Kasım 2009 Cuma 03:51A+A-

Yunus kıssasının vakii'liği:

Bu yazımızda İhsan Eliaçık'ın; "Yaşayan Kur'an" isimli meal/tefsir kitabında, Yunus kıssasını tefsir ederken kullandığı usul ve bu yanlış usul yüzünden düştüğü çelişkiler üzerinde mütalaalarımızı serdedeceğiz.

Öncelikle önemli bir hususun altını çizmemiz gerekmektedir. İhsan Eliaçık, Yunus kıssasını "vakii" bir kıssa olarak değerlendirmektedir. Kur'an kıssalarının anlaşılmasında doğru yaklaşım olması açısından bu tavır çok önemli ve olumlu bir husustur.

Yunus kıssasının "vakii"liği hususunda M.Esed ve Halefullah'a gönderme yapan Eliaçık, onların kıssanın yorumunda sembolizme kaymalarını eleştirmektedir. "Balık olayında işin içinden çıkamayanlar da (M.Halefullah ve M. Esed gibi) kıssaya bütünüyle sembolik anlam veriyor."1

Sayın Eliaçık, bu tespiti yaparken kendinin önemli gördüğü bir diğer önemli husus hakkında da ipucu vermektedir. "Balık mucizesi"nin Yunus kıssasının anahtar kavramı olduğunu, Esed ve Halefullah'ın bu kavramı izah etmekte güçlük çektiklerinden, bu olayı sembolik olarak yorumlama cihetine gittiklerini, ancak kendisinin "balık mucizesi"ni, kıssayı "vakii" olduğu kabulünden hareketle, rasyonel tarzda yorumlayarak bu problemi gidereceğim mesajını vermektedir.

Yunus kıssası hakkındaki, kıssanın "vakii"liğine dair bu kabulünden dolayı Sayın Eliaçık, Yunus'un(a.s) yaşadığı coğrafyaya ait modern arkeolojik verilerden hareketle Yunus kıssasını tefsir etmektedir. Bu gayretini de şöyle izah etmektedir: "Hâlbuki Davud, Süleyman kıssalarında olduğu gibi Yunus kıssasında da yaşadığı dönemin teoloji ve jeopolitiği bilinmeden yorum getirilemez." Çünkü Kur'an halk arasında aslı gitmiş faslı kalmış bu muhayyile üzerinden sesleniyor ve olayı dönemin tanrısal sembol, arma ve işaretleri diliyle anlatıyor"2

Gelinen bu aşamada şu soruyu sormak hakkımız!  Kur'an'ın ilk muhatabı olan cahiliye Arapları açısından bu durum nasıl yorumlanacak ya da onların Yunus kıssası algısı nasıl gerçekleşmiştir? Asur ve Ninovalılar ait; "…dönemin tanrısal sembol, arma ve işaretleri dili…"ni bilmeyen Kur'an'ın ilk muhatapları ve İ.Eliaçık'ın bu yorumuna kadar yaşamış diğer Kur'an muhatapları, Yunus kıssasını anlamamış veya eksik mi anlamışlardır?

Yunus kıssasını tefsir ederken hareket noktasının modern arkeoloji ve tarih verileri olacağını işaret eden Eliaçık, kıssanın can damarı olan "balık mucizesini" de sembolizme götürmeden, rasyonalize ederek, kıssadaki "balık" üzerindeki müşkülü halletmektedir!

Müellifin bu tutumu kendi açısından olumlu görülmüş olsa bile Yunus kıssasındaki balık etrafında geçen olağanüstü/mucize olaylarını rasyonalize etmesi, kıssanın "vakii"liğine gölge düşürmektedir.

Kanaatimizce Yunus kıssasının, İhsan Eliaçık tarafından "vakii" olarak algılanması önemli bir kabuldür. Ancak bu vakiiliği, Kur'an'ın Yunus kıssası hakkındaki mücmel anlatımlarını, mufassal hale getirme aşamasına gelindiğinde; İ.Eliaçık'ın, yalnızca modern çağın arkeolojik ve tarihi verilerine başvurarak kıssayı mufassallaştırılmaya çalışılması, usul olarak yanlış olmuştur.

Kur'an-ı Kerim'deki, mücmel Yunus kıssasının, mufassallaştırılması, metodolojik olarak nüzul dönemi cahiliye arka planından başlaması, buna mümasil o dönem somut verileri olarak Tevrat'taki Yunus kıssası anlatımlarına müracaat edilmesi gerekir kanaatindeyiz. Kur'an ve Tevrat verileri doğrultusunda, Yunus kıssası anlatımlarındaki boşluklar veya anlaşılması açısından kapsayıcı bilgiler; modern bilimin arkeoloji, tarih, coğrafi, v.s ilim ve disiplinleriyle desteklenerek, Kur'an'i perspektifte daha geniş açılımlar sağlanabilirdi. Nitekim bizim Yunus kıssası hakkında bu ve diğer yazılarımızdaki metodolojimiz bu tez üzerine kurulmaktadır.

Kıssasının mufassallaştırılmasında öncelikli referans ne olmalıdır:

Tevrat'ın, Yunus kıssası anlatımlarını kale almayan ve modern bilimin tarihi ve arkeolojik verilerinden hareket ederek kıssayı tefsir etmek isteyen İhsan Eliaçık, baştan çelişkiye düşmektedir. Şimdi bu durumu açıklayalım.

İ. Eliaçık'ın, hareket noktası olan Kur'an'ı Kerim'deki, Yunus kıssası ayetlerinde; Yunus'un(a.s) resullükle vazifeli olduğu yerin ismi açıkça belirtilmemektedir.

O halde Eliaçık; “Hz. Yunus Dicle-Fırat nehirlerinin o günkü hakimi dönemin güçlü Mezopotamya devleti Asurluların başkenti Ninova'da ortaya çıkarak..."3 Derken Yunus'un yaşadığı şehir Ninova'yı dolayısıyla o şehre egemen olan Asur'luları nereden, hangi kaynaktan bulmuştur? Modern arkeoloji ve tarih biliminden mi?

Hemen belirtelim, Kur'an'ın inişi esnasında da Tevrat metinlerindeki yazılı bilgi veya buna dayanan sözlü malumattan… Tevrat bu olguyu "Yunus kitabı"nda şöyle beyan eder: "RAB bir gün Amittay oğlu Yunus'a, "Kalk, Ninova'ya, o büyük kente git ve halkı uyar" "4 "RAB Yunus'a ikinci kez şöyle seslendi: "Kalk, Ninova'ya, o büyük kente git ve sana söyleyeceklerimi halka bildir."5"Ninova Kralı olanları duyunca…"6 "Tanrı Ninovalılar'ın yaptıklarını, kötü yoldan döndüklerini görünce, onlara acıdı.."7 "ben Ninova'ya, o koca kente acımayayım mı?"8 Bu bilgilerin dahası da vardır. "Yunus RAB'bin sözü uyarınca kalkıp Ninova'ya gitti. Ninova öyle büyük bir kentti ki, ancak üç günde dolaşılabilirdi."9 "ben Ninova'ya, o koca kente acımayayım mı? O kentte sağını solundan ayırt edemeyen yüz yirmi bini aşkın insan, çok sayıda hayvan var."10

Tevrat'ın "Yunus kitabı"nda yer alan Yunus kıssasında, tam on kez Ninova adı verilerek bu şehir, halkı ve yöneticisinden bahsedilmektedir. Tevrat'taki bu kadar malumatı "…orada Yunus kıssası bu mitolojikleşmiş versiyonundan etkilenerek anlatılıyor"11 nitelemesi ile bir hamlede arkasına atan Eliaçık, modern arkeoloji ve tarihin yine mitolojik olan verileri üzerinden hareketle Yunus kıssasını tefsir etme çabasındadır.

Yine Tevrat'ın diğer kitaplarında; Asur ve Asur'lulardan defalarca bahsedilmektedir. "Asur Kralı İsrailliler'i Asur'a sürerek Halah'a, Habur Irmağı kıyısındaki Gozan'a ve Med kentlerine yerleştirdi."12 "Böylece RAB Hizkiya'yla Yeruşalim'de yaşayanları Asur Kralı Sanherib'in ve öbür düşmanlarının elinden kurtararak her yanda güvenlik içinde yaşamalarını sağladı."13 "Vay haline Asur, öfkemin değneği! Elindeki sopa benim gazabımdır."14

Bütün bunlardan sonra Kur'an'ın ilk nazil olduğu cahiliye döneminde, muhatap toplumun Tevrat'taki yazılı bu bilgilerden ve bunlardan neşet eden sözlü kültürden bihaber olduğu iddia edilebilir mi? O dönemin arka planı anlaşılmadan/araştırılmadan Kur'an-ı Kerim'deki Yunus kıssası kâmil manada anlaşılabilir mi? Bu imkân dururken, modern arkeoloji ve tarih verileri ön plana alınabilir mi?

"Kur'an'ı Kerim'in, Yunus kıssası nazil olmadan önce en azından Ehl-i Kitab'ın elindeki Tevrat'ta yer alan bilgilere nazaran Yunus kıssası hakkında bir malumatın olması gerektiği düşülmeli değil midir?.. Bir realite olarak Yunus kıssası hakkında detaylı anlatım zaten Kur'an'dan asırlarca önce nazil olan Tevrat'taki Yonah (Yunus) kitabında bulunmaktadır… Dolayısıyla Kur'an'ın, Yunus peygamber hakkında hedefi, cahiliye toplumuna tarihsel ve edebî bir metin sunmak değildir. Kur'an'ın öncelikli hedefi Hz. Muhammed ve sahabesinin tebliğ görevlerindeki muhtemel yılgınlıklarına karşı öz, fasih ve belagat yüklü Yunus kıssası ile onları uyarmaktadır… Kur'an bilinen bir kıssayı mücmel olarak beyan ederek, hem Tevrat'taki Yunus kıssasına atıfta bulunmakta ve hem de ondaki mesaj sapmalarını düzelterek, Tevrat, İncil ve Kur'an'ın aynı ilahi kaynaklı kitaplar ve bunların peygamberlerinin de aynı amaçları edinmiş resuller olduğunu vurgulama amacını gütmektedir."15

Hal böyle iken Kur'an'daki mücmel Yunus kıssasını tefsirinde; Tevrat'ın, Yunus peygamber ve kavmi hakkındaki malumatını nazarı dikkate almayıp, sadece modern arkeoloji ve tarihe atıfta bulunarak, kıssayı tefsir etmeye çalışan İ. Eliaçık'ın bu usulü bizi, Yunus kıssasını kendi amacına uygun kurgulamak istediği ve böyle de yaptığı kanaatine ulaştırmaktadır.

Eliaçık'ın Tevrat hakkında görüşleri ve gerçekler:

Sayın Eliaçık, Yunus kıssasını tefsirinde; Kur'an'ın nüzul dönemi tarihi ve dini belgesi niteliğinde olan Tevrat verilerini kale almayacağını açıklarken, bunun sebebi olarak Tevrat hakkındaki olumsuzlukları serdetmektedir. "Diğer kıssaların çoğu gibi Yunus kıssasından da Yahudi bezirgânların düzdükleri Tevrat'ta "Yunus kitabı" adı altında bahsetmeleri kıssanın bozulmuş bir Ortadoğu halk mitolojisi versiyonuna dönüştüğünü gösteriyor. Orada Yunus kıssası bu mitolojikleşmiş versiyondan etkilenerek anlatılıyor."16

Bu tespiti ile Eliaçık, Tevrat'taki, "Yunus kitabı"nın cahiliye dönemindeki varlığını kabul ettiği anlaşılmaktadır. Ancak Eliaçık, bu realiteyi görmezden gelemediği için bunu kendi istediği biçimde yorumlayarak realiteyi "tersyüz" etmektedir!

Kur'an ve Tevrat'ta yer alan Yunus kıssaları mukayesesi hakkında, S. Ateş'in, yorumuna bakalım: "Kur'an'ın, Yunus hakkında anlattıkları, Kitabı Mukaddestekilerin özetidir."17 D.İ.B Kur'an Yolu tefsirinde şunlar kaydedilmektedir. "Kitab-ı Mukaddes'te Hz. Yunus hakkında genel hatlarıyla Kur'an'da verilenlerle uyuşan daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır."18 "Haksözhaber" web sitesi "Düşünce platformu"nda yayınlanan; "Yunus Peygamberi Balık mı, Asur Hapishanesi mi Yuttu?" yazımızda biz de bu durum hakkında bir tespitte bulunmuştuk. "Kur'an'ın amacı Tevrat'taki mufassal tarihsel malumatı aynen aktarmak değildir. Çünkü tasdik ettiği Tevrat'taki kıssa temel olarak tevhide uygundur."19

Kur'an ve Tevrat'ın Yunus kıssaları hemen hemen aynı anlatım ve muhtevada iken İhsan Eliaçık'ın, modern arkeoloji ve tarih verilerini geçerli tek kaynak kabul ederek, Tevrat'ı dışlamasını, tamamen Kur'an ve Tevrat'ın birbirine mümasil beyan ettikleri "balık mucizesi"ni, kendi tezi açısından rasyonalize etme manevrası için yaptığına inanıyoruz.

İ. Eliaçık, Tevrat'ın, Yunus kitabındaki malumatı kale almamak için elinden geldiğince Tevrat'ın "muharreflik" olgusuna atıf yapmakta ve "Yunus kitabı"nın "..Yahudi bezirgânların düzdükleri Tevrat'ta "Yunus kitabı.." diyerek, onun sonradan ve halkın içerisindeki mitolojikleşmiş Yunus kıssası anlatımlarını baz alarak yazıldığını öne sürmektedir.

"Ezra Babil'den geldikten sonra, İsrail topraklarında yaşayan Yahudiler arasında sözlü yorumu ile birlikte tamamen unutulan Tevrat'ı yeniden oluşturmuştur."20 Dolayısıyla sadece "Yunus kitabı" değil, Tevrat'ın tümü, İsrail oğulları rabbilerinden "Ezra" tarafından; Babil sürgünü sonrası yeniden yazılmış veya derlenmiş olduğu gerçeğini göz ardı etmektedir.

Kur'an'ın nüzul döneminde, Yahudilerin elinde yazılı olarak bulunan İbrani ana nüsha haricinde; Hıristiyanlar tarafından da kabul edilmiş ve onların kronolojisine göre; aynı zamanda İncil kitapları ile beraber dercedilmiş, "Eski-Ahit"21 adı verilen ayrı bir Tevrat kitabı olduğu bir gerçekliktir. Bugünde olduğu gibi o dönemde de bir değil üç ana Tevrat bulunmaktaydı. 1-İbrani Tevrat'ı. 2-Şomronim(Samiri) Tevrat'ı.22 3-Septuagint(Yunanca) Tevratı.23 Buna bir de Hıristiyanların kendi anlayışlarına göre derledikleri "Kitab-ı Mukaddes"i de ilave etmek mümkündür.

"..İsa döneminde derlenen Eski Ahid'in, Kur'an'ın geldiği dönemde son şeklini almış olduğu tarihen sabittir." ..Dolayısıyla Yahudilerle münazarada Kur'an onların diliyle hitap etmiş, bir tashihte bulunmamış ve "Tevrat" lafzını onların anladığı anlamda kullanmıştır, denilebilir… Sonuç olarak; "Tevrat" lafzı, sadece Musa'ya verilmiş kitabı tanımlayan bir isim değildir. Bu lafız, Musa da dahil olmak üzere, bütün İsrail peygamberlerine gönderilen vahiylerin genel adıdır.. Dolayısıyla, bütün İsrail peygamberlerinin kitapları Kur'an'da "Tevrat" adıyla anılmaktadır."24

Binaenaleyh Kur'an, nuzül dönemi Yahudilerinin elindeki Tevrat'ı mevcut haliyle tasdik etmiştir. "Sana kendinden öncekileri doğrulayan Kitap’ı hak ile indirdi. İnsanlara yol göstermek üzere daha önce de Tevrat’ı ve İncil’i indirmişti."25 "Bu daha öncekilerin kitaplarında da vardır. İsrailoğlu bilginlerinin bunu bilmesi onlar için bir belge değil miydi?"26

Ancak Kur'an aynı zamanda onun, muharref olduğunu da beyan etmiştir. "Onların bir kısmı var ki, Allah'ın kelamını dinleyip anladıktan sonra onu bile bile tahrif ediyor."27 "Ey Ehl-i Kitap: Resulümüz size Kitaptan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi.."28

Bütün bunlardan sonra şunları söylemek mümkündür. Tevrat, Kur'an'ı Kerim'in, Yunus kıssası ayetlerinin inişinde, derlenmesi tamamlanmış bir kitaptır ve onun içindeki otuz dokuz kitaptan biri olan "Yunus(Yonah) kitabı" da Kur'an'ın tasdik ettiği "Tevrat" kavramı içerisinde ve aynı zamanda yine altını çizdiği Tevrat'ın tahrif olgusu vurgusuna muhatap bir kitaptır.

İ. Eliaçık'ın, Tevrat'ın "Yunus kitabı"nın mitolojik olduğu iddiası da tamamen ındî bir yorumdur. Her iki kitaptaki Yunus kıssaları karşılaştırıldığında arada çok az fark olduğu görülmektedir. Buna rağmen Tevrat'ın "Yunus kitabını" ve onda yer alan Yunus kıssasını mitolojik olarak nitelemek; "balık mucizesi"ni reddetmek amacıyla başka referans kaynaklarına itibar etmenin vasıtası olmuştur.

Bu husustaki metodolojinin ne olması gerektiğini daha evvelki yazımızda şöyle belirtmiştik: "Kur'an'ın mücmel Yunus kıssası sayesinde; Ehl-i kitab'ın da dikkati Yunus kıssasına çekilerek, yeni gelen vahy ile Yahudi ve Hıristiyanların ellerindeki kitabın geldiği evvelki vahiy arasındaki ortak noktalar hatırlatılmaktadır. Müslümanlar ve Ehl-i Kitap açısından bakıldığında Kur'an'ın beyan ettiği bu ve diğer kıssalar, Tevrat'taki benzerleri ile karşılaştırılıp Tevrat'taki mesaj sapmaları veya tahrifler böylece düzeltilerek hidayete yönelik tevhidi yaklaşım ortaya konulmuş olmaktadır. Yunus peygamber hakkında mitolojik veya edebî olarak malumat sahibi olan Müşrikler ise onun Tevrat ve Kur'an kıssaları nezdindeki yorumuna bakarak tevhidi açıdan ders alabileceklerdir.. Meğer ki, aklederek bu anlatılan Yunus kıssasına yaklaşabileler!.. Bakınız Kur'an'ın beyan ettiği Yunus veya diğer kıssalar nasıl işlevsel olmakta, toplum ve kişiler bazında hidayet yönünde tevhidi yapılanmayı yani pratiği nasıl sağlamaktadır."29

Ninova halkı veya Asur'lular Balıkperest miydi?

İ.Eliaçık, Yunus kıssasını modern arkeolojik veriler üzerinden kurgularken öncelikle, Yunus kavminin inanç yapısına ait bazı sembolleri deşifre etmekte ve daha sonra üzerine bina edeceği hikâyenin ana temasını vermektedir. Şöyle demektedir: “Asurluların başkenti Ninova’da her tarafı balık figürleriyle dolu, mühürlerine Dicle ve Fırat sularının tanrısı Enki’nin mührüne basan balıkperestlerin ülkesinden…"30 Bu cümle içerisinde; balığa tapan Ninovalılar, hükümranlık alameti balık mühürü, Fırat ve Dicle tanrısı Enki… gibi, balık motifli ana tema üzerinde arkeolojik bilgiler sunulmaktadır.

Bütün bu sunumlar hep, sonraki Yunus senaryosunun "balık mucizesi" sahnelerinin tevili içindir.  Nitekim balık üzerinde yaptığı tasvir ve tarifler; Balık yutma mucizesi tevilini izah için “…Arması balık olan, mühürlerine balık figürü basan.." "…Su tanrısı Enki’yi balık ile sembolize edip onu kendisine devlet ve imparatorluk araması…" "…gemidekiler de su tanrısı Enki’nin öfkelendiğini…" türünden cümlelerindeki muhtevanın alt yapısını baştan oluşturarak, zihni yönlendirme ve anlatımı kurgulama çabalarıdır.

İhsan Eliaçık'ın Asur devleti ve itikadi sembolleri hakkındaki modern arkeolojiye dayalı bu tasavvur ve tasvirleri dar bir tasavvurun ürünüdür. Ziraat toplumu olan bir ülkenin iki nehir arasında olması hasebiyle sadece bu nehirlerin tanrısı ile simgelenmesi dar kalıplarda bir düşüncedir. Yüzeysel olarak Asur tarihine göz attığımızda; M.Ö. çeşitli dönemlerde Anadolu'dan, Filistin'e, Mısır'dan, İran topraklarına kadar geniş bir coğrafyada yayılma gösterdiği anlaşılmaktadır.  Bundan dolayı Asur devletinin tanrısının, başkenti Dicle'nin yanında kurulu Ninova'dan ve yayılma döneminde ele geçirdikleri Fırat nehrinden dolayı sadece Dicle ve Fırat nehirleri ile sınırlı balık tanrısı "Enki" ile simgelenmesi akla muhal gözükmektedir.

Nitekim B. Erdeğer kardeşimiz bu çelişkinin altını çizmektedir. "Birazcık Mezopotamya arkeolojisi bilen bir tarihçi, Asur Uygarlığının ana simgesinin balık olmadığını bilir. Asur medeniyetinde balık simgesi olduğu doğrudur ancak öne çıkan, bayraklaşan simgenin balık olmadığı da aşikârdır. Balık simgesi Asurlularda diğer alt simgeler gibi kullanıla gelmekteyken Asur Devletinin ana simgesi-devlet arması “Kanatlı Arslan”dı. Asur denince akla Kanatlı Arslan gelirdi…"31

Bunun yanı sıra "İ.Eliaçık ve Rasyonel mucizeleri-2-" başlıklı yazıya yorum yollayan Arkeololoji mezunu, Metin Ark kardeşimiz de bu hususu şöyle tespit etmektedir: "Yunus'un yaşadığı dönemdeki arma-simge kanatlı arslandı. Kuran Yunus'u balığın yuttuğunu söyleye dursun 2009 yorumcusu şayet gerçekten Yunus'u Asurluların hapse attığını iddia ediyorsa bunu öncelikle Asur metinlerinden/yazıtlarından/tarihlerinden kanıtlamalı ikinci olarak ta Asur Devletinin ana simgesinin Balık olduğunu kanıtlamalıdır. Bu iki kanıtta elimizde olmadığından Eliaçık'ın iddiası tarihi bir değer taşımaz."32

İhsan Eliaçık, Asur müşriklerinin, balık simgeli arma ve mühürlerini ortaya çıkardığı gibi hızını alamamış işe Hıristiyanları da dahil ederek onların bir mezhebi olan Süryanilerinde balık sembolü kullandığını iddia etmiştir. "Bugün Asurluların yurdu Irak/Suriye'den kalma bir eski çağ dini olan Süryanilikte balık dini bir armadır. Süryani rahipleri Hristiyan rahiplerinin boynunda haç taşıması gibi balık figürü taşımaktadır."33

Bakınız bu hususta Arkeolog kardeşimiz Metin Ark'ın Haksözhaber Web sitesi formundaki tespiti bu olayı nasıl açıklamakta ve İhsan Eliaçık'ın yönlendirmesini bozmaktadır. "Bir de Hıristiyanların Balık simgesini kullanmalarının sebebi İncilde İsa için Omega harfiyle simgelenmesidir. Yunanca Omega harfi Balık şekline benzediğinden Mesih'i simgelemesi için balığı kullanırlar. Elbette arkeolojiden faydalanalım ama bunu doğru bir şekilde yapalım."34

İhsan Eliaçık "Yaşayan Kur'an" tefsirinin, Saffat suresindeki, Yunus kıssası bölümünde kıssaya ait ayetlerin tefsirine geçmeden, tam bir sayfalık; balık, balık figürü, arması v.s derken okuyucuyu istediği kıvama! Getirmeye ve motive etmeye çalışmaktadır. "Şimdi Yunus kıssasını ve dipnotlarda yaptığımız açıklamaları bu bilgiler ışığında bir kez daha okuyunuz…"35 Ne dersiniz, tam bir beyin yıkama ameliyesi, değil mi?

Yeri gelmişken bir noktanın altını çizelim! Ne Kur'an'da, ne de detayları ile Yunus kıssasını anlatan, Tevrat'ın Yunus kitabında, Yunus kavmi Ninovalıların, inkârcı oldukları beyan edildiği halde tapındıkları "put"lar hakkında açıklama yoktur.

Kur'an onların inkârcılığını şöyle beyan eder: "Sonunda ona iman ettiler…"36 Tevrat'ta ise bu şöyle ifade edilir: "RAB bir gün Amittay oğlu Yunus'a, "Kalk, Ninova'ya, o büyük kente git ve halkı uyar" diye seslendi, "Çünkü kötülükleri önüme kadar yükseldi."37

Eliaçık ise Ninovalıların, inkârcı yapılarından, Allah'a ve Yunus'a(a.s) karşıt tutumlarından ziyade tanrı enki'lerini, balık sembol ve mühürlerini gündem ederek ilgiyi; Asur, balık, arma, mühür, gibi rumuzlar üzerinden, daha sonra gerçekleşecek "balık yutma" mucizesini "Asur zindanı yutma" tezine yönlendirmeye çalışmaktadır.

Yunus peygamber nereye/ne tarafa kaçmıştır:

Bu aşamada şu soruyu soralım, tarihin çeşitli dönemlerinde Fırat ve Dicle sularına hükmettiği bilinen Asur devletinin başşehri Ninova'da yerleşik olan Yunus peygamber ne tarafa hangi coğrafyaya kaçmıştır.

Eliaçık'ın usulünü takip ederek arkeolojik ve coğrafik verilere göre bu soruya verilebilecek mantıki cevapları sıralayalım: a-Dicle nehri yoluyla Basra körfezine. b- Fırat nehri yoluyla Basra körfezine.

Asurluların elinde olan ne Dicle ne de Fırat nehrinde, fırtınalı bir havada aciz kalan gemi ve gemiciler örneği verilemeyeceği için bunun en iyi ihtimalle Fırat ve Dicle yoluyla Basra denizinde seyreden bir gemide gerçekleşebileceğini kabul etmek mümkündür. O takdirde bu açık deniz ve kıyı bölgesinin de Babil veya Keldanilerin hükümranlık alanları içersinde olduğu göz önüne alınırsa, İhsan Eliaçık'ın Asur zindanına attırmak için Yunus'u tutuklattırması senaryosu suya düşecektir! Bunun yanı sıra bu verilerin doğruluğunu ne modern arkeoloji ne de modern tarih tarafından sağlamak mümkün olmayacaktır.

İ.Eliaçık da bu açığını fark etmiş olmalıdır ki, bu konuyu görmezden gelmektedir. "...bir gemiye binip başka yerlere gitmeyi hesaplayan Yunus bir gemiye binmişti…"38 Ninova ve Asurluların balık putları hakkında hayli detay bilgi veren Eliaçık, Yunus'un nereye kaçtığına gelince sessiz kalmaktadır.

Oysa Yunus'un(a.s) nereye kaçtığı ve nereden gemiye bindiği, bindiği geminin bandırası; İ.Eliaçık tarafından, bu gemide yaşandığı öne sürülen, Asur hükümranlığının, Asur dini inanç ve alametlerinin anlaşılması ve sözde Asur zindanına atılması mahiyetinin kavranabilmesi açısından önem arz etmektedir.

İhsan Eliaçık'ın,  referans aldığı modern arkeoloji ve tarih kayıtlarında böyle bilgiler yer almamakta ancak reddettiği Tevrat'ın "Yunus kitabı" bize bu konuda detaylı bilgiler arz etmektedir. Maalesef, kıssanın mufassallaştırılmasının sadece modern arkeolojik verilerden hareketle yapılması ve buna istinaden indî muhayyileyle, kalan boşlukların doldurularak rasyonalize edilmesi, Eliaçık'ın, Yunus kıssası tefsirinde, kıssanın gidişatındaki sebep sonuç ilişkilerini askıda ve çelişkiler içerisinde bırakmaktadır.

Eğer Yunus kıssasının mufassallaştırılmasındaki metodoloji doğru oluşmuş veya kurulmuş olsa Kur'an'daki mücmel Yunus kıssası ayetlerinin tafsilatı için Tevrat'a başvurulması gerekecekti ki, O takdirde Yunus'un(a.s) kaçtığı yön veya yörenin, batı istikameti ve Filistin/Kenan diyarının ünlü liman şehri Yafa olduğu cevabını alacaktık. İşte bu eldeki bilgiler doğrultusunda elde edebileceğimiz modern arkeolojik, tarihi, coğrafi, kronolojik, v.s ilim/disiplin verilerinin sentezlenmesi sonucu kıssanın daha da mufassallaşması sağlanabilecektir.

Mesela Yunus'un kaçtığı istikametin Ninova ve diğer Asur şehirleri üzerinden de geçen meşhur "ipek yolu" olması; Yafa şehrinin hangi devletin kontrolünde olduğu, Yunus'un yaşadığı bu anın zaman/tarihi, kronolojisi, o esnada bu bölgelerde hangi tanrılara! Tapınıldığı gibi onlarca mefhum gün yüzüne çıkarılarak, Yunus kıssası "vakii"liği daha da pekiştirilebilecektir.

Kur'an-ı Kerim, Yunus'un(a.s) kavminden kaçışını şöyle beyan etmektedir: "Hani o, dolu bir gemiye binip kaçmıştı."39 Tefsirlerde Yunus'un(a.s) bu olumsuz fiili hakkında şunlar kaydedilmektedir: "Hani o, yüklü gemiye kaçıp sığınmıştı" buyruğundaki "Kaçıp sı­ğındı" fiili hakkında el-Muberred der ki: Bu aslında uzaklaşıp gitti demektir. Kaçan köleye "abik" denilmesi de buradan gelmektedir. Başkası da şöyle demektedir: Yunus'tan "kaçtı" diye söz edilmesi yüce Allah'ın emri olmadan ve insanlardan saklanarak çıkıp gitmiş olmasıdır."40

Kur'an-ı Kerim, Hz. Yunus'un bu kaçışı hakkında tafsilat vermemektedir. Neden çünkü bu hususta tafsilat, üzerine nazil olduğu ve kendisinin de tasdik ettiği Tevrat metninde bulunmaktadır. Kur'an bu olguyu şöyle beyan eder: "O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti."41

Dolayısıyla Tevrat, Yunus peygamberin bu kaçışının mahiyeti hakkında şu verileri sunmaktadır: "Ne var ki, Yunus RAB'bin huzurundan Tarşiş'e kaçmaya kalkıştı. Yafa'ya inip Tarşiş'e giden bir gemi buldu. Ücretini ödeyip gemiye bindi, RAB'den uzaklaşmak için Tarşiş'e doğru yola çıktı."42

Dolayısıyla Kur'an'ın mücmel ayetlerinde belirtilen, Yunus'un kavmini terk edip, gemiye binmek için kaçtığının tafsilatı Tevrat içerisinde vuzuha kavuşmaktadır. Yunus(a.s) bu kaçışta öyle kararlıdır ki, gemi yolculuğu ile uzaklaşmak amacıyla Yafa istikametine doğru kaçmıştır.

Yunus peygamberin kaçtığı bu karasal mevki de onun açısından yeterli değildir ki, "Tarşiş" denilen daha uzak "denizaşırı" bir mevkie gitmek üzere gemiye binmektedir.

Bu kaçıştaki dikkati çeken nokta; Hz. Yunus'un kaçışı planlı bir kaçış olarak gözükmektedir. Onun batıya değil de, doğu yani İran tarafına kaçmaması; deniz yoluyla gidildiğini bildiği veya duyduğu bir mevkie gitmeyi tasarladığını göstermektedir. Bu da Tevrat'taki coğrafi ve tarihi verilerle uyuşmaktadır.

Görüldüğü gibi kıssa metodolojisi iyi kurulmuş olursa, Kur'an'ın mücmel kıssa anlatımının tafsilatı da arkasından gelmektedir. Bu sayede kıssadaki olayların "sebep-sonuç" ilişkilerini de sağlayabilmekteyiz. Bu metodoloji ile hem Yunus'un toplumuna kızgınlığının ölçüsü belli olmaktadır, hem de kaçış istikameti aşikar olmaktadır. Bu durum aynı zamanda Yunus kıssası vakii'liğinin maddi delilleri açısından da önemli bir göstergedir.

Tevrat'ın verdiği iki veriyi incelediğimizde; Yafa'nın bugünkü İsrail'in Tel-Aviv şehri ve civarına denk geldiğini görmekteyiz. Dolayısı ile Yunus peygamber, resullükle görevli olduğu günümüz Irak sınırları içerisindeki Musul şehri ve civarına tekabül eden o dönem Ninova şehri ile kaçtığı Yafa şehri arasındaki yaklaşık 800–900 kilometrelik uzun bir mesafeyi kat etmiş demektir.

Bu çok uzun mesafe tam da Kur'an'daki, Yunus'un(a.s) toplumunu terk edişi tasvirine denk düşmektedir. Yunus peygamber şöyle bir uzaklaşayım da sonra duruma bakar geri dönerim tarzı bir terk ediş içersinde değildir ki, Kur'an Yunus'un bu terk edişini, "ebeka" "kaçış" olarak tasvir etmektedir. "İz ebeka ilel fulkil meşhûn" "Hani o, dolu bir gemiye binip kaçmıştı." Benzer bir ifade de Tevrat'ta yapılmaktadır: "RAB'bin huzurundan Tarşiş'e kaçmaya kalkıştı." Dikkat edildiğinde her iki İlahi menşeli kitapta, Hz. Yunus'un kaçış vurgusu, gemiye binme yani bir liman şehri üzerinedir. Bu husus bizi Yunus'un, Tevrat'ta belirtilen liman şehrine kadar olan uzun mesafeyi kat etmesini algılamamızı kolaylaştırmaktadır.

Yunus peygamberin bu uzun soluklu kaçışını yorumladığımızda ve eldeki tarihi ve coğrafi verileri nazarı dikkate aldığımızda bu durumun hiçte normal bir vakıa ve peygamberi bir tavır olmadığını gözlemlemekteyiz. "Hiçbir peygamberin, gönderildiği kavimin memleketinden hicret etmesi doğru değildir. Ancak Rabbinin izni ile hicret etmesi bundan müstesnadır. Zira Yunus (a.s.), Rabbinin izni olmaksızın kavminin yurdundan ayrılıp gidince, onun bu fiili "ibâk: kölenin efendisinden firarı" olarak tavsif buyrulmuştur."43

İ. Eliaçık Yunus'un kaçışını olmadık bir kavramla sunmaktadır ki, bu büyük bir çelişkidir. "..şehirden Hicret etmeyi düşünerek ayrılan…"44 Allah'ın emri olmadan bir beldeyi terk eden Yunus'un bu eyleminin Hicret olarak vasıflandırılması bir çelişki olarak gözükmektedir. Allah'ın emri ile vazifeli olduğu bir mevkiden; Allah'ın emri ve isteği olmayan bir başka mevkie kaçmak hicret olarak tanımlanabilir mi? Böyle bir niteleme Yunus'un(a.s) suçunun mahiyetini örtmek veya hafifletmekten başka bir işe yaramamaktadır.

Tefsir kitaplarında; Yunus'un bu kaçışının, Allah'tan mı, yoksa kavminden mi olduğu tartışılırken, kelamî açıdan büyük sorun olan bu durum yani Hz. Yunus'un, Allah'tan izinsiz kaçışı, "Hicret" olarak nitelenirse, başına gelenler, mükâfatı mı mücazat mıdır?

Hz. Yunus haricinde hiçbir peygamber toplumunu, Allah'ın emri olmaksızın terk etmemiştir. Kur'an-ı Kerim'deki Salih, Hud, Şuayb, Lut, Musa peygamberlerin kıssaları buna örnek kıssalardır. Tüm bu peygamberler gördükleri eziyetlere rağmen kavimlerini terk etmemişler ve bu konuda hep toplumları içinde kalarak, Allah'ın emrini beklemişlerdir. Buna en iyi ve son örnek, kendisine Yunus kıssası örnekliği hatırlatılan Hz. Muhammed'tir. "Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma."45

Yunus peygamberin kaçışının basit bir düşünce ürünü olmadığını anlamaktayız. Çünkü hem Yafa gibi Çin'den başlayan ve Akdeniz kıyılarında sona eren; "Kara ipek yolu"nun son durağı olan ünlü bir liman şehrine doğru uzun bir mesafe gitmekte ve hem de bununla yetinmeyerek, oradan bir gemi ile Tarşiş'e, yani Akdeniz'in en uzak yerine ulaşmayı hedeflemektedir.

Eğer Yunus'un kaçışı basit bir soluklanma! olsa, Hz. Yunus resullükle görevli olduğu Ninova dışında bir yere konuşlanır ve halini Allah'a arz ederdi. Yunus'un(a.s) bu kaçışındaki Allah ile arasındaki iletişim kopukluğu ve emir komuta zincirinin ne denli çiğnendiğini açıkça görmekteyiz. Bu yüzden Hz. Yunus'un cezalandırılması da büyük olmuştur. "Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, Tekrar diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı."46

Hz. Yunus'un kaçmak istediği Tarşiş neresi:

Tevrat'ta bahsi geçen, Hz. Yunus'un kaçmak istediği "Tarşiş" mevkiinin, Yunus'taki(a.s) kavminden uzaklaşma isteğinin ne denli yüksek olduğunu göstermesi açısından önemli görmekteyiz. Bu yüzden "Tarşiş"in neresi olduğunu anlamaya çalışacağız.

Tarih, coğrafya, İslam ve Hıristiyan ilahiyat alanı araştırmaları; Tarşiş'in bu günkü İçel ilinin ilçesi olan Tarsus'u47 ifade ettiği yorumlarına neden olmuşsa da daha ziyade İspanya'nın güneyindeki çok eski bir Fenike yerleşim merkezi olan Tartessus'a işaret ettiği sanılmaktadır.48

Tevrat metinlerinde, Tarşiş şehri şöyle tasvir edilmektedir: "Tarşiş seninle ticaret yaptı, Sende her çeşit mal vardı. Mallarına karşılık Sana gümüş, demir, kalay, kurşun verdiler."49 "Tarşiş'in ve adaların kralları Ona haraç getirsin, Saba ve Seva kralları armağanlar sunsun!"50

Tevrat'taki bu tasvirlere rağmen sahip olduğu zenginlikler sıralanan Tarşiş'in neresi olduğu açık olarak belirtilmemiştir.

Yine Tevrat metinlerinde "Tarşiş"51 gemileri, Akdeniz üzerinde ve limanları arasında yolcu ve yük taşıyan gemilere verilen bir addır ve bu gemiler hakkında şu ifadelere rastlamaktayız:  "Doğu rüzgârının parçaladığı Tarşiş gemileri gibi yok ettin onları."52"Kralın Hiram'ın adamlarının yönetiminde ticaret gemileri vardı. Bu gemiler üç yılda bir altın, gümüş, fildişi ve değişik maymunlarla yüklü olarak dönerlerdi."53 "Hiram'ın gemilerinin yanı sıra, kralın(Hz. Süleyman) da denizde ticaret gemileri vardı. Bu gemiler üç yılda bir altın, gümüş, fildişi ve değişik maymunlarla yüklü olarak dönerlerdi."54

Tevrat'ın bu verileri ışığında Yunus peygamberin bindiği Tarşiş gemisinin, Akdeniz'de yük ve yolcu taşıyan ticari nitelikli bir gemi olduğu anlaşılmaktadır. Tarşiş gemileri, Akdeniz'in Lübnan ve Filistin kıyılarına egemen olan krallıklara ait ya da bu krallıkların müsaadesi ile ticaret yapan anlaşmalı Akdeniz kıyısı ülkelerine ait gemiler olması muhtemeldir.

Gemide "kura çekme" olayı ve İ Eliaçık'ın ilk tevili:

Kur'an, Yunus peygamberin gemiye bindikten sonra kura çekilene kadar olanlar hakkında malumat vermemektedir. "Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çektiler de kaybedenlerden oldu."55 Bu aşamada dikkati çeken bir nokta bulunmaktadır. Kur'an-ı Kerim'in, gemide "Kura" çekilmesi hakkında verdiği bu mücmel bilgi, Eliaçık tarafından hiç kale alınmamaktadır. Tevrat'taki malumatı da mitolojik sayarak arkasına atan! Müellif tarafından, kıssadaki bu önemli "kura" aşaması, bakınız nasıl geçiştirilivermektedir. "Gemidekiler Yunus’un kendi tanrılarının gazabını çekecek lâflar ettiğini gördüler ve onu yalnız bularak sıkıştırdılar. Bugünkü tabirle “Bu adam devlete karşı geliyor, polis çağırın” türünden lâflar ettiler ve böylece Yunus gemideki çekişmeyi kaybetti, kaybedenlerden oldu…"56

İ.Eliaçık, Kur'an ve Tevrat'ta anlatılan gemideki yolcular arasındaki "denize atılma"ya dair "kura çekim" olayını tevil ederek silmekte; "Kura'da kaybedilme"yi müşrik gemi yolcularının, fiili baskısına karşı, Yunus'un(a.s) onlara boyun eğmesi yani, Tevhid içerikli bir tartışma yapıp bunun sonucu çaresiz kalması olarak yorumlamaktadır. Aslında bu tevil İhsan Eliaçık'ın, "balık yutma" mucizesi tevilinden bir önceki ve önemli bir tevilidir.

 Neden, çünkü bu "kura" çekimi nazarı itibara alındığında Kur'an'daki "kura çekme" ve denize atılma ve buna istinaden başvurulan Tevrat'taki mufassal malumatın kale alınması gerekecektir. Hal böyle olunca Eliaçık'ın, Yunus'u(a.s) tutuklatıp, Asur zindanlarına teslim etme faraziyesi üzerine yazdığı senaryo suya! Düşecektir. Görüldüğü gibi kıssanın önemli aşamaları İ.Eliaçık tevilleri ile onun istediği kurguya doğru iteklenmektedir!

Şimdi Tevrat'taki kura çekimi öncesi onları bu yola iten olayla ilgili mufassal malumatı inceleyelim. "Yolda RAB şiddetli bir rüzgâr gönderdi denize. Öyle bir fırtına koptu ki, gemi neredeyse parçalanacaktı. Gemiciler korkuya kapıldı, her biri kendi ilahına yalvarmaya başladı. Gemiyi hafifletmek için yükleri denize attılar. Sonra denizciler birbirlerine, "Gelin, kur'a çekelim" dediler, "Bakalım, bu bela kimin yüzünden başımıza geldi." Kur'a çektiler, kur'a Yunus'a düştü. Deniz gittikçe kuduruyordu. Yunus'a, "Denizin dinmesi için sana ne yapalım?" diye sordular. Denizciler karaya dönmek için küreklere asıldılar, ama başaramadılar. Çünkü deniz gittikçe kuduruyordu."57

Yunus peygamberin bindiği geminin yolcuları da denizdeki bu olumsuz hava koşullarının kendilerini ittiği kaotik ortamda; su alan geminin batmasını engellemek için ağırlıklarını azaltmak amacıyla aralarındaki birini kura ile denize atma kararı alırlar.

Hz. Yunus'un bindiği geminin yükünün ağır olduğu yönünde Kur'an ve Tevrat'ta bilgiler bulunmaktadır. Tevrat bu durumu şöyle nakleder: "Geminin yükü ağır gelince yolculardan birini denize atmak gerekti."58 Kur'an ise bunu; "..dolu bir gemiye binip kaçmıştı…"59 Diye Yunus(a.s) gemiye binerken, yolculuğun başında beyan etmektedir. Müfessirler bu ayeti şöyle tefsir etmektedirler: "Gemi yük ve insanlar ile ağzına kadar dolduğunda, "o gemi, "meşhûn"dur; doludur" denilir."60 Nitekim Yasin suresinde benzeri bir kullanım vardır. "Ve âyetun lehum ennâ hamelnâ zurriyyetehum fîl fulkil meşhûn" "Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşımamız da onlar için büyük bir ibrettir."61

Yunus'un(a.s) bindiği geminin denizdeki bu fırtınadan kurtulabileceği zannıyla, gemide kalan son ağırlıklar olan tüm yolcular arasında bir kura çekerler. Müfessirler "Kura" hakkında şöyle demektedirler: "'Kura çekmişti de...' buyruğunda geçen: lafzı, el-Muberred'e göre; "kura çekmişti" anlamındadır. Ona göre bunun aslı (kura maksadıyla torbada) karıştırılan siham (oklardan) gelmektedir."62 Çekilen Kura'da, denize atılma sırası Yunus peygambere düşer.

İşte denizdeki fırtınalı kaotik ortamda yaşanan bu önemli olay, İ. Eliaçık tarafından kayda değer bunmamakta ve nazarı dikkate alınmamaktadır. İhsan Eliaçık'ın, denizde olan fırtınanın yorumlanmasında; müşrik yolcular ile Yunus peygamber arasında geçen fırtınaya sebep olma içerikli sözlü mücadelede, Hz. Yunus'un getirdiği Tevhidi yorumları kabul etmeyen Asur'lu müşriklerin, Yunus'u(a.s) tutukladıklarını öne sürmektedir. Eliaçık'ın muhayyilesinde ürettiği bu senaryo, Kur'an ve Tevrat kıssalarına göre tamamen zıt bir anlatımdır.  

İhsan Eliaçık, gemideki bu ortamın tefsirinde şöyle demektedir: "Fakat o gün deniz dalgalı olup fırtınalı olduğundan, gemidekiler de su tanrısı Enki’nin öfkelendiğini, bir şeye kızdığında denizin böyle olduğuna inandıklarından gemiye binen Yunus ile çekişmeye başladılar. Yunus bu tür inançların batıl olduğunu söyleyince öfkelendiler ve aralarında karşılıklı çekişme çıktı. Gemidekiler Yunus’un kendi tanrılarının gazabını çekecek lâflar ettiğini gördüler ve onu yalnız bularak sıkıştırdılar."63

İ.Eliaçık'ın bu tefsirinde gemi yolcularının, kimin denize atılacağına dair aralarındaki kura çekimi nerededir? Kur'an'da var, Tevrat'ta var, İhsan Eliaçık'ın tefsirinde yok! Hangisi doğru? Kur'an ayeti, Tevrat ifadesi, İhsan Eliaçık tefsiri?..

İhsan Eliaçık'ın, Yunus kıssasını tefsirindeki en büyük çelişkilerinden biri de budur. Yunus peygamberi hem balık tanrısına inananların dolu olduğu bir gemiye bindirecek, hem onlarla tartıştıracak ve hem de balık tanrısına, Yunus gibi inkârcı! birini denize attırıp kurban ettirmeyeceksiniz!... Herkesin fırtınanın kendilerini batıracağını beklediği bir sırada Yunus'u(a.s) tanrı Enki'ye kurban ettirmektense biraz sonra batacak geminin zindanına tıktıracaksınız!... Yetmedi,  fırtına sonunda gemiyi, neresi olduğu belli olmayan bir Asur limanına götürüp Asur polisine teslim edip zindana attıracaksınız. Neresinden tutsanız, dökülen! beşeri ve indî çelişkilerle dolu bir senaryo ve hikaye!..

Kur'an müşrik gemi yolcuları ile Tevhidi münazara yaptığı öne sürülen Yunus peygamberi, müşrikler karşısında "..minel mudhadîn.." "kaybedenler oldu" diye lanse eder mi? Ne kadar sentaksı bozuk bir cümle yapısı.. Akla, Kur'an'a, Tevhid'e uygun bir yorum mu bu?  Bu tefsir "Yaşayan Kur'an"a uyan bir tefsir mi?

Kur'an, gemideki yolcular arasında meydana gelen "kura" çekimi hakkında Tevrat'taki gibi geniş bir malumat vermemekte ancak gemidekilerin, Kura çektiğini "sâheme" tespit ve bunu beyan etmektedir. "Fe sâheme fe kâne minel mudhadîn" "Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çektiler de kaybedenlerden oldu."64

Kura hakkında geniş malumat ise Tevrat'ta bulunmaktadır. "Sonra denizciler birbirlerine, "Gelin, kur'a çekelim" dediler, "Bakalım, bu bela kimin yüzünden başımıza geldi." Kur'a çektiler, kur'a Yunus'a düştü."

Tevrat'ta yer alan kıssada dikkati çeken nokta şudur: Gemi yolcuları, Yunus'un tevhidi anlayışının bu fırtınaya sebep olduğunu kabul etmiş olsalardı, Yunus peygamberi de dâhil ederek; Tevrat'ta ifade edildiği gibi; "Bakalım, bu bela kimin yüzünden başımıza geldi." Diyerek kura çekmelerine gerek olmaz, dolayısıyla Yunus(a.s) peşinen suçlu ilan edilirdi. Bundan sonra doğruca ya İhsan Eliaçık'ın tezinde olduğu gibi gemideki "Asur kodesine" tıkılır ya da kurban olarak denize atılırdı.

Görüldüğü gibi Eliaçık'ın, Yunus peygamberin; müşrik gemi yolcuları ile Tevhide dayalı sözlü mücadele edip onlara karşı bu sözlü mücadeleyi kaybetmesi diye bir olay yoktur. Bu tam bir İhsan Eliaçık senaryosudur. Bu senaryo, Kur'an ve Tevrat'ın, Yunus kıssası anlatımı ile açıkça çelişki arz etmektedir. Eliaçık'da Yunus kıssasını kendi arzusu istikametinde tevil ve tefsir etmektedir.

Bu çelişkinin Eliaçık'ın, Yunus'un denize atılıp, balık tarafından yutulma mucizesini rasyonel yorumlama iştiyakından! ileri geldiği kanaatindeyiz. Yani, genel olarak Kur'an'daki mucizeleri, olağan olaylar olarak kabul ve onları bu meyanda rasyonel tefsir etme tezinin getirdiği bir heva!..  Modernizm'in getirdiği Rasyonalite aşıklığı!...

Asur hapishanesine atılacak biri için kura çekilme mantıksızlığı olamayacağına göre; Eliaçık bunu rasyonal bir şekilde tevil/halletmektedir!

Eliaçık'ın tefsirine göre; Yunus(a.s), Asurlu müşriklerce giriştiği sözlü tartışma sonucu mağlup olarak, tutuklanıp, gemi yolculuğu sonunda – her nedense gemi bilinmeyen rotasına değil, bilinmeyen Asur limanına veya topraklarına geri dönüyor herhalde- Asur devletine teslim edilerek hapishaneye atıldığını yorumlamaktadır. "Bugünkü tabirle “Bu adam devlete karşı geliyor, polis çağırın” türünden lâflar ettiler ve böylece Yunus gemideki çekişmeyi kaybetti, kaybedenlerden oldu… Su tanrısı Enki’yi balık ile sembolize edip onu kendisine devlet ve imparatorluk araması olarak kabul eden Asur devleti onu zindana kapattı. Çünkü gemidekiler polis çağırıp devletin adamlarına teslim ettiler."65

Aslında bu senaryo hem rasyonalite hem çağdaş hukuka uyması açısından şöyle de yazılabilirdi!.. "Bugünkü tabirle “Bu adam tanrı Enki'ye karşı geliyor, başımıza bu fırtına da onun yüzünden geldi” türünden lâflar ettiler ve böylece Yunus gemideki çekişmeyi kaybetti, kaybedenlerden oldu… Su tanrısı Enki’yi balık ile sembolize edip onu kendisine devlet ve imparatorluk araması olarak kabul eden Asur gemisindekiler onu denize atarak tanrı Enki'ye kurban etmek istediler, gemi kaptanı bu hukuksuzluğa müsaade etmedi ve onun Asur ya da çağdaş çok tanrılı uluslararası hukukça yargılanması için yolculuk sonuna kadar gemi zindanına kapattı." Yazdığımız bu senaryo sizce nasıl oldu?  Sizi bilmem ama ben yaptım iyi oldu!..

Eliaçık'ın, Yunus kıssasındaki balık mucizesini reddeden çağdaş muhayyilesinin, onun bu sahneyi tevil ve rasyonalize etmesine yol açtığı kanaatindeyiz. İhsan Eliaçık'ın muhayyilesi haricinde, daha önce vurguladığımız gibi Yunus'un(a.s) bindiği Tarşiş gemisinin ne Asur devleti gemisi ne de onun yolcu ve mürettebatının Asur'lu olup, gemide yalnızca onların tanrısı Enki'ye tapınıldığına dair elimizde modern arkeoloji ve tarih dayanaklı bir veri yoktur.

Bilakis her türden yolcu ve ticari malın taşındığı bu gemiler tamamen bağımsız bir yapıya sahip olmalıdırlar ki, Tevrat bu olguyu şöyle resmetmektedir: "Gemiciler korkuya kapıldı, her biri kendi ilahına yalvarmaya başladı."66

Yine Tevrat, Yunus(a.s) ile yolculuk eden gemicilerin Yunus'u gaddarca katletmek isteyen birileri olmadığının altını da çizmektedir: "RAB'be seslenerek, "Ya RAB, yalvarıyoruz" dediler, "Bu adamın canı yüzünden yok olmayalım. Suçsuz bir adamın ölümünden bizi sorumlu tutma. Çünkü sen kendi istediğini yaptın, ya RAB."67 Aynı zamanda İ.Eliaçık'ın tezindeki gibi müşrik yolcular ile Hz. Yunus arasında çıkan ve onu zindana tıktıracak muhtevada sözlü bir tartışma, cedel hadisesi de yoktur.

Bu aşamada bir başka önemli tespitte bulunalım. Yunus peygamber gemi yolcuları arasındaki böyle bir "kura"ya katılmamış olsa bile her kesin adının yazıldığı bir "kura"da kendisinin adı çıkmış olmalıdır. Bu sebeple Yunus peygamber,  çekilen kura'da kendisinin çıkmasını, kavminden kaçma suçunun neticesi olduğunu yorumlamış ve idrak etmiş olmalıdır.

Yunus peygamber denize mi atıldı gemi kodesine mi:

Yukarıda Kur'an ve Tevrat'tan alıntıladığımız sahneler, Kur'an'ın mücmel, Tevrat'ın ise mufassal olarak anlattığı Yunus peygamberin, gemiden denize atılmadan önceki karar aşaması sahneleridir. Her iki İlahi menşeli kitabın anlattığı ve İncil'de de bu konunun doğrulanarak, atıfta bulunulduğu bu sahneleri kendi istediği biçimde tevil eden Eliaçık; mucizelere rasyonalist tezin bir gereği olarak Yunus'u(a.s) balığın yutması ve onu kusmasını da tevil etmiştir.

Eliaçık'ın Asur hapishanesi olarak tevil ettiği; Kur'an'daki, Yunus'un(a.s) denize atıldıktan sonraki kıssa anlatımlarına bakalım: "Yunus kendini kınayıp dururken onu bir balık yuttu. Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, Tekrar diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı. Halsiz bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık. "68

Tevrat ise bu sahneyi şöyle kıssa etmektedir: "Bu arada RAB Yunus'u yutacak büyük bir balık sağladı. Yunus üç gün üç gece bu balığın karnında kaldı."69 "Yunus balığın karnından Tanrısı RAB'be şöyle dua etti: "Ya RAB, sıkıntı içinde sana yakardım, Yanıt verdin bana. Yardım istedim ölüler diyarının bağrından, Kulak verdin sesime. Beni engine, denizin ta dibine fırlattın. Sular sardı çevremi. Azgın dalgalar geçti üzerimden. 'Huzurundan kovuldum' dedim, 'Yine de bakacağım kutsal tapınağına.' Sular boğacak kadar kuşattı beni, Çevremi enginler sardı, Yosunlar dolaştı başıma. Dağların köklerine kadar battım, Dünya sonsuza dek sürgülendi arkamdan; Ama ya RAB, Tanrım, Canımı sen kurtardın çukurdan. Soluğum tükenince seni andım, ya RAB, Duam sana, kutsal tapınağına erişti. Değersiz putlara tapanlar, Nankörlük etmiş olurlar. Ama şükranla kurban sunacağım sana, Adağımı yerine getireceğim. Kurtuluş senden gelir, ya RAB!" RAB balığa buyruk verdi ve balık Yunus'u karaya kustu."70

Eliaçık'ın, Kur'an ve Tevrat'ta yer alan bu anlatımlardaki, balığın, Yunus peygamberi yutmasını ve balığın karnındaki yakarışlarını; Asur hapishanesi ve Yunus'un(a.s) oradaki nedameti olarak tevil ederken; Balığın, Yunus'u, karaya kusma/çıkarmasına da Yunus'un hapishaneden salıverilmesi olarak tevil etmektedir. "Su tanrısı Enki’yi balık ile sembolize edip onu kendisine devlet ve imparatorluk araması olarak kabul eden Asur devleti onu zindana kapattı. Çünkü gemidekiler polis çağırıp devletin adamlarına teslim ettiler. Böylece Yunus balığın (devletin) eline düştü, onun tarafından yutuldu, zindana kapatıldı. Çünkü kınananlardan, suç işlediği sanılanlardan, tanrıların gazabını çekenlerden birisi olarak görülüyordu… Ayette geçen “Onu yuttu/kapattı” (eltegamehu) ifadesinin esas anlamı “kapamak, kapatmak” demektir. Türkçede kullanılan “lokma” kelimesi de buradan gelir. Bir şeyi ağza götürüp dudakları kapatınca “lokma” alınmış olur. Buradan hareketle “lokmayı yutmak” tabiri gelişmiş ve ikincil anlamda “yutmak” manası kazanmıştır. Bu anlamda Türkçede birine “lokma olmak” ifadesini çağrıştırır. Yani burada balık tarafından yutulmak, devletin eline düşmek, cezaevine kapatılmak, zindana tıkılmak demektir."71

Yukarıda değindiğimiz gibi su tanrısı Enki'yi gazaba getirip fırtına cezasına uğradığı açıklanan gemi yolcuları, Tanrı Enki'yi gazaba getiren sözler söyleyen Hz. Yunus'u, denize atıp, Tanrı Enki'ye kurban edip, Tanrılarını memnun edeceklerine; batacak gemide hapse atmaktadırlar. Olayın ve eşyanın tabiatına aykırı bu rasyonel tevil ancak mucizeyi reddetmek için illa bir rasyonalite uydurma peşinde olan birisince yapılabilirdi, o da ne yazık ki, İ.Eliaçık olmuştur.

Burada şu önemli soruyu sormamız gerekmektedir. Hz. Yunus'un Allah'tan izinsiz terk ettiği daha doğru ifade ile kaçtığı görevini ihmal etmenin cezası; fırtınalı bir gemide fırtınadan kurtularak zindana atılmak mı, yoksa denize atılarak boğulması mı olmalıdır?

Yunus kıssasında tevil edilen bir başka mucize "Yaktin" bitkisi:

Gemide çekilen "kura" olayından itibaren büyük çelişkiler içine düşen İhsan Eliaçık, en son çelişkiyi de "Yaktin"72 bitkisi yorumunda yapmaktadır. Senaryosunda "Yaktin" bitkisine hiç alakasız olarak bir rol kesen Eliaçık, eşyaya göre sahne uydurmuştur!

Yunus peygamberi balığa yutturmayıp yaptığı "Asur zindanı" tevili ile "mucize"den kurtaran! İ. Eliaçık, gemiden inişinde – gemi rotasına yani Asur devleti harici limana gitmeyip geri dönüyor herhalde- onu Asur zindanına tıkar. Bir peygamber olup gemide tartıştığı iddia edilen sahnelerde bile savunduğu Tevhidi değerleri her fırsatta Ninova'lılara ilan eden Yunus peygamber; bu sözlerinden dolayı Ninova'da atılmadığı zindana, gemi yolculuğundan sonra atılmaktadır. Ancak ne kadar kaldığı, nasıl affedildiği veya nerede hapis yattığı belirsizdir.  

Eliaçık, tefsirinde, Yunus'u(a.s); "Epeyce bir süre tutuklu kaldıktan sonra onu özgürlüğüne kavuşturduk. Karanlıklardan çıkarıp serbestliğe kavuşturduk. Duvarların arasından açık alana, serbestliğe, özgürlüğe ilettik. Fakat bu arada epeyce de yıpranmış, çökmüş, eziyet görmüştü."73 Diyerek yattığı Asur hapishanesinden özgürlüğüne kavuşturur.

Oysa Kur'an, Yunus peygamberin, balığın karnında kalış suresi hakkında bilgi vermemiş olsa da Tevrat, onun üç gün balığın karnında kaldığını ve bu süre sonunda sahile kustuğunu beyan eder.

Kur'an-ı Kerim Yunus'un balığın karnından karaya çıkışını şöyle anlatmaktadır: "Halsiz bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık. Ve üstüne geniş yapraklı bir nebat bitirdik."74 Tevrat ise Yunus peygamberin balığın karnında kalış süresi ve çıkışını şu şekilde kıssa etmektedir: "Bu arada RAB Yunus'u yutacak büyük bir balık sağladı. Yunus üç gün üç gece bu balığın karnında kaldı."75 "RAB balığa buyruk verdi ve balık Yunus'u karaya kustu."76

Müfessirler ise Yunus'un, Tevrat'ın "balık karnı"nda kalış süresine itibar etmişler ancak onlarda muhtelif nakillerde bulunmuşlardır. "Balığın karnında ne kadar kaldığı hususunda farklı görüşler vardır. es-Süd-dî, el-Kelbî ve Mukatil b. Süleyman, kırk gün kalmıştır derken, ed-Dahhak yirmi, Atâ yedi gün, Mukatil b. Hayyan üç gün kalmıştır, demişlerdir. Tek bir saat (kısacık bir an) kaldığı da söylenmiştir."77 Gaybi bir konu olan bu hususta başka yorumda bulunmanın doğru olmayacağı kanaatiyle şöyle diyoruz. En doğrusunu Allah bilir.

Müfessirlerin, Hz. Yunus'un, balığın karnında kalış süresi ile ilgili görüşlerine dair yaptığımız alıntı, aynı zamanda onların, Yunus kıssasını; Kur'an ve Tevrat ekseninde nasıl değerlendirdiklerini gözlemlemek açısından önemli görmekteyiz. Sayın Eliaçık ile geçmiş müfessirlerin uygulamaları arasındaki kıssaları anlama yönündeki metodoloji farkını böylece idrak etmek mümkün olmaktadır.

Balığın karnında kalış ve bu sıkıntılı durumunun verdiği rahatsızlıkla, bitkin veya halsiz bir konumda sahile vuran Yunus'a, Allah hemen geniş yapraklı bir bitki bitirerek, onun kendine geleceği süreye kadar güneşten korunmasını sağladığını beyan etmektedir.

Her iki İlahi menşeli kitap, Kur'an ve Tevrat metinlerinde yer alan bu bitki, İhsan Eliaçık tarafından tevil edilerek alelade bir nebat halinde sunulmaktadır. Oysa Hz. Yunus, balık, sahile vurma, bitkinlik, güneşten koruma gibi anlatımlar arasında sebep-sonuç ilişkisi olarak en büyük işaret olan ve mucizevî olarak biten "Yaktin" bitkisidir. İhsan Eliaçık bu mucizevî olayı da basite indirgeyerek bunu tevil etmektedir.

Kur'an'ın "Ve üstüne geniş yapraklı bir nebat bitirdik." Ayetindeki "Yaktin"i boşta bırakamayan İhsan Eliaçık bu bitkiye de senaryosunda ufak bir rol! verir: "Çorak toprakta yetişen bodur bir fidanın veya kabak türünden bir ağacın gölgesine yaslandı. Başından geçenleri düşündü. Gökyüzüne bakarak tutuklu kaldığı yılları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçirdi. Masmavi gökyüzünü seyrederek tutsaklık ile özgürlük arasındaki farkı düşündü…”78

Oysa Kur'an'a göre; Yunus'un(a.s) balık tarafından yutulması mucize olduğu gibi sahile çıktığında başında bu bitkinin, özel olarak bitirilmesi de bir mucizedir. "Ve enbetnâ aleyhi şecereten min yaktîn"  "Ve üstüne geniş yapraklı bir nebat bitirdik."79

Karaya "..huve sakîm.."80 "Halsiz bir vaziyette"  vuran Yunus peygamberi, güneşten korumak için olağanüstü (mucize) olarak biten bu bitkiyi göz ardı edemeyen Eliaçık; ona, Yunus'un hapishaneden çıkınca kendini sigaya çekmek için yaslanacağı bir dekor! Olarak rol biçmiştir. Oysa Allah o bitkiyi, mucize bir nesne olarak vazifelendirdiğini bildirmektedir. "Ve üstüne geniş yapraklı bir nebat bitirdik."

Allah kıssada sebep sonuç ilişkilerini çok iyi bir biçimde bize sunmaktadır. Kıyıya vuran Hz. Yunus'un başına güneş geçmesini bile bir bitki ile önlediğini beyan etmektedir. Cenab-ı Hakk'ın bu beyanı aynı zamanda sebep-sonuç ilişkisinin beyanıdır. Oysa İ. Eliaçık'ın tefsirinde "Yaktîn" alelade nebatlardan bir nebat'tır!..

"Yaktin" bitkisi hakkında İslam kaynaklarında şu tespitler bulunmaktadır: "İbn Abbas, el-Hasen ve Mukatil'den de rivayet edilmiştir. Onlar derler ki: Uzayıp giden ve yer üzerinde yayılarak dik duramayan, sapı da bulunmayan acur, kavun, kabak, ebu cehil karpuzu gibi herbir bitkiye "yaktın" denilir."81 "Yaktîn" hakkındaki gabya dayanan bu tahminlerin yersiz ve gereksiz olduğu; belki ilerdeki süreçte tam manasıyla karşılığı bulunana kadar bunun "mucize bir bitki" olarak kabulünün kıssanın ruhunu tam yansıtacağı kanaatindeyiz.

Nitekim Mevdudi, "Yaktîn" bitkisi hakkında şunları kaydetmektedir: "Ancak öyle veya böyle orada mucize kabilinden bu tür bir ağaç meydana gelmiş ve Hz. Yunus'u gölgelendirerek ona yiyecek ve su vermiştir."82

Aynı bitki Tevrat'ta da mucizevî bir nesne olarak "..bir gecede çıktı ve bir gecede yok oldu…" diye beyan edilerek, Kur'an'dakine göre farklı bir sahnede Yunus peygambere gölgelik yaptığı anlatılmaktadır. Ancak bitkinin vazifesi Kur'an ve Tevrat'ta aynıdır. Yunus peygamberi güneşten korumak… "RAB Tanrı Yunus'un üzerine gölge salacak, sıkıntısını giderecek bir keneotu/asma kabak sağladı. Yunus buna çok sevindi. Ama ertesi gün şafak sökerken, Tanrı'nın sağladığı bir bitki kurdu keneotu/asma kabak fidanını83 kemirip kuruttu. Güneş doğunca Tanrı yakıcı bir doğu rüzgârı estirdi. Yunus başına vuran güneşten bayılmak üzereydi… RAB, "Keneotu/asma kabak fidanı bir gecede çıktı ve bir gecede yok oldu" dedi, "Sen emek vermediğin, büyütmediğin bir keneotuna acıyorsun da…"84

Oysa Eliaçık'ın tefsirinde Yunus'un nereye kaçtığı, nerede zindana atıldığı, zindanda ne kadar kaldığı, nasıl salıverildiği, nerede salıverildiği gibi nüanslara cevap yoktur. Buna gerek de yoktur. Önemli olan mucize olay "balık tarafından Yunus'un  yutulması" tevil edilerek; "Asur zindanı yuttu" olmuştur ya gerisi, angarya!..

Sonuç olarak şunları bir kez daha vurgulayalım; Kur'an-ı Kerim'in, Yunus kıssası ayetleri; Tevrat verileri referansı ile mufassal hale gelmesi mümkün iken ve buna paralel yapılacak modern tarihi, arkeolojik, coğrafi, kronolojik, v.s çalışmalar ile çok daha maddi delillerle donananmış olarak çok daha "vakii" hale gelebilecekken, Eliaçık'ın olumsuz tevil/tefsiri marifeti ile sebep-sonuç ilişkileri kurulamayan tam bir rasyonalite girdabına itilmiştir!..

Çare, tüm Kur'an kıssalarında olduğu gibi Yunus kıssasında da kıssanın anlaşılması için kıssaları okuma/anlama metodolojisini oturtturmak ve kıssaların anlaşılmasında keyfiliği! Ortadan kaldırarak, "anlaşılmayı" standardize hale getirmektir.

 

Dipnotlar:

1.     İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur'an, C.II, s.445.

2.     İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.445.

3.     İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.445.

4.     Tevrat/Yunus1/1.

5.     Tevrat/Yunus2/1-2.

6.     Tevrat/Yunus2/1-2.

7.     Tevrat/Yunus2/6.

8.     Tevrat/Yunus4/11.

9.     Tevrat/Yunus3/3.

10.  Tevrat/Yunus4/11.

11.  İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.445.

12.  Tevrat/II.Krallar18/11.

13.  Tevrat/II.Tarihler32/22.

14.  Tevrat/Yaşeya10/5.

15.  https://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=12942.

16.  İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.445.

17.  Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, C.VII, s.423.

18.  D.İ.B, Kur'an Yolu Türkçe mealve tefsir, C.IV,s.353.

19.  https://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=12771

20.  Baki Adam, A.g.e, S.127.

21.  Baki Adam, A.g.e, S.37-39.

22.  Yaşar Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri, s.198; Baki Adam, A.g.e, S.13.

23.  Baki Adam, A.g.e, S.146.

24.  Baki Adam, , A.g.e, S.66.

25.  Kur'an/Ali İmran3 /3-4.

26.  Kur'an/Şuara26/196-197.

27.  Kur'an/Bakara2 /75.

28.  Kur'an/Maide5 /15.

29.  https://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=12771.

30.  İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.446.

31.  https://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=12751.

32.  https://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=12751.

33.  İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.446.

34.  https://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=12751.

35.  İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.446.

36.  Kur'an/Saffat37/148.

37.  Tevrat/Yunus1/1.

38.  İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.446.

39.  Kur'an/Saffat37/140.

40.  Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c.XIV, s. 551-552.; Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. XIX.s.12; Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, c.XII,139.

41.  Kur'an/Ali İmran3 /3.

42.  Tevrat/Yunus1/3.

43.  Vehbe Zuhayli, A.g.e, c.XII,144.

44.  İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.446.

45.  Tevrat/Kalem68/48.

46.  Kur'an/Saffat37/143-144.

47.  Süleyman Ateş, A.g.e, C.VII, s.423; D.İ.B, Kur'an Yolu Türkçe Meal ve tefsiri,c.IV, s.553.

48. http://incilbg.com/vaaz/yunus_lat.doc;http://www.babaocagi.org/isaiah/b02.pdf.

49.  Tevrat/Hezekiel27/12.

50.  Tevrat/Mezmurlar72/12.

51. http://www.scribd.com/doc/20132353/Yahudi-Adlari-Soyadlari-Jewish-Names-Surnames-08-08-09-Erkan-Kiraz-Internet

52.  Tevrat/Mezmurlar48/7.

53.  Tevrat/II. Krallar/21.

54.  Tevrat/I.Krallar/22.

55.  Kur'an/Saffat37/141.

56.  İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.447.

57.  Tevrat/Yunus1/4-7.

58.  Süleyman Ateş, A.g.e, C.VII, s.423; Mevdudi, Tefhimu'l Kur'an, c.V, s.43.

59.  Kur'an/Saffat37/140.

60.  Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c. XIX.s.11.

61.  Kur'an/Yasin36/41.

62.  Kurtubi, A.g.e, c.XIV, s. 552.

63.  İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.447.

64.  Kur'an/Saffat37/141.

65.  İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.447.

66.  Tevrat/Yunus1/5.

67.  Tevrat/Yunus1/14.

68.  Kur'an/Saffat37/142-145.

69.  Tevrat/Yunus1/17.

70.  Tevrat/Yunus2/1-10.

71.  İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.447.

72.  Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c. XIX.s.15; Mevdudi, Tefhimu'l Kur'an, c.V, s.44; Süleyman Ateş, A.g.e, C.VII, s.423

73.  İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.447.

74.  Kur'an/Saffat37/145-146.

75.  Tevrat/Yunus1/17.

76.  Tevrat/Yunus2/10.

77.  Kurtubi, A.g.e, c.XIV, s. 552-553; Vehbe Zuhayli, A.g.e, c.XII,145.

78.  İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.447.

79.  Kur'an/Saffat37/146.

80.  Kur'an/Saffat37/145.

81.  Kurtubi, A.g.e, c.XIV, s. 557.

82.  Mevdudi, Tefhimu'l Kur'an, c.V, s.44.

83.  Kitabı Mukaddes, Kitabı Mukaddes şirketi, 1981-İstanbul, s.875.

84.  Tevrat/Yunus4/6-10.

YAZIYA YORUM KAT

61 Yorum
  • Taner / 18 Kasım 2009 15:34

    İhsan Eliaçık için bu kadar yorum yapılması gerçekten vahim bir durum. Kendince o kadar ilginç iddialar ortaya atmış ki kabullenilmesi dahi mümkün olmayan bir sürü iddialar ...Bunları kabullenmek mecbur değilken söylenen iddialar 14 asır hiç bir yerden ,hiçbir kimseden duyulmamışken ,bu garip iddiaları hoş karşılamayan ve haklı olarak makalaleler ,yorumlar yazarak eleştiren leri eleştirenler niye kabullenemezler hayret ! eliaçık kim ki ,sıradan bir insan değil mi ? Söylediklerinden bazılarını tarih boyunca kimse söylememiş ,hala da söylememiş ve bu gidişle de söylemezler hal böyle iken toz kondurmayanlar bıraksınlar da eliaçık kendini savunsun ,o da savunursa ,takip ettiğim kadarıyla pek te umursamaz bir tavrı var ,sadece ilgiinç iddialar ortaya atarak gündemde kalmak ,çokça bahsedilmek ,gündem olmak gayesinde ...Yahu adamın öyle iddiaları var ki sadece kendi gündeme getirmiş bir Allah'ın kulu 14 asır söylememiş

    Yanıtla (0) (0)
  • gulay han / 30 Nisan 2016 15:56

    birşeyi 14 asırdır kimsenin söylememiş olması onun yanlış olduğunu göstermez.. dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü de asırlarca kimse söylemedi

    Yanıtla (0) (0)
  • saidmansur / 30 Kasım 2009 13:10

    gelenekselcilik belasından kurtulalım derken, modernlik belasına da düşmemeyi dileyerek Allah tealadan müslümanları dosdoğru yola hidayet etmesini niyaz eder herkesin kurban bayramını tebrik ederim :)

    selametle

    said mansur

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 28 Kasım 2009 21:00

    Selamün aleykum, saffat suresi ve Kalem suresi Yunus kıssası ayetlerinin meal tercihinizi alalım. Ayetler arasındaki siyak sibak bağlamını görelim, ona göre değerlendirmede bulunalım.

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 28 Kasım 2009 10:02

    Selamün aleyküm
    Tüm ziyaretçilerimizin, Kurban bayramını tebrik eder, tüm Alem-i İslam'a
    hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hakk'tan niyaz ederim.

    Cengiz Duman

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 26 Kasım 2009 21:01

    Selamün aleyküm, katkınızdan dolayı teşekkür ediyorum.Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • Ahmet bayrak / 26 Kasım 2009 20:15

    1 - Kalem Sûresinin 48. Âyetindeki makzum sözcüğü aslında boğazın tıkanması, sıkıntıdan nefes alamamak demektir. Sözcüğün bu anlamı Türkçeye "nefes nefese, soluk soluğa, havasızlıktan boğulacak hâlde" deyimleriyle çevrilebilir. Ancak bu nefes darlığı, içinde bulunulan dertten, sıkıntıdan, ıstıraptan da kaynaklanabilir. Nitekim Yûnus peygamberle ilgili diğer Âyetler göz önüne alındığında, bu nefes darlığının sözcüğün hakikat anlamına uygun olarak havasızlıktan değil, sıkıntıdan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

    2 - Enbiya Sûresinin 87. Âyetinde Yûnus peygamberin "karanlıklar içinde" olduğu bildirilmiştir. Buradaki karanlık da yine sözcüğün hakikat anlamına uygun olan "ışıksızlık" değil, zihinsel bunalımdır. Bunu anlamak için Bakara Sûresinin 257. Âyetine bakmak gerekir:

    (Bakara: 257) Allah, iman sahiplerinin Velî'sidir [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınıdır]; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların Yakın Kimseleri tağuttur ki, kendilerini nurdan karanlığa çıkarır. Bunlar cehennem halkıdır. Orada sürekli kalacaklar onlar.

    Görüldüğü gibi, ne Yüce Allah karanlıkta kalanları kurtarmak için onlara ışık tutacağını söylemekte, ne de Tağut, saptırdıklarını ışıklarını söndürmek suretiyle karanlığa sürüklemektedir. Dolayısıyla nur "manevî aydınlık, mutluluk"; karanlık da "zihinsel karanlık, bunalım" anlamına gelmektedir.

    3 - Enbiya Sûresinin 88. Âyetinde Rabbimiz Yûnus peygamberi ğamm'dan kurtardığını bildirmektedir. Ğamm sözcüğü ve türevleri hakikat manasında "bulut" demektir. Fakat sözcük mecazen "keder, üzüntü, sıkıntı, bunalım, karanlık" anlamlarında da kullanılır. Nitekim Türkçeye de bu anlamıyla geçmiştir. Dolayısıyla ğamm sözcüğü bu Âyette Yûnus peygamberin buluttan kurtarıldığını değil, üzüntüden, sıkıntıdan kurtarıldığını ifade etmektedir.

    4 - Sâffât Sûresinin 142. Âyetindeki onu hût yutmuştu ifadesi, Yûnus peygamberle ilgili diğer Âyetler göz önüne alındığında, Yûnus peygamberin üzüntüye boğulduğu, sıkıntıya düştüğü, bunalım

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 26 Kasım 2009 16:42

    selamün aleyküm, Yazınızın hedefinin ne olduğu anlaşılmamaktadır. "..hût sözcüğü aslında doyma hissi olmadığı ve" doyduğunu bilmediği için balıklara yakıştırılmış bir sıfattır, balık demek değildir. Nitekim herkesin bildiği gibi, sularda yaşayan balığın esas adı "semek"tir. Balıklarda doyma hissinin olmaması, yemelerine ara verme sebebinin doymaları değil de tıkanmaları olması bugün artık bilimsel bir bilgidir." Bu bilimsellik taşıyan cümlenize göre "Hut" balık değil se "zünnun" nedir? Kur'an'ın mufassallaşması açısından Tevrat ve İncil'de Yunus kıssalarında anılan "balık"lar nedir? Resulün taif'te kullandığı rivayet edilen "Metta oğlu Yunus" ile Tevrat'taki balıklı bilgiye mi atıf yapılmakta yoksa başka bir şeye mi? Hz. Peygambere "Sahibul Hut" olma ikazı nereye, kime, hangi olaya istinaden kullanılmıştır? Bütün bunların vechesinden bakıldığında Nuzül dönemi anlayışı açısından "hut" "zünnun" "balık" değil de ne?.. Asur hapishanesi... Denizin karanlığı.. Vicdanın hapishanesi...Geleneğe takılmıyorsunuz! madem; Modern veya bilimsel veya rasyonel önerinizi alalım!...Aynı kelime anlamları anlayışı ile Yunus kıssasında gemide gerçekleşen "Kura çekme" işi; yüzü sararmak ve çekişmek anlamlarına da geldiği öne sürülerek Kur'an ve Tevrat'ta yer alan tarihsel bilgi bağlamından koparılıp "çekişme" manası olmuştu da gelenekselin ve tarihsel kayıtların hilafına "Kura çekme" olamamıştı. Hermönetik, semantik, etimoloji, epistomoloji derken; Veysel Menekşe'nin dediği gibi konsil kurup kelimelerin ne anlama geldiğine karar vereceğiz herhalde!.. Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • ahmet bayrak Dinler tarihi Uzmanı Almanya / 26 Kasım 2009 12:26

    YÛNUS'UN HÛT TARAFINDAN YUTULMASI:

    Genellikle "onu balık yuttu" diye çevrilen sözcüğün mahiyeti ile ilgili olarak Araf Sûresinin 163. Âyetinin tahlilini yaparken hût sözcüğü ile ilgili geniş bir açıklama [56–55](Tebyînü'l - Kur'ân: c: 3, s: 72–82) yapmıştık. Önemine binaen o açıklamamızın kısa bir özetini burada tekrar veriyoruz. Ancak konunun daha iyi anlaşılabilmesi için o bölümün tamamının okunmasının daha yararlı olacağını düşünüyor, ilgili bölümün oradan okunmasını öneriyoruz.

    حوت - hût sözcüğü, dil bilimcilerinin bir kısmına göre "balık", bir kısmına göre de "büyük balık" demektir. Bu anlamıyla sözcük, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan soğukkanlı omurgalıların genel adı olmakla beraber, eski çağlardan beri bilinen burçlar kuşağındaki bir takım yıldızın adı olarak da kullanılmaktadır.

    Ancak Kur'ân'ı doğru anlamak için sözcüklerin teamüldeki kullanımını değil, gerçek anlamlarını bilmek gerekmektedir.

    Bu sözcüğün kökü olan ت حو - h - v - t, Arap dilinde hût ve havt olmak üzere iki türlü okunur. Bu okunuşlara göre ortaya çıkan iki sözcüğün Bedeviler arasındaki kullanımı ise şu anlamlara gelmektedir:

    Hût sözcüğünün geçtiği eski şiirlerden biri Ve sâhip lâ hayre fi şebâbihi/ Hûten, izâ mâ zâdenâ… şeklindedir. Sözcük bu mısrada "ağır ağır da yutsa, çabuk çabuk da yutsa, kendisine kâfi gelmeyen [doymayan, doyma duygusu olmayan]" anlamında kullanılmıştır.

    havt sözcüğü ise "kuşun suyun çevresinde veya vahşî hayvanın bir şeyin çevresinde dönüp durması, oradan ayrılmaması" anlamındadır. Buna da İslâm öncesi ve sonrası dönemden birçok örnek mevcuttur. [56–56](Lisanü'l - Arab; c: 2, s: 644)

    Bu temel açıklamadan anlaşıldığına göre, hût sözcüğü aslında doyma hissi olmadığı ve doyduğunu bilmediği için balıklara yakıştırılmış bir sıfattır, balık demek değildir. Nitekim herkesin bildiği gibi, sularda yaşayan balığın esas adı "semek"tir. Balıklarda doyma hissinin olmaması, yemelerine ara verme sebebinin doymaları değil de tıkanmaları olması bugün artık bilimsel bir bilgidir.

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan karakas-ALMANYA / 25 Kasım 2009 20:34

    selamun aleykum öncelikle cengiz kardesimizden allah razi olsun ve allah onu yolunda daim eylesin. "AsurKral Israillileri Asur´a surerek Halah´a,Habur Irmagikiyisindaki Gozan´a veMed kentlerine yerlestirdi."12 Burada yazilan Halah sehrinin isminin (KALAH)olarak duzeltilmesini ve dolayisiyla tevrattan alinmis bu metnin dogrulanmasini saglayacaktir.

    Yanıtla (0) (0)
  • veysel menekşe / 22 Kasım 2009 01:09

    Tabii ki yanında olacağız!..
    Yalnız bırakan da yok!.
    Ama konu bu değil.

    ..
    Wesselam!

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 20 Kasım 2009 17:29

    "Eliaçık,‘yoksulun zengin malında hakkı’ olduğunu ve‘eşitleninceye kadar vermek gerektiğini’,‘sadakanın yoksulluğu yeniden ürettiğini’anlatırken,Yarar hâlâ “Veriyoruz ya işte malımızın 40’ta birini zekât olarak” savunmasını yapıyordu.Eliaçık, İslami hareket içinde “Yiyecek ekmeği olmadığı halde kınından sıyrılmış bir kılıç gibi isyan etmeyen insanın aklına şaşarım!” diyen,Peygamber’in ‘kardeşim’ dediği Ebu Zer’in fıtratından geliyor.Bu
    sebeplerle Eliaçık,Türkiye’deki sermayeyi ve siyasi iktidarı büyük bir hınç ve hırsla ele geçirmek isteyen ‘ekibin’ pek görmek istemediği bir yüz.Hayattaki söz hakkını
    vicdandan, eşitlikten yana kullanıyor.
    Artı değer ve Kur'an.İslami çevrelerin son derece belirsiz bir biçimde sarf ettikleri ve AKP’nin adında da geçen ‘adalet’
    kavramını ‘eşitlik’ olarak da yorumlayan,bu nedenle de ‘İslami muhafazakâr’ çevrenin hazzetmeyeceği bir insan.İslami çevrenin yazarlarını,söz söyleyenlerini topyekûn gerici sananların mutlaka tanıması gereken bir yazar.‘Abdestli kapitalist’ de kendisine ait bir kavram.Kapitalizmin,abdest suyuyla meşrulaştırılmasına karşı çıkıyor.Ne ki, referansları İslami kaynaklar.AKP ile cisimleşen kapitalist hırsın İslami hareketi ele geçirişini,adalet kavramı üzerine düşünen insanların bir anda ihale
    peşinedüşüşünü,insanların camiye bir ekonomik ağın dışında kalmamak için gidişini gördükçe kalbi kırılıyor olmalı.Bunu anlıyor ve insanlığın vicdansız aynasına bakılırken ben de aynı yerimden kırılıyorum.Ama merak ettiğim bir şey var.Müslüman aydın! Konuş!
    Neredeler? Ebu Zer’in yoldaşları,Ali Şeriati’nin Türkiye’deki öğrencileri,Dior örtülerin,Versace kravatların ardında yeniden üretilen eşitsizliğin karşısında,‘bahçe sahiplerine’ karşı,neredeler?Yoksa İsmet Özel’in bu manzaraya bakıp söylediği gibi ‘toparlanıp gittiler’ mi?. E.Temelkuran" Biz ise onu daire dışına çıkarmaya,neo-mutezile yapma gayretindeyiz?İmanı yaşanır kılmanın,vahyi hayata uyarlamanın karşılığı bu mu olmalıydı? Rasyonalist müslüman ne olacak!!!

    Yanıtla (0) (0)
  • mehmet s. / 20 Kasım 2009 10:02

    "fesêheme","üzüntüden,zayıflıktan,hastalıktan rengi değişmek,rengi atmak,yüzü asılmak,(semehe vechu-hu)" anlamlarınada gelen bir kelime- "bitkin olarak" düzlüğe/Sahile atılıyor. Balığın karnında kaldığı için mi bitkin yoksa yaptığına pişman olduğu için mi? (37:142 buna cevab verir)-"Yutan Büyük Balık" imgesi "karanlığı" sembolize eder- bu sebolün karşılığını-"karanlıklar içinde" ifadesinde bulabiliriz.Yani Yunus(a.s) yaptığından hastalanacak kadar derin pişmanlığa düşmüş (Balık onu yuttu)pişmanlığı ve tevbesi onu düzlüğe çıkarmıştır (Sahile atılmıştır). "Eğer tesbih edenlerden olmasaydı karanlığın göbeğinde kaldırılacağı güne kadar kalırdı" (37:144) "O halde diren, sende "Balığın arkadaşı" gibi olma" (68:48) uyarısı peyamber(a.s) direnç göstermesini öğütlemekte, görevini yerine getirmesi gerektiğini, bundan kaçamayacağını vurgulamaktadır.
    H.Yımaz’ın yorumunun götürdüğü yer deharfi harfine olmasa da farklı değil.Olay şimdi burada Eliaçık’ın verdiğinden başka mecraya kaydı ama verilmek istenen mesaj hep aynı.Yani kaçma,cezalandırma,tevbe ve bağışlanma ve tekrar mücadele.Anlaşılacağı üzre dinin özünden sapma yok ve kavramların anlamı da buna müsait.O zaman biz niye tartışıyoruz,illa mucizevi anlatımda ısrar edildiği için ve aksini iddia edenler neo-mutezile,rasyonalist vs.olarak nitelendirildikleri için.Bu yorumundan dolayı Rıdvan kardeş de hedef tahtasına oturmuş vaziyette.Hadi hayırlı olsun.Cengiz dostumuza, sen niye böyle yorumladın diye tepki gösteren yok,başkalarını niye o,şu,bu yapıyorsun diye gelişti herşey.Hep söylendi,bu mesele itikadi değildir diye ama ne hikmetse üretilen kavramlar buna hizmet etti.Yunus gemiyle kaçmak istedi,pişman oldu,tevbe etti ve tevhit mücadelesine devam etmek için geriye döndü.Hz.Muhammed'in de bu örnekten yola çıkarak yılmadan mücadelelsini sürdürmesi,Yunus gibi kaçmaması,pişmanlığı yaşamaması ve Allah'ın yar ve yardımcıyla mücadelesine devam etmesi istenmişti.Bu yorumun neresi tevhide aykırı?Milletin işi var efendim,yormayın bizi!

    Yanıtla (0) (0)
  • rıdvan çeliköz / 19 Kasım 2009 21:05

    selam,

    37:141 de geçen "fe sêheme", "kura çekmek" anlamına geldiği gibi, "üzüntüden,zayıflıktan,hastalıktan rengi değişmek, rengi atmak, yüzü asılmak,(semehe vechu-hu)" anlamlarınada gelen bir kelime tevratta kura çekmek geçtiği için diğer anlam ikinci plana itilmiş. 37:145'te "bitkin olarak" düzlüğe/Sahile atılıyor. Balığın karnında kaldığı için mi bitkin yoksa yaptığına pişman olduğu için mi? (37:142 buna cevab verir)

    "el-Hût" yani "Balık" ise,
    ya yalın anlam tercih edilerek "balık" şeklinde anlaşılabilir,

    ya da mecaz anlam tercih edilerek veya "balık imgesinin" neyi ifade ettiği izah edilebilir,

    "Yutan Büyük Balık" imgesi "karanlığı" sembolize eder (jobes,s.575), bu sebolün karşılığını 21:87 "karanlıklar içinde" ifadesinde bulabiliriz.

    Yani Yunus(a.s) yaptığından hastalanacak kadar derin pişmanlığa düşmüş (Balık onu yuttu)pişmanlığı ve tevbesi onu düzlüğe çıkarmıştır (Sahile atılmıştır). "Eğer tesbih edenlerden olmasaydı karanlığın göbeğinde kaldırılacağı güne kadar kalırdı" (37:144)

    "O halde diren, sende "Balığın arkadaşı" gibi olma" (68:48) uyarısı peyamber(a.s) direnç göstermesini öğütlemekte, görevini yerine getirmesi gerektiğini, bundan kaçamayacağını vurgulamaktadır. (Eric fromm buna benzer bir yorum aktarır, rüyalar,masallar, mitoslar)

    Yalın anlam bilindiği için tekrar etmek sözü uzatacağından simgesel anlamı aktarmayı uygun gördüm, iki anlamında ve/veya anlayışında bizi farklı bir noktaya götürdüğüde hesaba katılmalıdır.

    elbette Alîm Allah(a.c)'dir.

    Yanıtla (0) (0)
  • Furkan / 19 Kasım 2009 20:53

    Sayın Cengiz Duman Kardeşim.
    Eliaçık hocanın tefsirindeki hataları ilmi bir şekilde dile getirmişsiniz.Bu çok yerinde ve olması gereken bir durum.Kim olursa olsun,ne kadar meşhur olursa olsun yanlışların ve hataların düzeltilmesi çok önemli.Bu konuda sizi destekliyorum.
    Ama bir konuda size katılmıyorum.O da şu:
    R.İhsan Eliaçık hoca ''Abdestli kapitalist'' tabirini sizler için kullanmıyor,daha doğrusu kendisi gibi düşünmeyenlere kullandığı bir tabir değildir.Eliaçık hoca ''Abdestli kapitalist'' tabirini daha çok, iman ettiğini iddia eden,hatta namazlarını kaçırmayan orucunu tutan ama; yanında çalıştırdığı kişinin emeğini sömüren,ezen,sosyal haklarını gasbeden,emeğe karşı duyarsız olan,mala mülke tapan,infaktan kaçınan, cimrilik yapan ve hak,adalet, eşitlik, insan hakları...vb kavramlara adeta yabancı kalan ama müslüman olduğunu iddia etmekten de geri durmayan zengin muhafazakar kesim için ''Abdestli kapitalist'' tabirini uygun görmüştür.Eliaçık hoca bu tabirle emeğe saygısız olan , sosyal adaleti, eşitliği küçümseyen,mala mülke tapan cimrilik yapan müslüman geçinmekten de geri durmayan zenginleri kınamaktadır.
    Eliaçık hocanın kullandığı bu, ''Abdestli kapitalist'' tabirini, Taner ve Cengiz Duman kardeşlerimiz yanlış anlamışlardır.
    Tamam şu konuda anlaşalım.Eliaçık hocanın mucizelere ve yunus kıssasına yaklaşımını eleştirmeniz de size hak veriyorum.Bu konudaki çalışmalarınızı takdir ediyorum.

    Yalnız ''Abdestli kapitalist'' tabirini yanlış anlıyorsunuz ve hiç alakası olmayan bir şekilde yansıtıyorsunuz.Bu ahlaki bir tutum değildir.Bu konuda taner kardeşime şu tavsiyem olacak.Şahısları artık gündeme getirmeyin. Şöyle dedi,böyle dedileri bırakın. Fikirlerin gerçekliğine odaklanın.

    İnsanlar bir birlerini eleştirirken yargıç rolü oynamasalar,empati yapsalar ve karşı tarafı anlamaya çalışsalar ne iyi olacak.

    Kıskançlığa mı kapıldık? Hıncımızı mı alıyoruz? Ne oluyor bize kardeşler ne oluyor bize?

    Offff, kalbim sıkıştı.
    Hakkınızı helal edin.

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 19 Kasım 2009 18:09

    selamün aleyküm, kendisi gibi düşünmeyenler "abdestli kapitalist" Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 19 Kasım 2009 18:07

    "konuyla ilgili en sağlıklı çalışmanın Hakkı Yılmaz tarafından yapıldığını düşünüyorum." cümlesindeki bahsedilen kişiye ait Yunus kıssası meali; bu meal tarihsel mi, yoksa teşbihsel!?.. mi siz karar verin!...

    139- Elbette Yunus da gönderilenlerdendir [elçilerdendir].
    140- Hani o, dolu bir gemiye doğru kaçak bir köle gibi kaçmıştı.
    141-Sonra o, ok çekişti, sonra da kanıtı iptal edilenlerden [tezi çürütülenlerden] oldu.
    142- Sonra onu Hût [açgözlülük- bunalım] yutmuştu. O ise kınayıcıydı [pişman olmuştu].
    143, 144- Sonra eğer, şüphesiz o, Allah`ı tesbih edenlerden olmasaydı, kesinlikle diriltilecekleri güne kadar onun [hût’un] karnında [karanlıklarda, bunalımda] kalacaktı.
    145- Sonra Biz, o hasta iken [fikir sancısı çekerken] onu sahile attık.(nereden, nasıl sahile attı)
    146- Onun üzerine geniş yapraklılardan bir ağaç bitirdik.
    147- Ve onu, yüz bin hatta daha çok kişiye elçi olarak gönderdik.

    -Bu kanıt nasıl bir kanıt ki çürüyor? Peygamber, hem de kınayıcı iken ağzından tevhid dökülen bir kişi olması gerekirken kanıtı nasıl çürür?!.. Kanıt çürütmek için "ok mu çekmek" lazım?..
    -Hut/balık nasıl mecazi olarak açgözlülük-bunalıma dönüşüyor?
    -Bunalıma düşen bunalımdayken denize atlayıp dalgalar tarafından sahile doğru mu itekleniyor?
    -Neden, nasıl sahile atılıyor?
    Tarihsel ve düşünsel bağlamından ve sebep-sonuç ilişkilerinden koparılmış bu anlamların "çawşin" kardeşimiz gibi nasıl "sağlıklı çalışma" olduğuna siz karar verin!...

    Yanıtla (0) (0)
  • Taner / 19 Kasım 2009 16:50

    Furkan kardeşim doğru ,aynı düşünceler eliaçık için de olmalı değil mi ?Kendisi acaba kendisi gibi düşünmeyenleri hangi kategoride görüyor , kendi anlayışına uymayan anlayışı nasıl isimlendirir...İnanın biz müslümanların o kadar çok sorunu var ki ,bu gibi konularla kafaları allak bullak etmek pekte iyi bir durum değil ...

    Yanıtla (0) (0)
  • çawşin / 19 Kasım 2009 15:36

    Tevrât'ta Yûnus peygamber hakkında yazılanlar ve bunlara dayanarak uydurulan hikâyeler Kur’ân ile de uyuşmamaktadır.
    Yûnus peygamber kıssası bir mu’cize de değildir.
    Mu’cize olabilmesi için söz konusu olayların bir peygamber tarafından, getirdiği mesajın doğruluğunu ispat etmek üzere ve herkesin gözleri önünde yapılmış olması gerekir.

    Yüce Allah her şeye kadirdir.
    konu Rabbimizin kudreti değil, Yûnus peygamber hakkında anlatılanların gerçekten meydana gelip gelmediğidir.
    insanı bir bütün olarak yutabilecek bir balığın mevcudiyeti ve o insanın bu balığın karnında üç gün süreyle kalması ne kadar mantıklıdır.
    Bir insanı parçalamadan yutabilecek bir balık hayal edilse bile sindirim sistemi çalışmayan bir balık düşünülemez. Kaldı ki, böyle bir balığın var olamayacağı konusunda Kur’ân'da da bir işaret vardır. Şöyle ki; Sâffât Sûresi’nin 143, 144. Âyetlerinde, -eğer tespih edenlerden olmasaydı- Yûnus peygamberin diriliş gününe kadar balığın karnında kalacak olduğunu bildirmektedir. Yani, sözcüklerin hakikat manaları ile değerlendirilmesi durumunda, Âyetten bu balığın Yûnus peygamberi karnında taşıyarak kıyamet gününe kadar yaşayacağı anlamı çıkar ki, böyle bir şey mümkün değildir. Kur’ân mantıksız, akıl dışı bir husus içermediğine göre, Yûnus peygamberin balık tarafından yutulması, olsa olsa bir kinayedir.
    (ihsan eliaçık'a da katılmıyorum. konuyla ilgili en sağlıklı çalışmanın Hakkı Yılmaz tarafından yapıldığını düşünüyorum)
    Doğrusunu en iyi bilen şüphesiz Allah'tır.

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 19 Kasım 2009 15:03

    Selamün aleyküm, Kıssa hazırlığınıza dair not bölümünü atlamışım. Yazılarınızı paslaşalım ortak akıl bir eser ortaya çıksın. e-mail adresimi dergiden alabilirsiniz.Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • yalnız efe / 19 Kasım 2009 13:23

    eski devletlerin insan zihnini hakikate yormak gibi bir amacı olmadığı için....
    sembolik bir dil kullanma yoluna gitmez...
    ama Allah....
    o bizim aklımızı seviyor...
    O nu anlamaya çalışımızı....
    boşverin yaaa....
    herkes anladığını anlasın..
    biz Müslümanız....gerisi teferruat...
    iman nedir bilir misiniz....
    BİZ i kardeş yapan o sıkı bağı....
    bu beşerler arasında yaşanabilecek en asil sevgi...
    yüreğiniz titresin üşüyen bir yaprak gibi...
    zarar gelmesin bu sevgiye diye...emi...
    Allah için seviyorum sizleri...

    Yanıtla (0) (0)
  • rıdvan çeliköz / 19 Kasım 2009 09:29

    selam,
    kenan kardeşim,
    Arabça bilmenin Kur'an'ı Kerim'i anlamaya yeterli olmadığını ama Arabça'nında metnin dili olması nedeniyle bilinmesi gerektiğinin altını çizmeliyim, ismini verdiğiniz sitede ve daha başka yerlerde Kur'an'ı anlama ve yorumlama üzerine bir çok yazı yazdım, alıntı yaptığınız yazımda da Kur'an'la aramızda 1400 küsür bir zaman farkına ve ilk muhatablarının dünyasına da vurgu vardı.

    Dün yazdıklarıma, bu günde sahib çıkıyorum,

    Cengiz bey'in başlığı altına katkım olursa tekrar bir iki şey yazarım, cengiz bey'e de bu kıssa üzerine çalıştığımı belirtmiştim (bu vesile ile yukarıdaki yazdığı makalesine ve yazı yazdığı bir siteye ulaştım,bende kendisine teşekür ederim, Allah ilmini/mizi ziyade etsin)

    selam ve dua ile,

    rıdvan

    Yanıtla (0) (0)
  • Gercekci Davut / 18 Kasım 2009 23:43

    Ozgur ismindeki arkadasimiz "ADALET"kavraminin icini neyle doldurdugumuzu sormus,bizde bu konuda acizane bir,iki kelam etmeye calisalim.Oncelikle sunu belirteyimki Islamdaki Adalet anlayisi, sozyalist idolojinin
    adalet anlayisindan cok farklidir mesela yalin mantikla meseleye yaklasildiginda degisik,boylarda,degisik kilolardaki 10 insana esit yuk yuklemek adalet gibi gorunsede dayanma ve goturme kapasiteleri gozonune alindiginda kisilerin kapasite ve guclerine gore tasiyacaklari yuku yuklemek Islamin getirdigi adalet anlayisinin geregidir.Kuranin tabiriyle Allah kimseye tasiyamayacagi yuku yuklemez.Adaletin olmadigi yerde ozgurluk ve barisda yoktur.Herkes hukuk onunde Peygamberimizin tabiriyle taragin disleri gibi esittir(Adaletintesisi icin bu olmazssa olmazlardandir).Kimsenin mevki ve makami,mali ve kabilesi ona hukuk onunde imtiyaz ve ayricalik saglama vesilesi olamaz(beseri sistemlerde yasalar orumcek agi gibidir,sinekler takilir,esek arilari deler gecerler.Hukukun ustunlugu,ustunlerin hukuku seklinde uygulanir),Muslumanlar olarak bizler herzaman ve zeminde zalime karsi mazlumun yaninda olmakla mukellefiz,zalime karsi mucadele etmekle yukumluyuz.Islamin bize cizdigi hedef yeryuzunde fitnenin ve zulmun,somuru ve talanin,gasp ve yagmanin tamamen bitinceye kadar gucumuz nisbetinde mucadele etmemizdir.Eger bu prensipler ve yukumlulukleri hayata gecirmede,Adaletin tesis edilmesinde,zulme karsi direnis ve mucadelede fasif kaliyorsak,eksik ve zafiyetlerimiz varsa(ki vardir elbette olamamsi mumkun degildir)bu bizim eksiklik ve kusurumuzdur.Ekmel olan muazzez dinimizin bu konularda vaz ettigi hukumler,getirdigi pirensipler insanoglunun dunyada Tevhidi ilkeler istikametinde Adaletle,ozgurce,baris icerisinde mutlu ve huzurlu bir sekilde yasayabilecegini gostermektedir.Rasulullah (sav)ve rasit halifeler doneminde ve sonraki bazi donemlerdede bu pirensiplerin kamil manada uygulandigi donemlerde tesis edilen sadet toplumlarina Islam tarihi sahit olmustur.Vesselam

    Yanıtla (0) (0)
  • veysel menekşe / 18 Kasım 2009 20:54

    Kuyu'ya taş atarken iyi de.
    Çıkarmaya kalkarken mi kötü?..
    Kırk akıllıya da gerek yok.
    İki akıllı bu işi üstlenmiş ve..
    Pek te güzel anlatıp;
    Kuyudaki taşları..
    Birer birer temizliyorlar..
    "SAĞOLUN" DİYECEĞİMİZ YER DE..
    Taş atana aferin demek te neyin nesi?.
    ..
    İki-üç bin yıllık tabletlerin yazısı.
    Anlam kaymasına uğramamış ta.
    Kur'an'ın mı anlamı kayıvermiş?..
    ..
    Nasıl korunduy sa bu kitab..
    Ben de anlayamadım yani..
    ..
    Barnabas Kur'anı filan yok mu abiler?..
    Bu Konsül bu işi çözemeyecek gibi..
    ..
    Wesselam!.

    Yanıtla (0) (0)
  • Furkan / 18 Kasım 2009 20:17

    Taner bey biraz sakin olun.İtidalli olun.Birilerini beğenmeyebilirsiniz ama küçümsemek doğru değil, hele dışlamak hiç doğru değildir.Derdimiz şahıslar değildir, derdimiz fikirleri kritik etmektir.
    Ortalığı kızıştırmaya hiç gerek yoktur.
    Bilmem anlatabiliyormuyum.
    Bırakalım fikirler konuşsun.Beğenirseniz alırsınız,beğenmezseniz ciddiye almazsınız.Bu kadar basit. Eliaçık hakkında suizan etmek,niyet okumak çok çirkindir.
    Konunun fikirlerin kritik edilmesinden çıkıp şahısların eleştirilmesine kayması hikmetli bir davranış değildir.
    İnsanlar yanlış ve hata yapmasalardı o zaman imtihanın bir anlamı kalmazdı.Yanlışlardan ve hatalardan korkmamalıyız.
    Asıl korkmamız gereken Kur'an ahlakını çiğneyip hala müslüman kalabileceğimiz zannı içinde olmaktır.

    Tartışırken bile Kur'an ahlakını esas alalım.

    Lütfen Allah'ın hoşuna gitmeyecek bir uslubla konuşmayalım.
    Bizler kadeşiz.Birbirimizle en güzel şekilde konuşmakla yükümlüyüz.
    Bilmem anlatabildim mi Taner kardeşim.

    Yanıtla (0) (0)
  • mehmet s. / 18 Kasım 2009 17:27

    Atalarımızn her dediği ne kadar doğru? Kur'an bu anlayışı reddetmiyor mu? Tartışmaya konu olanların hiç biri yeni değil,geçmişte de defaatle tartışılmış ama ehl-i sünnet baskısı onları sümen altı ettirmiş.Çekincesi olan M.S.Hatipoğluna sorsun."İslam Kültürünü Kritik Etmeliyiz!" diyen o.Kütüphanelerde araştırmacıları bekleyen devasa bir kültür vardır diyen de o.Emevi,abbasi,selçuklu ve sonrası iktidarların islam düşüncesinde baskı kurduğunu bize tarih-çiler söylüyor.Dolayısıyla,söylenen herşey geçmişte de söylenmiş.Korkulduğu gibi yeni bir şey yok ortada.Etrafı iyi gözlemlemek gerekiyor.Dikkatli bir okuyucu,araştırmacı isterse herşeye ulaşabilir.

    Yanıtla (0) (0)
  • Şeyh Şamil / 18 Kasım 2009 14:08

    Rabbimiz, rahmeti gereği, Nûh peygamberden sonra da toplumlara elçiler göndermiş, kendilerine apaçık belgeler getirmelerine rağmen bu elçiler o toplumlarca yalanlanmıştır. Rabbimizin bu konudaki yasası [Sünnetullah'ı], haddi aşarak yalanlayanların kalplerinin mühürlenmesidir. Âyetin sonunda yer alan kalplerini böyle damgalarız/mühürleriz ifadesi, inançsızların kalplerinin mal-mülk, makam-mevki hırsıyla katılaştığı, duygusuz, düşüncesiz, anlayışsız bir hâle gelerek inanma yeteneğini kaybettikleri anlamına gelmektedir. "Kalplerin Mühürlenmesi" konusu daha önce Tîn Sûresinin tahlilinde açıklandığından, daha fazla bilgi için o bölümün [51–24] (Tebyinü'l-Kur'ân; c: 1, s: 560–572) tekrar okunmasını öneriyor, konu ile ilgili iki Âyetin mealini vermekle yetiniyoruz:

    (En'am: 110) Ve Biz onların kalplerini ve gözlerini ilkin iman etmedikleri durumdaki gibi ters çeviririz. Ve Biz de onları taşkınlıkları içerisinde kör ve şaşkın olarak bırakırız.

    (İsrâ: 17) Ve Biz Nûh'tan sonraki nesillerden nicelerini helâk ettik. Ve kullarının günahlarını hakkıyla haberdar olan ve en iyi gören olarak Rabbin yeter.

    Kur'ân'dan anlaşıldığına göre, Nûh peygamberden sonra gönderilen elçiler Hûd, Salih, İbrâhîm, Lût ve Şuayb peygamberlerdir.

    75. Sonra bunların arkasından Mûsâ ve Hârûn'u Âyetlerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar büyüklendiler ve günahkâr bir kavim oldular.

    76. Kendilerine tarafımızdan gerçek gelince, "Hiç şüphesiz bu, kesinlikle apaçık bir sihirdir" dediler.

    77. Mûsâ dedi ki: "Siz hakk için, o, size gelince, ‘Bu, sihir midir' mi diyorsunuz? Hâlbuki sihirbazlar iflâh olmazlar "[umduklarına eremezler] .

    78. Onlar "Sen atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin ve yeryüzünde saltanat ikinizin olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmayız!" dediler.

    79. Ve Firavun "Bana en bilgili sihirbazların tümünü getirin!" dedi.

    80. Nihayet sihirbazlar gelince, Mûsâ onlara "Ne atacaksanız atın!" dedi.

    81

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 18 Kasım 2009 01:37

    Ayşe ve Haydar kardeşler,iyi niyetli yorumlarınız için teşekkür etmekle beraber,muhatap ben olduğum için birkaç meseleye açıklık getirme durumundayım.Arapça bilmem,bilenlerden dine dair çalışmalarını her fırsatta bulup okuyan biriyim.Buna dair R.Çeliköz’den yaptığım alıntılar umarım yardımcı olur.Benim dil bilmek veya öğrenmek gibi sıkıntım yok.Kaldı ki tartışmaya sebep olan iki kardeşimizin de bu işin şimdilik hakkını verdiklerini düşünmüyorum,yarını bilemem.Dil birkaç sene Suriye vb. yerlerde ders alınarak öğrenilebilecek bir şey değil;çünkü o neredeyse bir hayatın karşılığıdır.Bakınız M.Esed bile Arabistan’da çöl ortamında,1400 yıl öncesinin şartlarını ihsas ettiren yerlerde 22/23 yıl kadar yaşamış ve dili o şekilde öğrenmeye çalışmış.O bile hal böyleyken işin hakkını ver-e-memek konusunda modernist/reformist olarak suçlanmaktan geri kalamamış.Kıssa,mucize,melek vs.ile ilgili kavramlara getirdiği açılım 1400 yıllık geleneğin rağmına olduğu için olsa gerek.Bilmem anlatabildim mi? S.Ateş bu işin piri sayılır ama o da gelgitleri oynuyor,Ali Bulaç hakeza..Yanı metin ortada ama birilerinin dediği gibi anlam neredeyse buhar olup uçacak.Çok şükür ki bizim gibi Arapça bilmeyenler var da anlam muhafaza ediliyor(!). Şakadan hoşlanır mısınız bilmem ama bu da latife..Haklı olarak dersiniz ki din şaka götürmez,elbette öyle.Ama benim Arapça bilip bilmediğimle ilgili muaheze etme gayretiniz varsa,onu engellemek üstümüze vazife ve bu size ve diğer Müslüman kadeşlerime yakışmaz.”Arapça bilmiyorsan,sus otur, oturduğun yerde!” diyecekseniz,ben burada bir saniye bile durmam.Bıraktık burasını,nerede tekebbüri eda ile Müslümanım diyenler varsa onların yanında da durmam.Söyleyeyim,buralarda bu tür rüzgarlar esmeye başladı ki bu hayra alamet değil.Müstağni,istiğna,tekebbür,kibir vb. kavramları çok çalışmıştık oysa.Ben iyisimi elfaz-ı küfür,itikatte usül vb.kitapları bir daha okuyup karıştırayım.Yoksa sonumuz pek hayırlı olmayacak(!)
    Kalın sağlıcakla,Allah'a emanet olun..

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 18 Kasım 2009 00:51

    Bu durum Cengiz ve Bülent kardeşlerimiz için de geçerli, aksi halde niye uğraşıyorlar? Yazıp çizmeleri birilerinin yolunu açmak mı, yoksa nahak yere malum kavramlarla daire dışına çıkarmak mı? Karşı delil getirmek durumunda değilim. Kendi aklını ve keşfettiği verileri “en” lerde gören birilerine ne diyebiliriz ki? Yazarları birbirine durdurmaktan bahsetmiş Cengiz dostumuz; yahu, yazılarınız kime karşı ve kullandığınız kavramlar ne ve kimin için, diye sormayayım mı şimdi? Arapça bilmiyorum ve bu benim muaheze edilmeme her halde sebep değildir ve zaten buna da kimsenin hakkı yoktur; Çünkü Müslüman aklı ve vicdanına yakışan bir şey de değildir? Fakat bu kaotik yapı içerisinde neredeyse iyi ki bilmiyorum deme durumuna geldik. Arapça bilenler kör dövüşü içindeyseler, arena içine biz niye girelim ki, baksanıza abondone edip duruyorlar birbirlerini? Biz yıllardır düşüncelerini eleştirdiğimiz veya kabul ettiğimiz insanlarla yüzyüze olmaya ve karşılıklı teaitilerle meram anlamaya çalıştık. Tarikat/tasavvufu, burada arada konu olan Risale-i Nur çerçevesince şekillenmiş düşünce ve eylem biçimini, bizatihi kısa dönem de olsa içine girdiğimiz siyasetin neliğini, sair ameli ve itikadi mezhep mensuplarının düşün dünyasını, inanın mübalağa değil daha bir dolu akımlarının bu âlemdeki seyr-ü seferlerini biliriz ama bakın buradayız. Ve burası seksenli yılların modernisti, reformisti, rasyonalisti, sünnetsizi, mealcisi vs.idi. Ve biz,” Hayır sizin zannınız üzre değiliz, elhamdülillah müslümanız!”dememize rağmen aksi şekilde yaftalandık. Şu Allah’ın işine bakın ki aynı garabeti biz işliyoruz.”Hayır, düşüncelerinizi, bilgilerinizi paylaşın ama kimseyi daire dışına iteklemeyin” demek suç mu? Muhatabını baştan mahkûm eden birinin karşı tarafla anlaşması ne kadar mümkündür.Bunu Eliaçık yapıyorsa da bir eksiklik ve nitekim bu eksikliği ihsas ettiren söz ve eylemleri var ve yine zaten o da tepki alıyor.Son yazısı da bunu tavzih mahiyetinde..Selam ve dua ile..

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 18 Kasım 2009 00:24

    Uyarıcı yorum yazan kardeşler, dedikleriniz ve Allah’ın rahmetine yönelik temennileriniz başımız üstüne. Maksadımız kimseyi kırmak ve incitmek değil ve bunu daha öncede söylemiştik. Güvendiğimiz, sevip, saydığımız kesim ve insanlardan, özellikle altını çizmeye çalıştığım meselelere ilişkin karşı refleks görünce haliyle, hayal kırıklığına uğramanın getirdiği yerdeyiz. Elhamdülillah uzun yıllardır bu âlemi takip eden biriyiz ama maalesef yazıp/çizenlerden eleştirilere dair, olumlu tepki gösterenlere pek rastlamadık desem yeridir. Burada bahis mevzuu olan bizim çalışmalarımız olmadığına göre, beklentinin bana yönelmesi şimdilik olası değil. Eliaçık, üç öğün birlikte olduğumuz biri değil. Arada bir görüp eleştiri, tenkit yönlü konuşmuşluğumuz ve yazışmışlığımız var o kadar. Burada eleştiri konusu olan onun yazısı. Materyalist, harici, mutezile, rasyonalist,yeni bir Kur’an ortaya koymakla vs.diye yaftalanan o ama artık karar verilsin,Eliaçık bunlardan hangisi? Dolayısıyla müslümanın hakkını koruma adına ve ayrıca doğaldır ki bazı görüşlerine katılmamız adınadır uyarılarımız. Bunun için arkeolojik,filolojik, kitab-ı mukaddes ağırlıklı araştırma yapmamıza da gerek yok.Kaldı ki buna benzer çalışmaları yıllardır okuyoruz ve bu okumalarımızın bizi getirdiği bir yer var.Eğer yanılgımız,yanlış bilmemiz ortaya çıksaydı,aptal değiliz ve çok şükür kafamız da karışık değil,herhalde baş tacı ederdik.Müslüman kendine ait yitik ne varsa ortaya çıktığında sahiplenir değil mi?Agresif filan değiliz ama yazarlarımız maşallah!
    Ayrıca Eliaçık’ın yazıp çizmelerinin de nihayetinde yorum olduğunu ve zaten o bu konuda ısrarcı değil,teklif edici diye de yazdığımı hatırlıyorum.Yani tarafgirlik kendi adıma en son düşünülebilecek bir şey.Uzun yıllardır bunun karşı mücadelesini vermiş birinin düşebileceği bir durum mu bu?Eliaçık, yanlış yapabilir,bundan doğal ne var?Ama gayesi yanlışları azaltmak,hakikati aramak ve beraberinde insanlık için münzir olmaksa Allah’ın rahmeti de elbette yanındadır.

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 17 Kasım 2009 23:55

    Bu satırların tümünü fikri takipten okuyabilirsiniz.Biz sıradan okuyucularız ama ne yaparsınız ki okuduklarımızdan bir takım anlamlar çıkarıyoruz.Şimdi Rıdvan kardeş de çıkıp diyebilir,ben bunları kastetmedim diye;ama bağlamları eksik olsada notlar onun.“Söz”ün kelimeleri, cümleleri “yazıyla” sabitlenmiş ve “Dilimize çevrilmiş” fakat “o dil’e” ait dünya “yazının” tamamında sabitlenmemiş, “o dil’i” “Söz”le “şimdi eyleyenler” “Mazi”de kalmış buharlaşmıştır. Biz ise, “Sözü” başka bir dünyada, başka bir “dil’le” “şimdi okur” ve “bizim dünyamızı” “Söz”le yeniden inşa edip eyleyenler olma konumumuzu ıskalayarak; “Söz”ü “şimdi” ve “bizim dünyamızla” anlamaya ve yorumlamaya çalışarak
    “İlahi Sözden” yazıyla sabitlenmeyle birlikte “koca bir dünyayı” gözden kaçırdığımızı bilmeden; Ve sual ediyoruz “İlahi Sözden” gözden kaçanlar nedir?Ve yine sual ediyoruz “dil’i bilene tefsir neden?” “Dil’i” gramer ve sözlük düzeyinde düşünenler, “dil’i çevirince” “dünyayıda çevirebileceklerine” inanıyor olamazlar. “Hatiblerin” “vefatıyla”, “Söz ‘Sabitlenir’ değişmez” Dil değişir, Zaman değişir, Mekan değişir. “İlahi Söz” “Hatib”in “Vefatıyla” “Yazı” ile sabitlenmiş “Canlı ortam” metinin dışında kalmış “Görme” önplana çıkmıştır.“İlahi Söz” henüz “Sözken”;“Nasih ve Mensuh”
    “Muşkil’ul-Kur’an”“Okuma farklılıkları”“Yedi Harf”“Tematik bütünlük”“Sebeb-i Nuzül”“İcaz”“Yabancı Kelimeler”“Kur’an-Sünnet gerilimi”“Vakf ve İbtid┓Vücuh ve Nezair”“Hakikat ve Mecaz”“Kısasu’l-Kur’an”“Garibu’l-Kur’an ”“Muhkem-Muteşabih”benzeri ilimlerin “İlahi Söz”ün “Sabitlenip” “yazıya” geçirilmesinden sonra ortaya çıkmış olmasının izahı nedir?“İlahi Söz”ün “Söz” olmaktan çıkarıp “yazılı” “bir metin” gibi algılamalarımızın bazı meseleleri izah edememizde tetikleyici rolü var mıdır?“İlahi Söz”ü “yazılı bir metin” gibi “anlamaya çalışmamız” “anlamayı” sadece “dil’e

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 17 Kasım 2009 23:51

    Cengiz kardeşim,bu notlar,R.Çeliköz'den.O yazmış,biz okumuşuz.Dün ona aitti,şimdi bize ait.İtiraz eder mi bilmem...“Kur’an’ı Kerim Allah’ın sözü” dür ve bu söz bir “dil” aracılığıyla bizlere ulaşmıştır. Metin “söz” iken “yazı” ile sabitlenmiştir. Burada “söz” ile “yazı” arasındaki ayrımlara değinmeden “sabitlenmiş sözün” bin dört yüz küsür yaşında olduğu “sözün dili”nin ise bugün bile yaşamaya devam ettiğini ve “bu dilin” “sözcüklerinin” bu zaman aralığında “genişleyip”, “daraldığını” belirtmeliyiz. Yine “Sözü” söyleyen “Hatib”in ve onu ilk anlayan “muhatabların” ve dahi “zaman ve mekan”ın değiştiğini ve bundan sonrada değişmeye devam edeceğini belirtmek isteriz.“Lisanı” bilmek arkasından “Kelamı” anlamayı getirir mi? Veya soruyu şöyle de sorarsak “Dili” bilmek “Sözü de anlamayı” gerektirir mi? Veya “Dili bilmekle”, “Sözü anlamak” arasında neler vardır? “Arapça” bilmek “Kur’an’ı Kerim’i anlamaya” yeter midir?“Burada önemli soruya tekrar dönersek “sözün dilini” bildiğimizde “sözü de” anlıyor oluyor muyuz? O zaman “Sözün dilini” bilenlere tefsir neden? “Kelamullah” ise; “İbranca”, “Aramca” ve “Arabça” dile gelir. “İlahi Söz” Rasulleri ve Nebilerinin “Dilleriyle” beyan edilir, eyleme dökülür ve “Söz” “Eylem olur”. “Sözün sahibi” insana ait olan bir dille insana seslenir. Bu yağmuru, demiri, kuş tüyünden elbiseleri “nuzül” ettiği gibi “Söz sahibinin” insana “Nuzülüdür”. O’nun “ol” sözü olmasaydı hiçbir şey olmazdı elbetteki “dilde” olmazdı. O’nun “Sözü” insana tecelli ettiğinde insana ait olan “dille” tecelli eder; Rasuller ve Nebiler değişir “Sözcükler, cümleler ve ‘Dil’” değişir. “Dil” ise sadece kelimeler ve cümleler değildir “o dile ait koca bir dünya” dır. Ve “Dil değişince” “dünyada değişir” veya “dünya değişince” “Dil’de değişir”. Şu sual kaçınılmaz olmuştur; “Dil çevrildiğinde” “dünyada çevrilebilir mi?”Veya “Dil’i” bilince “Dil’e” ait “dünyada” anlaşılı

    Yanıtla (0) (0)
  • haydar / 17 Kasım 2009 23:27

    Aziz kardeş kenan!Allah kalbini mustakim kılsın..Bir çok yorumunda hep benzer şeyler söylüyor,sıkışıncada daha önce bülend kardeşin yazısında ki bir yorumda bana söylediğin benzer cümleleri Cengiz kardeşede sarfetmişsin..(Bunlar sizin sözleriniz"Ne yapmak istiyorsun Cengiz kardeşim? Senin söylediklerin hak, diğerleri batıl, öyle mi? Bu cesareti nerden alıyorsun? Yoksa geceleri istihareye mi yatıyorsun? Hızır yol arkadaşın mı?) sizin bu sözleriniz sadece kişiyi köşeye sıkıştırmaya yöneliktir.ve ilaveten karşıdakine "kur'anın anlatımını hiç kimse tam anlayamaz."mesajı vererek,herkes kendine göre hakikattedir,ve haklıdır,fikriyatını sunmaktadır.
    sizdeki bu durumun ve duruşun nedeni kafa karışıklığıdır.siz geçmişin ve şimdinin mezhep meşreb,tarikat ve önderlerinin birbirlerine saldırılarına,tekfirlerine,dalaletle suçlamalarına bakıp,ürkerek,biz böyle olmayalım şöyle yaparsak,şunlardan ne farkımız kalır,diyerek herkesi kapsama alma gayretindesiniz.
    niyetiniz samimi "hiç kimseyi dışlamayalım,her dindaşımızı kuçaklayalım",lakin yeryüzündeki hakikat olan insanın denenmesi gözönüne alınırsa fırkalaşmalar,gruplaşmalar geçmiştede oldu,şimdi de olacak. ancak önemli olan bu fırkalaşmanın fikir toz dumanı arasında hidayet kitabı kur'ana tabi olup,fırkalaşmamaktır.(va'tesimu biheblillah,vela teferreku)
    Bu fırkaların ve sahip oldukları fikirlerinin hepsini ne sahiplenip-kurtarma derdinde nede illada karşısında olma kaygısında olmamalıyız.öyle yapmaya kalkarsanız,kafa karışılığı işte o zaman başgösterir.sizde de benim gözlemlediğim durum maalesef bu.
    Allah hepimizin kalplerini hidayet üzere sabit kılsın..

    Yanıtla (0) (0)
  • izzet malatyalı / 17 Kasım 2009 22:48

    yüzzyıllardan beri geleneği putlaştıran alim bozmalarının ben bilirimci tavrıyla avamı horlayıp kuranın sadece kendilerine indiğini ima eden dinde sınıfsal yapıyı sahiplenen zavallıların tavrını maalesef buradada görüyoruz. o agresif ve ben bilirim benin dediğim doğru mantığı maalesef sayın cengiz duman bey de zuhur etmiş gibi görünüyor ilim adamlığı ve aydın mütevaziliği denen bir davranış biçimi var. bu mütevazilik olmadığı takdirde sarfedilen altın değerindeki ilim kimseye nüfuz etmez.sayın cengiz duman bu agresif tavrınız yüzünden kaç kişi bu siteyi terketti. ama hala aynı tonda devam ediyorsunuz. birbirimizi daha çok kucaklamamız gereken bir zamanda bu stress nedir.
    ilk başta ihsan hocanın size cevap yazmamasını yadırgıyordum ama allah ihsan hocadan razı olsun ki size yanıt vermedi yoksa oluşacak gerginliği düşünmek bile istemiyorum. allah bizleri ıslah etsin

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 17 Kasım 2009 22:07

    Selamün aleyküm, değerli kardeşim ha bire yazıp duruyorsun ama merkeze gelemiyorsun. Bırak bu, şu, cu, ca, cu'ları birbirine vurdurmayı. Yarış atı gibi yazarları yarıştırmayı... herkesin aklı var ölçüp tartar karar verir..Kimsenin kimse ile boğuştuğu yok... herkes inandığını yazıyor... Biz de inandığımız şeyleri yazıya döküyoruz. Adil olun biraz... İhsan hoca'nın Yunus kıssası ile ilgili bir sayfalık yorumu için, en az otuz sayfa delilleri ile yazı yazdım. Amacımız yanlış olduğuna inandığımız, Kur'an'da "mucize yoktur" tezine karşı, Kur'an'da "Mucizenin var" olduğu tezini savunmaktır. Bunlardan biri olan "balık mucizesi"nin var olduğunu ve bunun Kur'an, tevrat ve İncil kitapları doğrultusunda delillerini serdettik, anlattık. Yunus kıssasının doğru anlaşılmasının metodolojisini kurduk. Bu konuda sürüyle kitap, makale, tefsir, sözlük, harita, vs.okuduk, inceledik, seyrettik, not aldık. Literatürde bizim yazılarımız ve bundan sonra gelecek hazır olup olgunlaşma aşamasında olan Yunus kıssası yazıları kadar, bu işi, bu mecrada inceleyene de rastlamadık. El insaf! bari görüşüne katılmasam da "Allah razı olsun teşekkür ederiz" deyiniz!.. Kitap, defter, sözlük, tefsir karıştıp birşeyler getiriniz. Sizde delilleri ortaya koyun da "müsademeyi efkardan barikayı hakikat doğarmış" biz de aydınlanalım, yararlanalım. Tv Spor yorumcuları, at yarışı anlatan sipikerler gibi, ha bire yazarları yarıştırıp, kızıştırmayınız!...Lig maçı mı yapıyoruz, birinciliğe mi koşturuyoruz!.. Şahıslarla bir işimiz olmaz. Fikirler amaçtır. Onun da yeri dergiler, kitaplar, tv ekranları, radyo mikrofonları.. İmkan bulan fikirlerini sergiler; dinleyenler, okuyanlar, duyanlar buna inanır veya inanmaz. Fikirlere geliniz, fikirler getiriniz. Bakınız Rıdvan Çeliköz kardeşimize, icraat yapmış, karınca kaderince çalışmış ortaya yararlı bir iş getiriyor. İcraat yapınız, kıssa ile ilgili somut şeyler ortaya getiriniz. Sembollerden, armalardan, ikonlardan, arkeolojiden...ola ki yararlanırız! Allah'a emanet olun

    Yanıtla (0) (0)
  • Aişe / 17 Kasım 2009 16:19

    kenan bey! Arapça konusunda uzman olup olmadığınızı bilmiyorum? Eğer uzmanlığınız varsa size lafım yok.Eğer uzman değilseniz lütfen dikkatli ve hassas olun derim.
    Belirtmek istediğim ikinci hususta şu;
    ''Kala kala Duman ve Bülent kardeşlerimiz ve onların dediklerini baş tacı edenler kalır ki bunu da bir espri olarak alın.'' demişsin. Nedense işine geldiği gibi isim veriyorsun.Hiç R.İhsan Eliaçık'ı eleştirdiğinizi görmedim. Anlaşılan çok etkilenmişsin.Bu konuda işi abarttığınızı düşünüyorum.
    Vedat kardeşimiz sizin gibi yapmadı.Evrim tartışmalarında Bülent beyi eleştirmekten geri durmadı,karşı cevaplar yazdı.aynı Vedat bu sefer Mücize konularında ise Bülent beye hak veriyor ve ona katıldığını çekinmeden söylüyordu.Yani bu kardeşimiz işi şahıslar bazında ele almadı,kişiye odaklanmadı, sözlerin içeriği,gerçekliği ile ilgilendi.
    Neden vedat gibi tarafsız olmaya çalışamıyoruz,bu çok mu zor?
    Eliaçık bizim de çok sevdiğimiz bir büyüğümüzdür.Yaptıklarını küçümsemiyoruz ve asla tekfir çabası içinde olmayız.İnsandır yanlış yapabilir,hata yapabilir.Ona karşı sevgimiz eksilmez.Bizler gene o meşhur mülk,adalet yazılarını okumaya devam ediyoruz.
    Eliaçık hoca'nın yanlışları ve hataları başka araştırmacılar tarafından ortaya konulunca da hazmedemiyorsunuz. Bunu yazdığınız yorumların üslubundan çok kolay anlıyorum.

    İnanın Size çok şaşırıyorum.Hemde çok
    Sizin kaliteli ve birikimli bir beyin taşıdığınıza eminim.Sizi küçümsemiyorum asla beni yanlış anlamayın.
    Sadece Eliaçık hoca'nın yorumsamalarını çok abarttığınızı düşünüyorum.
    Fazla abartmak bazen hakikate gölge düşürebilir.
    Yanlışmıyım?

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 17 Kasım 2009 15:06

    Yazılarımızdaki "Haksözü" duyunca, panikleyen ….Muhammed Veysel bilici kardeşimiz isim vermeden, "Materyalist" programın daimi konuğu İ.Ü İlahiyat fakültesi dekanı Prof. dr. Şinasi gündüz ise "Rasyonalist" ve "pozitivist" olarak nitelemişlerdir. ‘’
    Ne yapmak istiyorsun Cengiz kardeşim? Senin söylediklerin hak, diğerleri batıl, öyle mi? Bu cesareti nerden alıyorsun? Yoksa geceleri istihareye mi yatıyorsun? Hızır yol arkadaşın mı?
    İnsana bunları sorduruyorsunuz ya, helal olsun size! Bizim söylemelerimiz de hak için, ne yapacağız şimdi? Çalışmalarını yadsıyor değiliz,işimiz bu değil…Ama mutlaklık izafe etmene karşıyız,hepsi bu..Bugünden yarına değişebilecek bilgilerle ümmeti bağlamaya çalışman nafile…Bak, Çeliköz kibarca katkı göndermiş,müstefid ol.Baydar’ın,İslamoğlu’nun ( O da çekiniyor bir şeylerden ya neyse!)dediklerini de yabana atma,velev ki samimi olmasın, ne yazar? ‘’Bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, (Yusuf'un kardeşleri) o hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin. (Yusuf Suresi, 102)’’ Bu ayet, vb.lerindeki uyarı yeter bize. Geçmişte yaşananların içinde değildik biz. Arapçan, teolojik bilgin ne elveriyorsa o kadarı ile konuşursun. Öğrenme sürecimiz bitamam mı oldu da bağlıyoruz ümmeti? Örnek verdiğin kişilerin demeleri örnek alınası şeyler mi de onlara sığınıyorsun? Bakın darul hikmeye, zehirli org.a, tasavvuf/tarikat site ve anlayışlarına ve hatta şöyle bir gezinin şia âleminde, sizi nereye gönderiyorlar? Yarış mı edeceğiz şimdi onlarla? Allah basiretimizi açsın,birbirimize karşı şefkat ve merhamet sahibi kılsın,ne diyelim…Ha,ne diyor cübbeli taifesi İslamoğlu için,’’Allah onların şerrinden ümmet-i Muhammedi korusun!’’ ve ne diyor E.Sifil ve taifesi yine İslamoğlu için ‘O alim filan değildir.’ Ne dememiz gerekir şimdi? H.Karaman için dediklerini de duymuşsunuzdur..Geçmişin hastalıklarını bir bir ortaya çıkarıyoruz ya,yukarıda da dediğim gibi helal olsun size,bize!

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 17 Kasım 2009 15:01

    Selamün aleyküm, "Kraldan fazla kralcılık yaparak" "Tahrif edilmiş Tevrat'ın Kur'an tarafından tasdik edildiği söylenerek evet söylenerek geleneksel yorumların aynısı tekrar edilmiş. " demektesiniz. Arkeolojik veriler üzerinden elde edilenler üzerinden indî muhayyile ile senaryolandırarak yapılan yorumlar çok mu isabetli!?... Derdimiz yeni bir şey getirmek değil "aslonanı" korumaktır.
    Yeni birşeyler arayorsanız Amerikalıların uydurduğu "furkan" kitabına bakınız!..

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz Duman / 17 Kasım 2009 14:52

    Selamün aleyküm, değerli katkılarınız için teşekkür ediyorum. Alıntı yaptığımız kaynaklardaki yazılışlara göre bu isimleri verdiğimiz için, muhtemel yanlış yazılımları, bizde yazılarımız içerisinde muhafaza edebiliyoruz. Ayrıca her ayrıntı üzerinde detaylı olarak duramıyabiliyoruz. Sizin gibi dikkatli ve ilgili okuyucularımızın bu yönde katkıları hem okuyanlar hem yazanlar açısından önemli olduğu kanaatindeyim. Yazımızda Yunus'un Ninova'dan kaçtığı istikamet ile ilgili üzerinde duramadığımız bir detay hakkında bu vesile ile duralım. Yunus'un babası Amittay'ın; "..Amittay oğlu Yunus'a..." Tevrat/Yunus1/1; Arapça ve bir hadis'te geçen şekliyle "Metta"nın; yine Tevrat'ın II. Krallar14/25'te "...RAB'bin, kulu Gat-Heferli Amittay oğlu Yunus Peygamber..." olduğu belirtilmektedir. Yani Yunus, Filistin'in Nasıra kasabasına 5 km uzaklıktaki "Gat hafer" şehrindendir. Bilindiği gibi yine Tevrat'ta Hz. Yunus kendisinin İbrani olduğunu gemi yolcularına bildirmiştir. "Yunus, "İbrani'yim" diye karşılık verdi, "Denizi ve karayı yaratan göklerin Tanrısı RAB'be taparım."
    Tevrat/Yunus1/9 İşte Hz.Yunus, Ninova'dan kaçmaya karar verdiğinde aynı zamanda doğduğu memleket olan Gat Hafer'e oradan da "Yafa"ya gitmiş olması mümkündür. Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 17 Kasım 2009 13:08

    İslam düşünce dünyasında anlam/yorum bütünlüğü yoktur. Farklılık, İslam medeniyetinin düşünsel zenginliğine verilir. Aynileştirme çabasının getirip götüreceği yer Müslümanların birbirlerini tekfir etmesi,ötekileştirmesidir. Tarihte bunun örnekleri boldur ve ders alınması gerekmektedir.Bu tarz üslup kullanmamız halinde tekfir etmedik ne şiisi,ne vehhabisi,ne mezheplisi,ne mezhepsizi, ne haricisi vs. kalır. Kala kala Duman ve Bülent kardeşlerimiz ve onların dediklerini baş tacı edenler kalır ki bunu da bir espri olarak alın. Bugüne kadar yapılan tartışmalar imana müteallik meseleler değildir, sadece yöntem tartışmasıdır ve hiçbirisi de vahiyle tescillenmişçesine mutlak değildir. Anlamaya yardımcı olabilecek her çalışma başımızın üstündedir ve bu bir süreçtir. Kimin neyi, ne zaman, ne kadarı ile anladığı görecelidir. İnsanların sayu gayretlerine bağlıdır. Bilgi paylaşılır, mutlaklaştırılıp dayatılamaz, olsa olsa ancak teklif edilir; çünkü bilgide son yoktur, anlama ve anlamda da… Kast-ı mütekellim, kast-ı mahsusa için çaba gösterilir ama ulaşılan menzil son nokta değildir. Çünkü var olan dilin kimyası bozulmuş, orijini elde değildir. Bu sebeple maalesef çok anlamlılık vardır ve bu reailitedir. İslam dünyasının düşünce fotoğrafı ortadadır. Cemaatleşme yoluyla tekelleşme bunun içindir ve arzu edilen bir şey de değildir. Arzu edilen bir şeyse, sair cemaatleri eleştirmemizin anlamsızlığı da ortadır.Üretelim,teklif edelim,paylaşalım.Yıllardır muzdarip olduğumuz kavramlara hayat vermeden birbirimizi kazanmayı teşvik edelim.İslam dünyası baskı altında ve yıllardır asimile,tehcir,tenkil vs. tehdidi karşısında.Bunda ne modernizm,ne liberalizm, ve ne diğer ideolojiler suçludur,Suçlu da,kabahatli de biziz.Unutmayalım ki kıyamet günü suçladıklarımız yanımızdan sıvışacaklar.Şimdi birbirimizi kucaklama zamanıdır.Bu duygusallık değildir,bilakis olması gerekendir.İtişme,kakışmanın olduğu yerde düşünce paylaşımı olmaz,birlikte hareket ise hiç olmaz..Unutmayalım ki müminler kardeştir...

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 17 Kasım 2009 12:38

    Bugüne kadar dediklerimizi, kime lazımsa artık, özetleyelim…Kıssalar gerçekleşmiş olaylardır; ama kullanılan dil, anlatım tekniği, verilmek istenen mesajlar açısından temsilidir, betimseldir… Arapça diline özgü edebi sanatla ilgili ne varsa kullanılmıştır, o yüzden icazdır, mucizdir.Kur’an’ın hiçbir yerinde mucize kavramı geçmez; geleneksel baskı, bazı ayetlere o kavram üzerinden yorum getirmeyi icbar etmiştir. Vahiy Arapçaya şekil olarak yeni bir form kazandırmış değildir,”anlayasınız diye Arapça indirdim” diye vurgu yapan ayetlerden kasıt budur. Geçmişte ve bugün yapılan şey, kıssacıların halkı etkilemek için başvurdukları yöntemi andırmaktadır; yani geçmişte yaşanmış bir olayı aynen bugün yaşanmışçasına, bugünün diliyle metafor/istiare/eğretileme, teşbih, tasvir/betimleme, istiare, intak vb. yöntemlerle anlatmaya çalışmaktır. Bu garip bir durum değildir. Muhatap akla göre, kitlelerin ilgisi ve birikimlerine göre her zaman başvurulan bir taktiktir. Yine bugün kendi aramıza güya güldürmek için fıkra anlatmamızın ama aslında birilerine gönderme yapmamızın karşılığı da budur.Nasreddin Hoca vb.lerinin fıkralarından geçtik, masallar, hikâyeler ve romanlar niye var? Asırlar öncesinde duvarlara çizilmiş resimler, bir takım mesajlar veren harf ve rakamlar niye var?Herkes bilir, eski kiliselerin tavanlarında, duvarlarında var olan resimler, ikonlar aslında anlatılmak istenenlerin sembolleştirilmiş halleridir ve zaten müzelerin ilgili kısımlarında bu durum tavzihen anlatılmıştır.Sözlüklerde çok anlamlılık vardır,meal ve tefsir yazanlar bunun için yöntem geliştirmek zorunda kalmışlardır.Bazen tikel,bazen tümel yöntemlerle gelgitleri oynamışlardır.Bütüncül,parçacı(atomik) tefsir yöntemleri birbirlerinin üstüne çıkarak bugüne gelmişlerdir.Rivayet tefsirleri,dirayet tefsirleri size neyi anlatıyor?Karıştırdım değil mi?Yok,karıştırmadım,bilerek yazdım.Demem o ki ne argo karşılığı ile safız ve ne de dinimize tan edenlere meylimiz var.Ha,kalplerden geçenleri bilmek mi? Boş geçin!

    Yanıtla (0) (0)
  • rıdvan çeliköz / 17 Kasım 2009 11:52

    selam cengiz bey,
    bir katkı olsun;

    “Tarşiş/Tarshish” veya “Tarşişa” (Bak. Tevrat, Yaradılış, 10:4), Arabça’ya uyarlandığında (S/Ş dönüşümleri) “Tarsis” veya “Tarsus” olmalı (Klikya), Tarsus Türkiye sınırları içinde ve “Mersin” iline bağlı “ilçe”dir. “Ninova/nineveh”da Irak sınırları içinde “Musul’un yanındadır. “Yafa/Yafo/Yaffa” ise bugün İsrail sınırları içindeki “tel-aviv” yanındadır. Hem “Tarsus” hem de “Yafa” “liman kentleri”dir.

    bende şuan bu kıssa üzerine çalışıyorum,

    selam ve dua ile,

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 17 Kasım 2009 10:46

    Selamün aleyküm, Yazılarımızdaki "Haksözü" duyunca, panikleyen ve bizi; bir protesto gösterisinde ağzı yüzü kapatılarak susturulmaya çalışılan protestocular konumuna sokmak isteyen kardeşlerimiz için; 16.11.2009 tarihinde Hilal tv'de yayınlanan İnancın renkleri programının, 20.11.2009 günü saat 19.00 sıralarında, bant yayın olarak tekrarı verilmektedir.Mezkur programın konusu Yunus kıssası'dır. Bu programdan ilgi çeken bir kaç tespit vererek ilginizi programı seyretmeye yoğunlaştıralım. Yunus kıssasında "Balık mucizesi"ni red veya restore veya re-organize edenler için; İnancın renkleri programının yeni sunucusu Muhammed Veysel bilici kardeşimiz isim vermeden, "Materyalist" programın daimi konuğu İ.Ü İlahiyat fakültesi dekanı Prof. dr. Şinasi gündüz ise "Rasyonalist" ve "pozitivist" olarak nitelemişlerdir. İlgi ve bilgilerinize sunulur. Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • HAYDAR / 17 Kasım 2009 00:28

    Allah cengiz kardeşimizden razı olsun,istikametini muhafaza etsin.
    siz tartışma mevzuunun kur'andaki siyak ve sibakını gözeterek ve de aklı selimi kullanarak ihsan hocanın çelişkilerini bir güzel ortaya sermişsiniz.
    ihsan hoca yı ara sıra okurum.Acaba bilinen tefsirlerden farklı ne yazmış,faydalanayım diye..Ancak bir hususu hep ilke edinmişimdir,çok bilgili olmasamda.O da şudur: "yapılan yorum mutlaka ayetin öncesine-sonrasına uyum sağlamalı ve kur'anın bütünlüğünü gözardı etmemelidir."
    işte bu sebeble "çok güzel tesbitler yapmış,deyip takdir ettiğim yorumları var ihsan hocanın ama bazen "söyledikleri güzelde acaba ayetteki kısssanın siyak ve sibakına halel getiriyor mu?Ayetin akışıyla ne kadar uyumlu?diyerek şüpheyle karşıladıklarım oluyor.işte ihsan hoca nın bu yorumuna da böyle baktım.önce hoş bir yorum gibi geldi bana..ama bu yorumun yunusla ilgili ayetlerdeki diğer hususlarla uyumunun zor olduğunu gördüm.
    benim yüzeysel olarak görüp,kabuledilebilir addetmediğim ihsan hocanın siyak ve sibakla uyumsuz yorumunu,sağolsun cengiz kardeşimiz çok güzel izah etmiş..
    birde şunu belirteyim,tevrat incil arkeolojik bulgular olmasada bir yorumun kur'ana uygunluğu yine kur'anla anlaşılabilir..işte siyak ve sibak ölçütü,yorumun bağlamla uyumu ölçütü..
    Rebbena la tuziğ kulubena ba'da iz hedeytena.

    Yanıtla (0) (0)
  • sevdenur / 16 Kasım 2009 10:14

    sayın cengiz duman yorumları okuyunca yorumların çoğunu yerinde bulmakla beraber taşıdığım endişelerimde haklı olduğumu üzülerek gördüm.
    cengiz bey şu saatten sonra içinde büyük meşakketler ve emekler olan makaleniz anlamını ve taşıdığı bilgi değerini yitirmeye başladı. çünkü maalesef yorumlar gidişin gayeden ne kadar uzaklaşıldığını göstermektedir. artık yapılan yorumlar yazınız okunmadan yorumlar üzerinden olacaktır. tevhid kavramını çözen ve ibrahim as gibi hanif olduğuna inandığımız azınlığın içinde görülen ihsan eliaçık ve haksöz grubunun karşıt farksiyon haline dönüşmesine lütfen izin vermeyelim.birbirimizi kalemlerimizle incitmeyeleim.
    eğer ihsaneliaçık ta itikadi bir sapma varsa elbette uyarmak hakkınız ama yorum farklılığı bu kadar ayrılığa sebep olmamalı.(not. kendinize çok yakın gördüğünüz mustafa islamoğlu hocanın nesilleri müşrikleştiren tasavvufa ve tasavvuf önderlerine methiyeler dizmesini hiç eleştirmediniz.)
    allaha emanet olun

    Yanıtla (0) (0)
  • veysel menekşe / 16 Kasım 2009 08:09

    Gelenek tarif ettikleri gelenek değil;
    Modernlik'te tanımladıkları modernlik değil.
    Yanlış tarif ve tanımlamalar üzerinden.
    Taraf yahut hasım olmaya davet ediliyoruz.
    Bunun vebalini nasıl kaldıracaklar bu aydınlar?
    Nasıl verecekler bunun hesabını?
    Yazık!..
    Evvel emirde bize yazık hemi de!.
    ..
    İhsan Bey dahil sair aydınlarımız..
    Geleneği eleştirirken moderniter literatürü..
    Modernite'yi eleştirirken de..
    Geleneksel terminolojiyi kullanıyorlar..
    Mutezili mi Batını mi diye sorulunca da.
    Şikayet ediyorlar
    Buna hiç hakları yok.
    Hem Eşari Hem Maturidi Olmanın.
    Bir yolunu bulduysalar O başka.
    O vakit onu anlatsınlar.
    Kur'an tefsirini sonra yapsalar da olur.
    ..
    Modernizm'e muhalif olmak durumunda gelenekçi.
    Geleneğe muhalif olma durumunda modernist.
    ..
    Kavramları da..
    Kendi bağlamlarında kullanmıyorlar üstelik.
    Egemen siyaset nereye kavramlar oraya.
    Hedefiniz Akdenizdir!.İleri!..
    Yok olmadı.
    Hedefiniz Avrupa Birliğii!..Biraz Gerii!..
    Bu da olmıycak galiba..
    Hedefimiz Yeni Osmanlıı!..
    Ankara Misket Ya Allah!..Gah ileri Gah geri.
    ..
    "Din'in Genetiği Değiştiriliyor"
    Diye sızlanan bir dostumuz var.
    Dindarların da Feleği şaştı dostum!.
    N'apsın garibanlar?.
    Hangi aydın'a kul olacağımızı.
    Bilemez hale geldik.
    "Din olsun da çamurdan olsun!"
    Diyecek hale geldi bu millet sayın abim?!
    ..
    Ali Bulaç dün Liberal argümanlarla konuşup;
    Bir arada yaşamaya davet ederken bizleri.
    Medine Vesikasını gözümüze sokuyordu.
    Şimdi de Liberalizm karşıtlığı'na davet ediyor.
    Vesika'yı neremize koyacağız abi?
    Yan cebimize mi?.

    Yarın ne söyleyeceklerinden emin değiliz.
    Aydınlarımız Aydın Havası bile oynamıyor.
    İcra Heyeti hangi havayı uygun bulursa o.

    Hamza Türkmen Yazılarında da.
    Ali Bulaç etkilerini hissetmeye başladım.
    Aman dikkat Hamza Bey Kardeşim.
    Her aydın'ın ipiyle kuyuya inilmez.
    Her gelenek çeşmesinden.
    Su içilemeyeceği gibi.
    ..
    Islah edeceğiz diye.
    Maslahata kurban gitmeyelim yani.
    ..
    Müslüman'ın Durumu da Duruşu da.
    Müslümanca olmalı.
    Yamaya da ihtiyacımız yok.
    Yamanmaya da.

    Wesselam!

    Yanıtla (0) (0)
  • Eyüp YILDIRIM / 16 Kasım 2009 00:10

    Makaleyi sabırla okudum. Açıkçası İhsan Eliaçık'ın bu tür yorumlarında hep açık bir tarafın olduğu seziliyor. Makaleyi, acaba bu açık yerleri yakalayıp doldurabiliyor mu düşüncesiyle okudum ve ne yazık ki bulamadım. Makale zaten İhsan Elaiçık'ın karşı çıktığı yolu tekrar önümüze koymaktan başka bir şey yapmamış. Tahrif edilmiş Tevrat'ın Kur'an tarafından tasdik edildiği söylenerek evet söylenerek geleneksel yorumların aynısı tekrar edilmiş.

    İhsan Eliaçık'ın bu konuda samimi olduğuna inanıyorum. İyi niyetli ve doğruları söyleme gayreti içinde olduğuna inanıyorum. Herkesin bunu bilmesi gerekiyor her şeyden önce. Bir şeye katılmıyoruz diye, birilerine modernizmin getirdiği rasyonalist hareketlerden etkilenmiş etiketini yapıştırmak kolaydır ve vebal getirir. Bunu makalenin yazarı da yapıyor. Neticede İhsan Eliaçık'ın yaptığı da bir yorumdur ve yorumlar, doğru da yanlış da olabilir. Mahkum edip kendi yorumumuzu tek doğru olarak sunmak hiç doğru değildir. Öyle olsaydı tek tefsir olurdu. Ki bu konuda Cengiz DUMAN, hiçbir orijinal fikir de öne sürmüyor. İhsan Eliaçık'ın yorumuyla da dalga geçer gibidir yer yer. Bu hak ihlalidir, vebaldir. Eğer İhsan Eliaçık'ın yorumu doğru ise, yönlendirme anlamında da bir vebalin altına girilmiş olur.

    İhsan Eliaçık yeni bir "din dili" oluşturmanın peşindedir ve bu düşüncesinde sonuna kadar haklıdır.

    Dücane Cündioğlu, geçenlerde bir yazısında " Kibrimizi ayaklarımızn altına alıp itiraf etmeliyiz: Kur'an hâlâ bakirdir."

    İhsan Eliaçık, bu bekareti bozan cins kafalardandır. Önünü keseceğimize, destek olmak durumundayız. Eleştiri yapılacaksa, güçlü argümanlarla yapmamız daha faydalı olacaktır, Tevrat'ın argümanlarıyla değil.

    Tevrat analtıları,zaten baştan kabul etmediği, üstelik tenkit ettiği şeydir.

    Cengiz DUMAN'ın çıkış noktası doğru değil.

    Yanıtla (0) (0)
  • Furkan / 15 Kasım 2009 22:14

    Değerli hocam ,
    Yazdığınız yazıları kaliteli buluyorum ve sonuna kadar destekliyorum.Bu konuda sizi haklı buluyorum.
    Ama size küçük bir tavsiyem olacak:
    bedri toraman ve necmi kardeşlerimin uyarısı yerindedir.Lütfen rövanşist duygularla yazıp yazmadığınızı kontrol edin.Yeni husumetlere yol açmamak için bence bu şahıs işini kapatalım. Bu konuyu burada kapatsanız bence iyi olur.Zaten söyleyeceğinizi söylediniz.

    Haksöz camiası ile Eliaçık hocayı karşı karşıya getirip kapıştırmak pek hayırlı gözükmüyor.Bu işin sonu nereye varır bilemiyorum ve endişeleniyorum.

    Eliaçık hocanın bir TV' deki konuşmasını gündeme getirmenin alemi yok.Siz sadece linki verin.Merak eden kendi araştırsın,baksın. İzleyenler yorumlarını kendileri yapsınlar ve kararları kendileri versinler. Bence bu konuda ayrı bir değerlendirme yapmanıza gerek yoktur.

    Ne dersiniz?
    Yanlış mı düşünüyorum?

    Yanıtla (0) (0)
  • veysel menekşe / 15 Kasım 2009 20:09

    Geleneğe karşı duran öteleyici söylem.
    Geleneğe taraf mensubiyetçi söylem.

    Her ikisini de makul bulmadığımı.
    Söylemek durumundayım.

    Sadreddin Şirazi'yi hatırlayan var mı?!

    Tam bir teslimiyetle.
    Tam anlamıyla içime sinen.
    Gönül ferahlığı ile.
    Göksümü gere gere.
    Taraf olabileceğim bir taraf.
    Olduğunu iddia eden bir taraf var sa.
    Buyursun kendini takdim etsin.

    Herkes bir tarafından tutturmuş gidiyor.
    Şööyle her tarafımızı kucaklamayı başarabilmiş.
    Bir mektep var da.
    Biz mi öğrencisi olmadık?

    Haksöz'ü de severim.
    İhsan Hoca'yı da.
    N'apıyım?
    Sevgim gözlerimi kör mü etsin?

    Çektiğim çileleri öne sürerek.
    Her dediğime amenna denilmesini bekleyemem.
    Diğer çilekeş kardeşler de.
    Benden böyle birşey bekleyemez.

    Her bela ve musibeti.
    Din'im'e veya din algıma mal edemem.
    Din;insanı melek yapmaz.
    Sihirli değnek te değildir O.

    Size bazı isimler sayacağım.
    Rasyonel(!) isimler bunlar:
    Sir Seyyid Ahmed Han.Reşid Rıza.M.Abduh.
    Hüseyin Atay.Hikmet Zeyveli.M.Baltaşı.
    Hasan Hanefi.Ve hatta.
    Babür Şah'ın dedesi mi babası mı emin değilim.
    Ekber Şah denilen bir hükümdar vardı.
    Modernistlerin Şah'ı dense yeridir.
    Ben bu müslümanların; müslümanlıklarından bile.
    Kuşkuya düşürten yazılarına rastladım.
    Bu aydınlar yüzünden.
    Doğru dürüst bir Gelenek eleştirisi bile.
    Yapabilmemiz mümkün olmadı.
    Ali Bulaç nezdinde ifadesini bulan Gelenek.
    Bu aydınların gözü kapalı saldırıları yüzünden.
    Öyle bir kapandı ki içine.
    Bu kapanış yüzünden.
    Doğru dürüst bir modernlik eleştirisi de.
    Yapabilmemiz mümkün olmadı.

    İhsan Eliaçık Hoca'yı.
    Emperyalizme karşı yiğitçe duruşu nedeniyle.
    Sahipleneceksem.
    Haksöz'ü niçin sahiplenmesem gerek?

    Kur'an söz konusu olduğunda.
    Kimsenin gözünün yaşına bakmam ben.
    Yolda filan bulmadık yani.
    Aklımız var diye.
    Aklımıza eseni yazıp çizemeyiz.
    Haksöz'ün şimdiki halinden de.
    Memnun değilim ben.
    Ne yapsam gerek yani.
    Bunca yıllık emeği-çileyi yok mu sayayım?

    1400 yıllık emekleri çekilen çileleri de.
    Görmezden gelemem;yok sayamam ben.
    Haksöz'e rağmen hemi de.
    Wesselam!

    Yanıtla (0) (0)
  • necmi / 15 Kasım 2009 19:19

    Bu tür yorumlar her çağda olmuştur.Bu yorumları kişilere has kılıp günah keçisi haline getirip yuhlarcasına bir çaba içersine girmek bizim mahalleye yakışmadı...Eleştirirken ötekileştirdiğiniz tarafı mustazaf haline getirdiğinizi hiç mi düşünmüyorsunuz?Bu apaçık tarafgirlik yapmaktır.Hoca nın yanına gidip çayını içtim kişilerle hiç işi olmaz toplumsal eşitsizliğin üstüne gitmektir gayesi.
    Dostlar bırakın didişmeyi.Yaptığınız merak uyandırıyor ve kendi kalenize gol atıyorsunuz.

    Yanıtla (0) (0)
  • bedri toraman / 15 Kasım 2009 16:19

    sayın cengiz duman yazınız emek dolu allah razı olsun. gayretlerinizden dolayı allah razı olsun. fakat affınıza sığınıyorum yanlışta tespit etmiş olabilirim,tespitim şu ki sanki ihsan eliaçık beyi hedef almış gibi bir durum gözüküyor.işi gücü bırakıp ihsan beyin ne söylediği ne yazdığı tarafınızdan yakın takibe alınmış durumda. bence ilerisi hayırdan çok şerre dönüşebilir.sizi sevenler ve yazınıza değer verenler ihsan eliaçık gibi davanın çilesini çeken bir müslümana antipati duyulmasına sebebiyet verebilir.bence ihsan beyin eleştirilmesi bahsine bir süre ara verin.allaha emanet olun

    Yanıtla (0) (0)
  • özgür / 15 Kasım 2009 16:08

    Eylemleriniz de “Tevhid Adalet Özgürlük” diye slogan atıyordunuz. Adalet kavramının içini ne ile dolduruyorsunuz merak ediyorum doğrusu. örneğin sitenizde bir işçi sayfası yok (faşist cumhuriyet gazetesinde işçi sayfası var) sürekli takip ediyorum tersanedeki ölümleri bir kere haber yaptınız. İdida ediyorum hürriyette yoksulluk ve işçilerle ilgili haberler sizin sitenizden daha fazla. İtikatınız açısından bilmiyorum ama ihsan eliaçık bu sloganları içini dolduruyor.

    Adalet kullanıldıkça bilenen, bilendikçe keskinleşen, keskinleştikçe de öncesine göre daha da hassaslaşan Zülfükar’dır. Kılıca eline almadıkça da (açı düşünmedikçe) şahit olduklarımızdan
    Sorumluyuz. Benim öteki dünya inancım da yok ya sizin…

    Yanıtla (0) (0)
  • özgür / 15 Kasım 2009 16:07

    Merhaba arkadaşlar.
    evvela kendimi takdim edeyim.
    ben sizin mahallenizin dışında konuşuyorum lugatınıza yabancılığımı bağışlarsınız.
    kendim sosyalist biri olarak, bir süredir islamı anlamaya türkiye islamcılığıyla karşılaştırma yapmaya çalışıyorum.ihsan eliaçık’ın meal tefsirini okudum. İslam geleneği açısından gerilimli bir meal tefsir olabilir. Yöntemi gayet net ve anlatımı rastonel. Bence kıssaları parça parça irdelemeniz çok da etik değil niçin derseniz. İhsan beyin mucizelere zaten genel bir bakışı var. Kendi “sitesinde islamı yıkan üç m” diye bir makalesi var, bu perspektife cevap vermeden yapılan eleştiri biraz “kelpetenle laf aşırmak” gibi oluyor. Ne diyor makalesinde
    “2- MUCİZE: Mülkte cahiliye anlayışına geri dönüş Müslümanın eşya ile ilişkisini yani ontolojisini bozduğu gibi, mucize zihniyeti de epistemolojisini bozdu. Yani bilgi kaynakları dumura uğradı. Gözler, kulaklar, kalpler mucizeye, kehanete, keramete ve intizara (bekleyişe) alıştırıldı. İnsana, tarihe, hayata ve tabiata yabancılaşıldı. O eski “büsbütün dini dünyaya” geri dönüldü. Yahudilerin mucize, Hristıyanların kehanet, Mecusilerin bekleyiş (intizar), Şamanların gök tanrı, ruhlar, mezarlar ve atalar zihniyeti her yanı sardı. Dini dünya bunlardan ibaret hale geldi.”
    Burada geleneğe eleştiri var. Mülümanların geleneğin ve aydınlanmanın baskısından kurtulup kendi cevaplarını oluşturması bu toprakları kendi kimliğine kavuşturur. Bunun için tartışmanızı önemsememe rağmen etrafında dolaştığınız şeyler sizi hizbinize göre konumlandırıyor gibi. Bence ihsan beye verilen acele cevaplar teşkilatçı, grupçu bir kaygı taşıyor. Bizi solda kısırlaştıran ve düşünce dünyamızı körelten grupçu kaygılarımızdı. Hadi bizim illegalite diye bir sebebimiz de vardı.

    Yanıtla (1) (0)
  • ertaş malkoç / 15 Kasım 2009 10:34

    Siteye son eklenen furkan kardeşimizin yazısı bizler için örnek olmalı.Kur'an nesli denilen toplum entellektüel faaliyetlerini modern tarzlarda ortaya koyamazlar."yiğidi öldür hakkını ver" gerçeği zalimliğin eseridir.biz ise kur'an nesli iddası gibi büyük lokmayı hedefleyen müslümanlarız.önce buna hazırmıyız yada böyle bir hedefe layık olduğumuzu ispatlamak zorundayız.her müslümana ve her insana allahın verdiği hakları fırsatları tanımamak o'na ibadet etmemek anlamına gelir.ihsan hocamızın yerini tespit etmek farklı yanlarını önyargısızca anlamak yanlışlarını kur'an "ahlakınca" karşılamak en çok bizim gibi zamanında"inkarcı" olarak haksızca değerendirilen insanlara yakışır...

    Yanıtla (0) (0)
  • Eyüp YILDIRIM / 15 Kasım 2009 10:21

    Yazının tamamını okuduktan sonra yorumumu yazacağım. Ama yorumlardan anladığım, bir taraftarlık hastalığının olduğu. Bizim takım ne zaman kazanacak hastalığı.

    Yanıtla (0) (0)
  • KENAN-2 / 15 Kasım 2009 01:20

    "Namazı, farklı kılışımız mı?
    Kâğıtlardaki harfler mi ayırdı yoksa
    Arap, Türk, Acem oluşumuz mu?
    Kopardı bizi birbirimizden
    Fitne ağacına neden su verdik
    Zakkumun, rengârenk çiçeğine mi üşüştük
    Yoksa zehrini mi yiyoruz topumuz birden
    Zeytinin sade yeşili dururken
    Evet, Kalb bir bahçe
    Bahçe de bir zeytin
    Bir de zakkum
    Hangisinin köküne su verdik
    Ve meyvesini yetiştirdik
    Hep birlikte?
    Gelin demedi mi Allah:
    Hepiniz birden sarılın ipime
    Ateşe su taşımak
    Kötüye ses çıkarmak
    Ve vahyi anlatmak
    Peygamberin işi de
    Benim ve senin,
    Güzel kardeşlerimin
    İşi ne?
    Ahmet Seyf YILDIRIM "
    Bakın sevgili dostlar,yapmayınız böyle.Dini anlamanın ve yorumlamanın önünde bekçi değilsiniz.Sadece tavsiyeleşmektir göreviniz.Birilerini tamuya göndermek gibi bir vazifeniz yok.Cengiz kardeş bir zahmetttir tutturmuş,hakkını teslim edelim ama bu değil istenen,bu değil murad edilen.Onun yaptığı da yorum,diğerlerin yaptığı da.Ne kadar uğraşırsa uğraşsın murad-ı ilahi, bila kaydı şart budur deme hakkına sahip değildir.Hal böyle olunca ulaşılan bilgiye bağlı geliştirilmiş düşünceler ancak teklif edilir.Kimse kendimiz gibi düşünmeye,inanmaya icbar edilemez.
    Nedir bu tutturmuş gidiliyor,neo-mutezile,harici,şia,meshep,materyalist vs.
    Ne yaparesanız yapın,kıssaların dili,anlatımı betimseldir.İnsanların yaşadıkları çağa özgü olarak gelişmiş muhayyilelerine hitap ederler,bu anlamda bilen için dil enstrumandır.Şartları niye zorluyoruz ki? Burada Allah'ın gücü,otoritesi,herşeye kadir oluşu,vahdaniyet,tevhit mi tartışılıyor?
    Kur'an'ın mevsukiyeti,peygamberliğin varlığı mı tartışılıyor? Tevhidi parçalayan mı var?Hesap gününü,ahireti inkar eden mi var?Helali haram,haramı helal diyen mi var?
    Yapmayınız Allah aşkınıza!
    Size vahiy gelmiyor ve siz peygamber değilsiniz!Herkes gibi Kur'an'ı anlamaya memur insanlarsınız.Sizin de rahmete ihtiyacınız var, bizim de.Niye rahmet dağıtıcılar gibi tavır içindesiniz?
    Araştıralım dostlar,bakalım sadece Cengiz kardeşim mi diyormuş bir şeyler?

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan-1 / 15 Kasım 2009 00:55

    Veysel kardeş,senin tarzınla katkıda bulunayım..İki parça halinde bir şiir ama ben yazmadım,elimden de gelmez...
    BAK MATERYALİST MÜSLÜMANIMIZ DA OLDU(!).RABBİMİZ AKLIMIZA MUKAYYET OLSUN,NE DİYELİM!
    "Köle değil miydiniz?
    Siz
    İniltileriniz
    Canhıraş haykırışlarınız
    Susmayan bebekleriniz
    Doymayan karınlarınız
    Zalimden bir medet, bir nimet arayışlarınız
    Unutulmadı ve yazıldı kitaplara
    Kıyamete kadar silinmeyecek
    Levhalara kazıldı
    Bir gece karanlığında kalışınız
    Korkak ruh haliniz, titrek kalbiniz
    Ve hemen Rabbe yalvarışınız
    Unutulmayacak
    Size de unutturulmayacak
    Sevgili İsrail’in
    Yüzünü kararttınız
    Ak çıkan elini çekti sizden Musa
    Dönmeyecek misiniz?
    Musa’nın döndüğü yere
    Ahit alınmamış mıydı sizden
    Hani asla kan dökmeyecektiniz
    Git!
    Mısır Firavunu'na
    İsraillileri ülkesinden salıvermesini söyle
    Emrini veren Yüce İlah’ın
    Sözü yazılıyken
    Kitaplarda.
    Git!
    İsrailli Firavuna söyle
    Yurdunda rahat bıraksın
    Filistini bundan böyle
    Denmeyeceğini mi zannettiniz
    Firavun nasıl dinler
    İsrail beni dinlemedikten sonra
    Diyen Musa
    Sana Selam da
    Sana uymayanlara ve zulme batanlara
    Rahmanın elini bırakanlara
    Kahhar yol gösterecek:
    İşte Cehennem bura!
    Zalime ses çıkarmayanlara
    Zulüm sofrasından su yudumlayanlara da
    Bir fırtına belki bir kasırga
    Ses getirecek:
    İşte yeriniz
    Ne hazin! Cenneti mi düşlediydiniz
    Hüzünlülerin semaya açılan ellerini
    Tutmadınız
    Heyhat! Yalnız bıraktınız
    Hani hepiniz kardeştiniz, birdiniz
    Neden birbirinizi sevmediniz
    Sevmeden mi iman ettiniz
    Denilecek de
    Cehenneme mi girilmeyecek
    İşte söndürmediğiniz ateş
    Tavaf edin durun etrafında!
    İşte Şia
    Yanında Sünnî
    İşte Malikî ve Hanbelî
    Şafî ve Hanefî
    Hepsi bir değil mi ki
    Mutezilî veya Vehhabî
    Alisi, Alevîsi
    Hangisi Peygamberini terk etti
    Hangisi Mescidi Aksa’yı kutsal
    Mescidi Haram’ı Yön bilmedi ki
    Eve gelenler, Allah’ın evine
    Nerdesiniz hani nerde?
    Evi yanan kardeşleriniz de
    Dönmüyorlar mı Allah’ın evinde"

    Yanıtla (0) (0)
  • Furkan / 14 Kasım 2009 20:40

    Hocam makaleniz için sizleri tebrik ederim. En ince ayrıntılara kadar izah etmişsiniz.Allah razı olsun. İşte araştırma böyle olmalı. Kur'anı anlama çabası böyle olmalı.
    Eliaçık hocaya lafım yok.O bizim büyüğümüz.Bu dava için çok çile çekti,sürekli takip edildi.Allah bu kardeşimize yardım etsin inşallah.Bazı konularda hataları olmuştur. İnsanlık halidir,hepimiz hata yapabiliriz.
    Kimse yanılmaz İlah değidir.Aklımız,ilmimiz sınırlıdır.Bu yüzden işi şahısperestliğe götürmeden yapılan tüm eleştirileri ve yorumları çok önemsiyorum. Yeter ki yapıcı olalım.Bir tuğlaya bir tuğlada biz ekleyelim.

    Yanıtla (0) (0)
  • Taner Yıldız / 14 Kasım 2009 10:26

    Bu durumda Eliaçık için materyalist müslüman desek olur mu ? Herşeyi basite indirgeyen ,Allah'ın mucize olarak sunduğu hakikatleri kabullenememesi ,Allah'ın kudretini kendi bildiği bilgi ile sınırlama gayreti gerçekten vahim bir durum ortaya çıkarıyor.Dine inanmayanları ikna etmek için mi yoksa tatmin olamamış kendi kalp ve kafası için mi bu iddiaları ortaya atıyor merak ediyorum doğrusu ...

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz Duman / 13 Kasım 2009 16:12

    Selamün aleyküm, bahsedilen tv programındaki tartışmayı seyrettim. Tartışmacı İ.Eliaçık ,gerek infak ayetleri,bilhassa Nahl 71 gerekse bahçe sahipleri kıssasını amacından uzak bir şekilde kullandı. Bu konu ile ilgili yazımız hazırlanmıştır. Ayrıca tartışma programında İ.Eliaçık tarafından örnek verilen "bahçe sahipleri kıssaları" yazımız Haksöz dergisinde yayınlanmak üzere beklemektedir. Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • veysel menekşe. / 13 Kasım 2009 06:45

    Cengiz Duman Hoca ilmin hakkını vermiştir.
    Şifreleri ustalıkla çözmüş.
    Kilitleri birer birer açmıştır.
    Tefsir bu demek değil midir zaten?..
    ...
    Te'vil ile Tefsir'in.
    Bir ve aynı manalara gelmediğini.
    Senelerdir söyler dururum.
    Şimdi artık emin oldum.
    Teşekkürler Duman Hoca!.
    ...
    Şu Mülkiyet meselesine de bir el atsan..
    İyi olur gibime geliyor.
    Erol Yarar ile yapılan söyleşiyi izlemedim.
    İzleyenlerden dinledim.
    Mülk sahipleri iyi defans yapmış.
    Eliaçık Hoca eline geçen fırsatları.
    Cömertçe harcamış.
    Müstezafspor seyircilerinin
    Ağzı açık kalakalmış ve.
    Saç baş yolmuşlar.
    ...
    Bu maçın tahlilini de yaparmısınız Hocam?
    Bir solaçıkla gidemiyeceğimiz ortada.
    Takımoyunu diye bişey var yani.
    Bu konuyu da açarsanız.
    Sevinirim Hocam!.
    ..
    Müstezafspor ne zaman kazanacak sevgili hocam?
    Şerefli mağlübiyetler de alamıyoruz artık.
    Seyirci desteğini de kaybettik.
    N'apıcaz sayın hocam?..
    ..
    İmza:
    Radikal Amigo
    Berbad Abad Abdüsselam

    Wesselam!..

    Yanıtla (0) (0)