1. YAZARLAR

  2. AŞKIN YILDIZ

  3. Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi
AŞKIN YILDIZ

AŞKIN YILDIZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi

09 Kasım 2016 Çarşamba 19:28A+A-

Hz. Muhammed: Allah’ın elçisi filmi uzun zamandır seyircinin beklediği bir filmdi. Filmin vizyona girmesiyle tartışmaların gündemi meşgul etmesi bir oldu. Ne zaman din ile sanatı yan yana getirsek içinden çıkılmaz tartışmaların içinde buluyoruz kendimizi. Hele bu sanat yıllarıdır Müslümanlar üzerinde olumsuz bir etki bırakmış olan sinemaysa bu tartışmaların dozajı biraz daha yükseliyor.

Klasik sinema doğası gereği işlediği her konuyu kendi anlatı dünyasında yoğurup, sinema diliyle işleyip seyircinin karşısına koyuyor. Her şeyden önce bir eğlence ve propaganda aracı olan sinema anlatılacak konu ne olursa olsun onu seyirlik bir tatmin nesnesine dönüştürmektedir. Endüstriyel bir sanattır çünkü sinema. Kamera, ışık, senaryo, oyuncu, dekor vs.birçok sinema diline ait öğe yerli yerinde kullanılırsa nihayetinde ortalama bir Hollywood filmi çıkacaktır karşımıza. Böyle bir sinema sıradan bir şeyi de ele, alsa bir peygamberi de konu edinse karşısında patlamış mısır yiyen ve filmi tüketecek bir izleyici ister.

Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi filmine baktığımızda karşımıza çıkan açmazlardan birisi peygamber efendimizin sinemaya aktarılıp aktarılamayacağı konusudur. Bir diğer sorun buna izin verildiğineburadan cesaretle sadece tebliğ ya da farklı iyi niyetlere sahip olan her yapımcı-yönetmen bir peygamber filmi çekmeye kalkışırsa ne olur. Yine buna bağlı olarak peygamber efendimizin tasvirinin yapılıp yapılmaması durumu karşımıza sorun olarak çıkıyor. Peki, Mecidi’nin filmi bu sorunlara nasıl bir temel hazırlıyor?

Yedi yıllık bir hazırlıkla otuz milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen filmde peygamberin doğumu ve sonrasında on iki yaşına kadar olan kısmı bazı olaylara değinilerek anlatılıyor.  Mecidi filmi islamofobi karşı bir çalışma olarak değerlendiriyor. Son dönemde hakaret amaçlı yapılan karikatür ve diğer ahlak dışı saldırılara bir yanıt olarak Hz. Muhammed’in (sas) doğru anlatılması ve dünyaya tanıtılmasını amaçlıyor. Filme baktığımızda kaynakları yönünden konuyu tartışabiliriz fakat yönetmenin kendisi zaten Şii iken yüzde yüz Sünni kaynaklı bir film beklemeye de gerek yok. Buna rağmen Sünni kaynaklara da özen göstermeye çalışıldığı görünüyor. Filmin en büyük sıkıntısı Hollywood anlatısıyla yola çıkılmış olmasında diyebilirim. Çünkü bu anlatı kutsal olan, değerli olan hiçbir şeyi kabul edemiyor. Anlatılmaya çalışılan biyografi Peygamber efendimiz olduğu için sinema teknikleri bunu göstermekte yetersiz kalmaya mecbur kalıyor. Kutsal olanı göstermek iddiasına girerseniz, sadece bir bebeğin üzerine ışık (nur) saçmakla ya da bir odayı beyaz bir ışıkla doldurmakla kutsiyeti resmetmek dolayısıyla sınırlı bir ifade gücüyle yetinmek zorunda kalırsınız. Klasik sinema soyut bilmez, somutlaştırmak zorundadır. Bu bir biyografi hikâyesidir ve dolayısıyla bir insan doğumundan ölümüne kadar ya da belli bir dönemine kadar anlatılacaktur. Bu biyografi bir insanın başından geçenleri kronolojik olarak filme almaktan ibaretse herhangi bir dram ya da macera türü olmaya mahkûm oluyor ister istemez. Mustafa Akkad’ın 1977 yapımlı The Message (Çağrı) filminde durum farklıydı o biyografi insan olarak, cisim olarak bir peygamberin doğuşundan ziyade; bir mesajın, İslam’ın biyografisiydi.

Mecidi daha önce yaptığı birçok filmde çok küçük detay diyebileceğimizi konulardan evrensel mesajlar çıkarmayı başarmış, bir film dili olan yönetmendir.Cennet’in Çocukları (1997), Cennet’in Rengi (1999), Baran (2001), Söğüt Ağacı (2005),Serçelerin Şarkısı (2008) gibi filmlerinin Türkiye’de ve dünyada el üstünde tutulmasının sebebi yüzeysel görünen durumlardan, ilahi mesajlar çıkarabilmesi ayetlere ve İslam’a atıfta bulunabilmesi, daha da önemlisi seyirciye hakikat kapısını aralamasıydı. Filmin görünen yüzünden sonra, entelektüel bir süreç başlar bu filmlerde. Simge, alt metin okuması, metafor, gönderme, kamera hareketleri ve ışık kullanımı gibi sinematografik dil ve anlatım araçlarıyla seyirci baş başa kalır. İşin bu kadarı aslında ortalama bir sanat seyircisi için yeterliyken Mecidi sınırları biraz daha zorlar. Kamera açılarıyla Tanrı katından görünüm verir, Baran filminde olduğu gibi aşkı tensel ya da cinsel bir şey olmaktan çıkarıp sonunda yağmurla beraber saf, arı bir tebessüm ve bir ayak izi bırakan manevi bir aşkı verir seyirciye. Diğer filmlerinde de benzer durumlarla seyirciyi hakikat yoluna ulaştırmayı amaçlar. Mecidi’yi Mecidi yapan da buydu zaten. Mecidi bu kadar usta bir yönetmen olduğu halde, hakikatin ana kaynağı durumunda olan İslam peygamberini ele alırken neden bu kadar yüzeysel kalmayı tercih edinmiştir?

Diğer bir eleştiri ise filmin sürekli mucizeler üzerinden gitmeye kalkmasıdır. Peygamber efendimizin çocukluğunda mucizeler olmuş olabilir fakat O’nun dünyaya gelişi yeteri kadar mucizedir zaten. Mucizeleri anlatmaya kalkmak popüler sinemanın anlatısı için tam bir malzeme kaynağı yaratır. Filmin teknolojik ve biçimsel özelliği mesajın önüne geçtiğinde mesele İslami bir Avatar filmi çekmeye dönüşüyor. Sinemasal olarak başarılı çekilmesine rağmen Ebrehe ile Fil ordusu sahnesi ve diğer bütün mucize sahneleri filmin gerçekçi- etkileyiciliğini gölgede bırakıyor maalesef. Gösterilen olaylar tarihte yaşanmamıştır demiyorum, bunları fantastik olarak gösterme çabası izleyicinin tasavvurunu sınırlayıp, onu muhatap olduğu filme sıradan bir aksiyon filmi gibi bakmaya itmiştir.

Tasvir korkusuyla filmi izlemekte çekinen seyircinin aslında korkacağı bir durum yok. Çünkü tasvir yok, fiziki olarak genelde beyazlar içinde arkadan görünen bir çocuk var. Annesi ve sütannesi arasında geçen olay örgüsü ve on iki yaşına kadar olan diğer süreçte film yine mesaj olarak kısır kalıyor. Çünkü Ebu Talip’in dilinden anlatılan film Hz. Peygamber üzerinden dinin mesajından ziyade; düşman tarafından ele geçirilmeye çalışılan ve buna karşın korunması gereken bir çocuk üzerinden aksiyon-macera filmine dönüşüyor.Beklenti Çağrı filmi tadında bir peygamber filmiyse bunu onu bulmak zor çünkü ikisi tamamen farklı çalışmalar. Seyirciye özdeşlik kurma fırsatı verilecek bir karakter yok. Buradaki Ebu Talip, Çağrı’daki Hz. Hamza değil örneğin.

Filmi bir Hollywood tarzı klasik anlatı olarak kabul edelim ve ona göre değerlendirelim dersek. Filmin başarılı olduğunu inkâr etmemek gerekir. Büyük masraflar ile kurulmuş Mekke ve Medine şehirleri, dekor ve kostüm yerli yerinde ve hiç göze batmıyor. Filmin geneli için iç mekân ışığı başarılı. Kamera hareketleri bazen çok yorucu olsa da açılış planından itibaren seyirciyi filmden koparmamayı başarıyor. Müzik seçimi biraz sorunlu, genelde başlı başına güzel İran müzikleri olmasına rağmenfilme gerekli katkıyı veremeyen müzikler olmuş. Ayrıca salavat dâhil kilise müziği diyebileceğimiz bir tercih söz konusu ( belli ki Müslüman olmayan seyirci kitlesini etkilemek için düşünülmüş) ve akılda kalıcı bir müzik yok. Oyuncular ünlü değil fakat çok başarılı oldukları kesin.

Sinema tarihi boyunca Hz. İsa başta olmak üzere, Hz. Musa, Hz. Yahya, Hz. Zekeriya, Hz, Yusuf, Hz. Yakup gibi peygamberler ve Hz. Meryem ve Hz. Ali gibi önemli isimler tartışmalı da olsa filme aktarılmıştır. Genel olarak hepsi de tasvir edilmiştir ve ülkemizde bunlar izlenmiştir. İtikadımıza göre bahsi geçen bütün peygamberler bizim peygamberimiz ve Kur’an’da biz resuller arasında bir ayırım gözetmeyiz diyor. (Bakara 285) Eğer peygamberlerin filmlere konu edilmesi bir problemse bu hepsi için geçerli olmalıdır. MelGibson Tutku İsa Mesih’in Çilesi (2004) filminde pornografi sayılacak bir şiddet üzerine Hz. İsa filmi yapılmıştı. Burada eleştirilecek durum Hz. İsa’nın filme aktarılması mı yoksa bu şekilde insan onurunu zedeleyecek bir yöntemin belirlenmesi mi? Kutlu davasında anlatılacak o kadar çok olay ve mesaj varken sadece işkencelerle dolu bir film yapmak kime ne kazandırdı. Bu filmi izleyip kaç kişi Hristiyan oldu ya da kaç Hristiyan daha dindar oldu?

Bence İslam Sinemasından bahsedeceksek meseleye bu yönüyle eğilmek gerekiyor. Bir peygamberin cisim olarak gösterilmesini doğru bulmuyorum Sanatçı-yönetmen fiziki bir varlık göstermeden de peygamber filmi yapabilmelidir. Fakat asıl meselenin bu olduğunu da düşünmüyorum. Burada eleştirilere konu olan ikonlaştırma ve benzeri durumlar bizim ülkemizde her yıl düzenlediğimiz kutlu doğum haftalarında da yapılabiliyor. Sinemada patlamış mısır yiyerek peygamber izlenmez ve anlaşılmaz; aynı şekilde kutlu doğum programlarında, salonlarda lokum yiyip gül suyu sürünerek de peygamber anlaşılmış olmaz. Mesele filmin izleyiciye ne verdiğidir. Mecidi’nin filmi üzülerek söylüyorum filmin sonunda geçen Kur’an ayetleri dışında seyirciye hiçbir dini mesaj veremiyor. Sinema etkileyici özelliği olan bir sanattır, yönlendiricidir. Mecidi üçleme olacak olan serinin ilkinde sadece tasvir meselesine takılmış görünüyor. Serinin devamında inşallah meseleyi yüzeysel değil hakikat derinliğiyle ele alabilir, aksi halde Mecidi sinemasının amacını oluşturan din ile kendi kariyerinin sonuna gelecektir.

Maalesef bu pahalı yapımla amaçlanan İslamofobi algısını yıkmaya çalışmaksa çok da yeterli değil, aynı şekilde amaç İslam’a davet ise yine yeterli ve amaç Müslümanların daha dindar olmasını sağlamaksa yine yetersiz. Kim bilir belki de bu amaçları kapsayacak üçlemenin diğer filmleri için  hazırlık filmi olarak görülürse başarılı sayabiliriz.

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum