1. YAZARLAR

  2. CENGİZ DUMAN

  3. Hz. İbrahim ve Hz. Lut'a Gelen Elçilerin Mahiyeti Üzerine
CENGİZ DUMAN

CENGİZ DUMAN

Yazarın Tüm Yazıları >

Hz. İbrahim ve Hz. Lut'a Gelen Elçilerin Mahiyeti Üzerine

18 Ocak 2010 Pazartesi 10:14A+A-

Giriş

Kur'an ve Tevrat'ta yer alan İbrahim ve Lut kıssalarının ortak özelliklerinden bir tanesi de her iki resule de uğrayan "ziyaretçiler" sahneleridir. Önce Hz. İbrahim'e ve daha sonra Hz. Lut'a uğrayan, bu arada hem Hz. İbrahim'e hem de karısı Sara'ya; oğulları İshak'ı müjdeleyen bu ziyaretçiler; daha sonra Hz. Lut'u ziyaret ederek, Lut kavminin helâkini haber verirler.

Bilhassa Kur'an-ı Kerim'de yer alan kıssalardaki "ziyaretçiler" ile Hz. İbrahim, Hz. Lut ve Hz. Sara arasında geçen diyaloglar, kıssaları; tarihsel bir metin ve kuru bir diyalog olmaktan ziyade yoğun bir ibret ve öğüt dolu tevhidi mesajlar içeren mükâlemelerin aktarıldığı sahnelerdir.

Kıssaların, Kur'an ve Tevrat'ta geçen versiyonları arasında oldukça benzerlikler bulunmaktadır. Kur'an diyalogları, değişik surelerdeki ayetlerde beyan ederken buna mukabil Tevrat, kıssanın tümüne ait meleklerin ziyareti ve diyaloglarını, kronolojik olarak anlatmaktadır.

Kur'an'da, "ziyaretçiler" ile Hz. İbrahim, Hz. Lut ve Hz. Sara arasında geçen diyaloglar ve bu diyaloglarda geçen mesajlar değişik sahneler olarak aktarılmaktadır. Ancak bu tekrarlar ve diyaloglar motamot birbirinin aynı değildir.

Seri yazılarımızda "ziyaretçiler" ile resuller ve Hz. Sara arasında geçen sahneler ve diyaloglar üzerinde değişik incelemelerde bulunacağız. Bunlardan ilki olarak Hz. İbrahim ve Sara'yı ziyaret eden melekler üzerinde; “Elçiler (rusul) kelimesi genellikle “melekler” olarak algılanmıştır. Ancak doğrudan melekler kelimesinin değil de elçiler kelimesinin kullanılmasına bakılarak,  bunların Hz. Lut’a yaptığı çalışmaların yoldan çıkmış bu körkütük halka bir fayda vermeyeceğini, buralarda boşuna uğraşıp durmamalarını, başka yerlere gitmelerini, bu tip insanlara artık sözün fayda vermediğini, bir gün başlarına bir afet gelip Allah’tan belâlarını bulacak bir topluluk olduklarını söyleyen erdemli ve dürüst kimi genç insanlar olduğu da düşünülebilir…”1 denilerek, onların melek mi insan mı olduğu şeklinde oluşturulan şüphe üzerinde durarak; Resullere gelen ziyaretçilerin mahiyetini Kur'an, Tevrat ve İslam tefsir/Siyer kaynaklı olarak idrak etmeye çalışacağız.

Hz. İbrahim'i ziyaret eden resuller:

Hz. İbrahim ve Hz. Lut'u ziyaret edenler önce Hz. İbrahim'e daha sonra ise Hz. Lut'a uğrarlar. Kur'an, diğer resullerde olduğu gibi Tevrat benzeri olarak kronolojik silsile halinde bu ziyaretleri anlatmaz. Ancak Hz. İbrahim ve Hz. Lut'a uğrayan ziyaretçiler ile ilgili bölümleri değişik surelerde değişik anlatımlarla ve tekrarlar olarak zikreder. Dikkati çeken nokta ise Kur'an'ın, parçalar halinde beyan ettiği bu kıssalar, Tevrat'taki kronolojiye mutabık kalmaktadır. "Andolsun ki elçilerimiz, İbrahim'e müjde getirdiler ve: "Selam (sana)" dediler. O da: "(Size de) selam" dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi... Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: Korkma! (biz melekleriz). Lût kavmine gönderildik… Elçilerimiz Lût'a gelince, (Lût) onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı da "Bu, çetin bir gündür" dedi."2

Hud suresindeki bu ayetlerde anlatılan ziyaretçiler kıssası, Tevrat'taki kronolojinin aynısıdır. Yani önce Hz. İbrahim'e ziyaret sonra Hz. Lut ve kavmine uğramak şeklinde ve bu ziyaretlerdeki kişilerle diyaloglar büyük benzerlikle anlatılmaktadır.

Şimdi Hz. İbrahim'e gelen ziyaretçilerin mahiyeti hakkında Kur'an ve Tevrat kıssalarındaki farkları inceleyelim. Tevrat'ın Tekvin kitabında yer alan ziyaretçiler kıssası şöyledir: "İbrahim günün sıcak saatlerinde Mamre meşeliğindeki çadırının önünde otururken, RAB kendisine göründü. İbrahim karşısında üç adamın durduğunu gördü. Onları görür görmez karşılamaya koştu. Yere kapanarak birine, "Ey efendim, eğer gözünde lütuf bulduysam, lütfen kulunun yanından ayrılma" dedi, "Biraz su getirteyim, ayaklarınızı yıkayın. Şu ağacın altında dinlenin. Madem kulunuza konuk geldiniz, bırakın size yiyecek bir şeyler getireyim. Biraz dinlendikten sonra yolunuza devam edersiniz." Adamlar, "Peki, dediğin gibi olsun" dediler. İbrahim hemen çadıra, Sara'nın yanına gitti. Ona, "Hemen üç sea ince un al, yoğurup pide yap" dedi. Ardından sığırlara koştu. Körpe ve besili bir buzağı seçip uşağına verdi. Uşak buzağıyı hemen hazırladı. İbrahim hazırlanan buzağıyı yoğurt ve sütle birlikte götürüp konuklarının önüne koydu. Onlar yerken, o da yanlarında, ağacın altında bekledi. "

Tevrat'taki bu kıssa sahnesinde, Kur'an'da anlatılan aynı kıssa sahnesi ile farklı ifadeler bulunmaktadır. Ve bu farklar da çok önemli özellikleri beyan etmektedir. Bunlardan birincisi "…Mamre meşeliği…". İkincisi; "…İbrahim karşısında üç adamın durduğu…". Üçüncüsü ise "…Onlar yerken…" ifadesidir.

Şimdi Kur'an'da anlatılan benzer sahneyi aktararak aradaki farklar üzerine yorumlarımızı sunalım. " Andolsun ki elçilerimiz) İbrahim'e müjde getirdiler ve: "Selam" dediler. O da: "Selam" dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi. Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü."3

Tevrat, bu günkü Filistin toprakları içerisindeki El-Halil, İbranice Hebron şehrinde yaşayan Hz. İbrahim'e ait "Mamre meşeliği"ni, coğrafik bir ayrıntı olarak vermektedir. Yani Tevrat kıssası, tarihsellik ön planda olarak, kronoloji ve coğrafyaya dair bilgiler barındırmaktadır. Kur'an-ı Kerim'deki kıssada böyle bir coğrafya verilmemiştir. Ancak Kur'an, Tevrat'ta yer alan bu coğrafyayı reddetmez. Bilakis Tevrat'ta yer alan bu kıssanın üzerine kıssasını bina eder ki, bu halde Tevrat'ta yer alan bilgiler eğer Kur'an'da farklı bir açıklama yoksa aynen tasdik edilmiş demektir.

Kur'an-ı Kerim, Hz. İbrahim'e uğrayan ziyaretçilerin sayısını açıkça vermezken, Tevrat bu ziyaretçilerin sayısını kesin bir biçimde "üç" kişi olarak belirtir. Buna mukabil Kur'an ifadelerinde ziyaretçileri "çokluk" olarak "rusulunâ" şeklinde ifade eder.

Kur'an ve Tevrat arasındaki en büyük ve en anlamlı fark ise ziyaretçilerin; Hz. İbrahim'in ikramlarını "yeme"lerindedir. Tevrat'a göre ziyaretçiler Hz.İbrahim'in ikramlarını yemektedirler. "..İbrahim hazırlanan buzağıyı yoğurt ve sütle birlikte götürüp konuklarının önüne koydu. Onlar yerken, o da yanlarında, ağacın altında bekledi… "

Oysa Kur'an'da anlatılan "ziyaretçiler" bu ikramı yememektedirler. Bu yüzden Hz. İbrahim'in, onların bu durumundan şüphe etmeye başladığı beyan edilmektedir. "Fe lemmâ reâ eydiyehum lâ tesilu ileyhi nekirehum ve evcese minhum hîfeh…" "..Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü…"4

İşte bu aşamadan itibaren Tevrat'ın muharrefliği gündeme gelmektedir. Kur'an kendinden önce nazil olan Tevrat ve İncil'deki kıssalar üzerine kendi kıssalarını inşa etmiştir. Dolayısıyla Kur'an, Tevrat ve İncil metinlerindeki gibi tarihselliğe önem vermez. Çünkü tarihselliğe ait veriler zaten bu evvelki kitaplarda vardır.

Buna mümasil Kur'an, Tevrat ve İncil'deki gibi kronolojik ya da tarihi anlamda kıssaları vazetmemiştir. Bunun nedeni zaten tasdik ettiği Tevrat ve İncillerde bu detaylar bulunmaktadır. Kur'an, kıssalar hususunda değişik bir yöntem izler. Tevrat ve İncil'de yer alan kıssaların vermek istediği mesaja uygun kısımlarını alarak bunları belagat, fesahat ve icazat yüklü mücmel anlatımlar olarak muhataplara sunar. Bunu yaparken aynı zamanda Tevrat ve İncil kıssalarındaki muharref yanları tashih eder. Dolayısıyla Kur'an'ın tashih ettiği şekle uygun Tevrat veya İncil kronolojisi ve diğer tarihsel öğeler Kur'anî bakış açısından doğruluk ifade eder.

Nitekim Hz. İbrahim ve Hz. Lut'a uğrayan "ziyaretçiler" kıssalarındaki, Kur'an ile Tevrat arasındaki en önemli farklardan biri olan "ziyaretçiler"in, sunulan yemeği yemesi sahnesini Kur'an; tashih ederek, "ziyaretçiler"in sunulan yemeği yemediklerini beyan etmektedir. Bu aşamada tabii olarak bunun ne önemi var sorusu akla gelmektedir.

İşte bu yazımızın konusu olan "Ziyaretçiler"in mahiyeti hususunda en kritik an ve cevap buradadır. Fahreddin Razi şöyle der: "Bil ki o misafirler, melek oldukları için, yemek yememişlerdir. Zira melekler, yemezler içmezler. O melekler, Hz. İbrahim'e, onun hoşuna gidecek bir durumda olmak için, misafir kılığında gelmişlerdir….İbrahim (a.s)'e gelince biz diyoruz ki: O, onların melek olduklarını ya bilmiyor, aksine onların beşer olduklarını zannediyordu yahut da onların melek olduklarını biliyordu. Birinci ihtimale göre, Hz. İbrahim'in korkmasının sebebi şu iki şey olabilir: a) Hz. İbrahim, insanlardan çok uzak bir yerde konaklamıştı. Bu sebepten, onlar yemekten kaçınınca onların kendisine bir kötülük düşündüklerinden endişelendi. b)Tanınmayan birisi misafir olarak gelip, kendisine yemek ikram edildiğinde, eğer o yemekten yerse, bir güven duygusu hâsıl olur. Yok, eğer yemezse, o zaman da korku meydana gelir. Onların, melek olduğunu bilmesi ihtimaline gelince, onun bu durumda onlardan şu iki sebepten dolayı korkmuş olması mümkündür: a)Hz. İbrahim (a.s)'in, o meleklerin, Allah'ın, yaptığını beğenmediği bir işten dolayı gelmiş olmalarından korkmuştur. b)O, meleklerin,   kavmine azâbetmek için gelmiş olmalarından dolayı endişelenmiştir. Buna göre eğer, "Bu iki ihtimalden hangisi doğruya daha yakın ve açıktır?" denilir ise, biz deriz ki: Hz. İbrahim (a.s)'in, onların Allah'ın melekleri olduğunu bilemediğini söyleyenler, şu şekillerde istidlal edebilirler: 1)Hz. İbrahim (a.s) onlar için, hemen yemek hazırlama gayretine girmiştir. Eğer o, onların melek olduğunu anlasaydı, bunu yapmazdı. 2)O, onların yemek yemekten geri durduklarını görünce, onlardan korkmuştur. Binaenaleyh eğer o, onların melek olduğunu bilseydi, yememelerinden bir kötü niyetleri olduğuna istidlal etmezdi. 3)Hz. İbrahim (a.s) onları, işin başlangıcında insan suretinde görmüştür ve bu da onların melek olmadıklarına delâlet etmiştir. Hz. İbrahim (a.s)'in onları tanıdığını söyleyenler de, Hak Teâlâ'nın,. "Onlar "Korkma, çünkü biz Lût Kavmi'ne gönderildik" dediler" (hûd  70) ayetini delil getirerek şöyle demişlerdir: "Bu söz, ancak onların kim olduğunu bilip, fakat hangi sebepten ötürü gönderildiklerini bilmeyen kimseye söylenebilecek sözdür." Sonra Cenab-ı Hak, meleklerin bu korkuyu Hz. İbrahim'den gidererek, "Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik" dediklerini beyan buyurmuştur ki bu, "Biz, Lût Kavmi'ne azab etmek için gönderildik" demektir. Çünkü bu sözde mukadder bir "azab" kelimesi vardır. Çünkü bir başka suredeki şu ayet buna delâlet etmektedir: "Onlar, "Biz, günahkârlar güruhuna gönderildik. Çünkü onların üzerine çamurdan taşlar atacağız" dediler" (Zariyat, 32-33)."5

Dolayısıyla Hz. İbrahim'e gaybi bir takım bilgiler arz eden –İshak'ın doğacağı, ardından Ya'kub'un geleceği, Lut'un kavminin helak edileceği gibi- bu ziyaretçilerin insan görünümündeki melekler olduğunu düşünmemiz ve öyle anlamamız gerekmektedir. Kur'an meleklerin gaybi haberlerini şöyle kıssa etmektedir: "O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik."6"Ey elçiler! (Başka) ne işiniz var?" dedi. Dediler ki: "Biz, suçlu bir topluma (onları helâk etmeye) gönderildik." "Ancak Lût ailesi hariç. Onların hepsini kurtaracağız."7"Melek olan elçiler Lût âilesine gelince, Lût onlara: "Hakikaten siz tanınmayan kimselersiniz" dedi. Dediler ki: "Bilakis, biz sana, onların şüphe etmekte oldukları şeyi (azabı ve helâkı) getirdik. Sana gerçeği getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz."8

Peygamberlere, onların tanımadığı insanlar olarak gelen ve yemek yemekten çekinen; gayb'ten haberler getiren "ziyaretçileri" ancak melekler olarak düşünebilmek mümkündür.

Kur'an-ı Kerim, Hz. İbrahim'e gelen "ziyaretçileri; "...rusulunâ…" "..elçilerimiz.."9 Diyerek nitelendirmektedir. Bu hususta Kur'an'daki bir ayeti delil getirerek hem insan(suretinde) hem melek olan bu "ziyaretçilerin", Allah tarafından resul olarak tayin edilebileceğini ifade edelim. "Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs, innallâhe semîun basîr" "Allah, meleklerden de resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir."10 Bu konudaki açıklamaları aşağıda yapacağımızı belirtelim.

Hz. Lut'a uğrayan "ziyaretçiler"

Hz. Lut'a gelen "ziyaretçiler" de Hz. İbrahim'e uğrayan ziyaretçilerdir. "Elçilerimiz İbrahim'e müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: Biz bu memleket halkını helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir. Dedi ki: Ama orada Lût var! Şöyle cevap verdiler: Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o, kalacaklar arasındadır."11

Tevrat da Lut'a(a.s) uğrayan "ziyaretçilerin", Hz. İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler" olduğunu şöyle belirtmektedir: "Adamlar oradan ayrılırken Sodom'a doğru baktılar. İbrahim de onları yolcu etmek için yanlarında yürüyordu… Adamlar oradan ayrılıp Sodom'a doğru gittiler…."12 "İki melek akşamleyin Sodom'a vardılar. Lut kentin kapısında oturuyordu. Onları görür görmez karşılamak için ayağa kalktı…"13

Kur'an ile Tevrat'ın Lut kıssaları arasındaki farklı anlatım, "ziyaretçiler"in sayıları ve mahiyeti hususundadır. Kur'an Lut'a(a.s) gelen "ziyaretçiler"in tam sayısını ve vasfını açıkça melekler olarak belirtmezken Tevrat; bunun iki melek olduğunu beyan etmektedir. Hal böyle olunca Tevrat'ın Hz. İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler" ile Hz. Lut'a gelen "ziyaretçiler" arasında sayısal fark ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi Hz. İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler"in sayısı "…İbrahim karşısında üç adamın durduğu…". Şeklinde, "üç" olarak verilmişti. Lut'u(a.s) "Ziyaret" edenler ise "iki" melek olarak belirtilmektedir.

Bu olguyu ya Tevrat'ın sonradan yazılması esnasındaki muharrefliğine ya da Hz. İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler"den bir eksik olarak Hz. Lut'a iki melek uğradığı şeklinde iyimser bir yoruma gitmek mümkündür.

Ancak bu noktada Kur'an'ın Hz. İbrahim ve Lut(a.s) kıssalarındaki çelişkisiz anlatımlarını vurgulamamız ve Kur'an-ı Kerim'in herhangi bir değişime uğramadığının bir delili olarak bu olguyu ifade etmemiz gerekmektedir.

Hz. İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler" hakkında Kur'an'ın anlatımlarından hareketle – "ziyaretçilerin" yemek yememesi ve gaybi haberler vermesi - onların melekler olması gerektiği sonucuna varmıştık. Gayb'den haber veren "ziyaretçiler"in bu konudaki haberlerine dair şu ayetleri de ilave edelim: Lut'a(a.s) gelen melekler, ona kavminin helak haberini vermiştir. Ancak Hz. Lut'un bilmediği bir diğer gaybi haber daha iletilmektedir. " Ona: Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız. Yalnız, (azapta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna, dediler. "Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık gökten (feci) bir azap indireceğiz."14 Bir peygamber olarak Hz.Lut'un bile bilmediklerini bilenler ve ona bu hususları tebliğ edenleri "…bunların Hz. Lut’a yaptığı çalışmaların yoldan çıkmış bu körkütük halka bir fayda vermeyeceğini, buralarda boşuna uğraşıp durmamalarını, başka yerlere gitmelerini, bu tip insanlara artık sözün fayda vermediğini, bir gün başlarına bir afet gelip Allah’tan belâlarını bulacak bir topluluk olduklarını söyleyen erdemli ve dürüst kimi genç insanlar olduğu da düşünülebilir…”15 Diyerek nasıl değerlendirebiliriz.

"Tevrat'ın İbrahim kıssasında, Hz. İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler" anlatılırken açıkça belirtilmeyen onların melek vasfının; Lut kıssasında açıkça belirtildiğini gözlemlemekteyiz. "İki melek akşamleyin Sodom'a vardılar. Lut kentin kapısında oturuyordu…"16 "Şafak sökerken melekler Lut'a, "Karını ve iki kızını al, hemen buradan uzaklaş" diye üstelediler, "Yoksa kent cezasını bulurken sen de canından olursun."17

Buradan şu sonuca ulaşmak mümkündür. Kur'an, Hz. İbrahim ve Hz. Lut kıssalarında açıkça vasıflarını belirtmediği meleklerin; yemek yememeleri, gaybi haberler sunmaları gibi onlara mahsus özellikleri belirterek bu "ziyaretçiler"in melekler olduğunu muhataplarına ihsas etmiştir.

Bunun yanı sıra Kur'an'ın; Tevrat'ın ellerinde bulunduğu Yahudi-Hıristiyan veya Tevrat'ta geçen Lut kıssasını bilen bir toplumun ortamına nazil olduğu unutulmamalıdır. Yani burada Kur'an ve Tevrat bağlamını dikkate almak gerekmektedir. Bu olgunun Kur'an kıssalarının mufassallaştırılmasındaki bir metod; Kur'an'i bir bakış olduğu gerçeğini de algılamamız gerekmektedir.

Bu aşamada müfessirlerin Hz. Lut'a uğrayan "ziyaretçiler"in mahiyeti hakkındaki görüşlerini de alıntılayalım.

Razî, Hz. Lut'a uğrayan  "ziyaretçiler" hakkında şöyle demektedir: "O melekler sonra, Hz. İbrahim (a.s)'in yanından kalkıp, insan suretinde Lût (a.s)'a gittiler. Hz. Lût (a.s) onları insan sandı ve onlar hakkında, kavminden ötürü endişeye düştü. Çünkü onlar en güzel insanlar şeklindeydiler. "18

Taberî; "Misafir şeklinde gelen meleklerin Lut'un hoşuna gitmemesi ve sıkıntıya düşmesi, kavminin onlara sataşıp çirkin işlerini onlara da yapacaklarından korkmasındandır."19

İbn Kesir; "…Allah Teâlâ, ona yardımcı olmak üzere melekler gönderdi. Onlar (Melekler) müsafir kılığında Hz.İbrahim'e uğradılar…"20

Kurtubi'nin görüşü şöyledir: ""Elçilerimiz Lüt'a geldikleri vakit o bunlar yüzünden kaygıya düş­tü." Melekler Hz. İbrahim'in yanından çıkıp gittiklerinde -Hz. İbrahim'in bulunduğu yer ile Hz. Lût'un kasabası arasında dört fersahlık bir mesafe var­dı- su almak isteyen Hz. Lût'un iki kızı melekleri gördüler ve bunların olduk­ça güzel bir görünüşe sahip olduklarını fark ettiler. Bunlara: Sizin durumunuz nedir ve nerden geliyorsunuz? Diye sordular. Melekler: Filan yerden geliyo­ruz ve şu şehre gitmek istiyoruz, dediler. Hz. Lût'un kızları; O şehrin halkı hayâsızlık işleyen kimselerdir, dediler. Bu sefer melekler, peki o şehirde bi­zi misafir edecek kimse var mı? Diye sorunca, kızları var dediler. Şu yaşlı adam diyerek, Hz. Lût'u işaret ettiler. Hz. Lût onların kılık kıyafetlerini görünce kav­minin bunlara kötülük yapacağından korktu ve "O bunlar yükünden kay­gıya düştü." Yani onların gelişlerinden hoşlanmadı."21

Mehmed Vehbi; "…Cibril-i Emin ve refikleri Hz. İbrahim'in huzurundan çıkıp beşer suretinde ve güzel delikanlı kıyafetinde Hz.Lut'un huzuruna gelince…"22

Mevdudi şunları kaydeder: "Hz. Lut'un (a.s) tasalanıp kaygılanmasının nedeni, meleklerin yakışıklı, genç delikanlılar suretinde gelmiş olmasıydı."23

S.Ateş'te aynı görüşü paylaşmaktadır. "Melekler güzel delikanlılar şeklinde Lut'a gelince…"24

Sabuni'de aynı görüştedir. "Tefsirciler şöyle der: Lût (a.s.) kavmine beddua edince, Allah bedduasını kabul etti ve onları yok etmek için meleklerini gönderdi… melekler, misafir kılığına girmiş güzel yüzlü gençlerdi. "25

Hicazî; "Cenab-ı Allah, duasına İcabet etti… Melekler Önce İbrahim Peygambere gelerek O'na îshak'ı, ardısıra da Yakub'u müjdelediler. Dediler ki; biz Lût kavmini helak edeceğiz. Çünkü ahâli zalim ve kâfirdirler. İbrahim (A.S.) dedi ki: İyi ama orada Lût vardır. Lût'un kim olduğunu da biliyorsunuz… Helak melekleri Lût'a geldiklerinde Lût, onlardan Ötürü fenalaştı ve hüzünlendi. Kalbi daraldı. Çünkü onlar güzel yüzlü, yakışıklı delikanlılar biçi­minde gelmişlerdi."26

B.Bayraklı; "..Ayette geçen elçilerden kasıt melekler yani Hz. İbrahim'e gelen meleklerdir. Hz. İbrahim'e müjde, Hz. Lût'a da kavminin helak olacağı haberini getirmişlerdi."27 M.Topbaş; "Elçilerimiz Lut'a gelince (Hud suresinde de anlatıldığı gibi) Lut (a.s.)'m içi daraldı, korktu, sıkıntı içine girdi. Gelen Melekler yakışıklı, erkek suretinde idi."28

M.Esed ise şöyle yorumlamaktadır: "Kur’an, sözü uzatarak Hz. İbrahim'in bu ziyaretçilerinin melek olduğunu ayrıca belirtmiyor; ama rusulunâ (“elçilerimiz”) tabiri çoğu zaman semavî elçiler anlamında kullanıldığı için, klasik müfessirlerin hepsi bu tabiri yukarıdaki anlatım akışı içinde de bu anlama yormuşlardır… Sözü geçen elçiler melek oldukları için (Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn xviii, 8'deki ifadenin tersine) yemek yemediler… Hz. Lût, ziyaretçilerinin eli yüzü düzgün genç insanlar olduğunu görmüş olmalı ki, sapık hemşehrilerinin saldırısına maruz kalacaklarına muhakkak gözüyle bakıyor…."29

İbrahim ve Lut kıssalarındaki "ziyaretçiler"in insan suretli, melekler olduğuna dair yine Kur'an'da, yer alan şu ayeti örnek vermek mümkündür.  "Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ  "(Meryem) onlarla arasında bir perde germişti. Biz, ona ruhumuzu (Cebrail)  göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü."30 Dolayısıyla Hz. Meryem'e gönderilen melek de Hz.İbrahim ve Lut'a(a.s) gönderilenler gibi insan suretindedir.

Oysa Tevrat metinlerindeki kıssa anlatımlarında bu hususta tenakuz oluşmuştur. Hz. İbrahim kıssasında insan görünümlü meleklere yemek yedirilirken; Lut kıssasında onların melek oldukları açıklanmaktadır. Bu durum Tevrat'ın muharrefliğini gündeme getirirken; Tevrat ve Hıristiyan teolojisine ait meleklerin vasıfları ile ilgili kelamî! Bir problemi de ortaya getirmektedir.

Üzerinde durduğumuz bu olgu, Tevrat'ın muharrefliğinin bir yansıması olarak altının çizilmesi gereken bir olgu ve Kur'an'ın, Tevrat'ı nasıl tashih ve tasdik ettiğine dair delil olacak bir örnekliktir.

Meleklerin insan görünümü olgusu hakkında tespitler

Hz. İbrahim ve Hz. Lut'a uğrayan "ziyaretçilerin" melekler olduğunu belirledikten sonra üzerinde durmamız gereken konu; Cenabı Hakk'ın neden bu melekleri insan suretinde yolladığı ya da meleklerden elçiler olabilir mi nin cevabı üzerine olacaktır.

Cenabı Hakk, melekler ve insanlardan, resuller seçtiğini şu ayetiyle beyan eder: "Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs, innallâhe semîun basîr" "Allah, meleklerden de resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir."31

Öncelikle Kur'an'daki melekler hakkında elçilikle görevlendirilmeye dair ayetlerden örnekler verelim. "…hattâ izâ câethum rusulunâ…"  Sonunda elçilerimiz gelip canlarını alırken "Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz tanrılar nerede?" derler. (Onlar da) "Bizden sıvışıp gittiler" derler. Ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler."32

"Em yahsebûne ennâ lâ nesmeu sırrehum ve necvâhum, belâ ve rusulunâ ledeyhim yektubûn" "Yoksa onlar, bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, öyle değil; yanlarındaki elçilerimiz yazmaktadırlar."33"İki kaydedici sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir gözetleyici bulunmasın."34

Anlaşılacağı gibi Allah, melekleri de elçiler olarak vazifelendirmektedir. Yukarıda verdiğimiz ayetler insan kılığında olmayan "saf" haldeki meleklere ait örneklikler iken İbrahim, Lut ve Meryem kıssasında anlatılan "ziyaretçiler" insan görünümlü elçi-meleklere dair örnekliklerdir.

Peki, Cenabı Hakk neden bu elçi melekleri, insan kılığında göndermiştir? Kur'an perspektifinde buna cevaplar şöyle verilmektedir.  "Muhammed'e bir melek indirilseydi ya! Dediler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı. Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan suretine sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük."35"Eğer dileseydik, içinizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler yaratırdık."36 Bu ayeti kerime'lerde Cenabı Hakk, yeryüzünde yaşayan insanların nevinden onlara elçiler yolladığını beyan etmektedir. "Kul lev kâne fîl ardı melâiketun yemşûne mutmainnîne le nezzelnâ aleyhim mines semâi meleken resûlâ" "Şunu söyle: Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik."37

Bu yüzden Allah, müşriklerin, melekleri görme isteğini reddetmektedir. "Eğer doğru söyleyenlerden idiysen, bize melekleri getirmeliydin." Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman onlara mühlet verilmez."38

Yine Cenabı Hakk, meleklerin insanlar tarafından görülmediği olgusunu, yine geçmişte bir melek olan "..meleklere, Âdem'e secde edin! diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı…"39 isyanı ile Şeytan/İblis unvanını alan ve melekler ile aynı vasıfta "..(İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi…"40 Yaratılan şeytanın ağzından şöyle beyan etmektedir: "Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin yardımcınızım, dedi. Fakat iki ordu birbirini görünce ardına döndü ve: Ben sizden uzağım, ben sizin göremediklerinizi görüyorum, ben Allah'tan korkuyorum; Allah'ın azabı şiddetlidir, dedi."41

Bu ayeti Kerime'den anlaşılacağı üzere Şeytan da, insanlar tarafından görülmediği gibi yaratılış olarak aynı vasıfta! Olan -ateş- melekler de insanlarca görünmemektedir. Ancak aynı maddeden yaratılmış olan Şeytan, melekleri görmektedir ve Cenabı Hakk bu vakıayı ayetle bildirmektedir.

Bu kaide; yani, insanlara, insan suretli elçiler yollanması ve meleklerin, insanlar tarafından görünmemesi kaidesi, aynı zamanda Hz. İbrahim, Hz. Lut'a ve Hz.Meryem'e uğrayan meleklerin insan suretinde olmasını açıklamaktadır. Çünkü yollanan "ziyaretçi" melekler aynı zamanda Hz. Sara, Hz. Meryem ve Lut'un kavmince yani insanlar tarafından görülen kimselerdir. Bu yüzden bu melekler insan suretinde yollanmışlardır.

Bundan dolayı da Hz. İbrahim ve Hz. Lut da onları, vahiy meleklerinden ayırt edememişlerdir. Benzeri bir vakıa Hz. Muhammed (s.a.v) zamanında "Cibril" hadisi adı verilen rivayette gerçekleşmiştir. " Yahya b. Ya’mur dedi ki: Sonra Abdullah b. Ömer bir hadis anlatmaya başladı ve dedi ki: Ömer b. Hattâb şöyle demiştir: Bir zamanlar Rasûlullah (s.a.v.)’in yanında idik. Bu esnada elbisesi bembeyaz saçları simsiyah bir adam çıkageldi. Üzerinde yolculuk izleri görülmüyordu, içimizden hiçbir kimse de kendisini tanımıyordu. Bu kimse Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına geldi dizini Rasûlullah (s.a.v.)’in dizine yapıştırdı ve Ey Muhammed! İman nedir? Diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ahiret gününe, hayır ve şerri ile kadere inanmaktır. Sonra o adam İslam nedir? Diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in, Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet edip namazı kılmak zekât vermek haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır. Sonra o adam ihsan nedir? Diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) de şöyle buyurdu Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen onu görmesen bile o seni her an görmektedir. Ömer dedi ki: Tüm bu sorduğu sorularda Rasûlullah (s.a.v.)’in cevabı üzerine o kimse hep “doğru söylüyorsun” diyordu. Biz de bu adama hayret ettik, hem soru soruyor hem de doğru söyledin diyerek tasdik ediyordu. O adam tekrar sordu: Kıyamet ne zaman kopacaktır? Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Kıyamet hakkında soru sorulan kişi; soran kişiden daha bilgili değildir. Bu sefer o adam kıyametin alametleri nedir? Diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.)’de şöyle buyurdu: Cariyenin hanımefendisini doğurması, (yani doğan çocuklar ana ve babalarına köle muamelesi yapacaklar) yalın ayak çıplak ve fakir koyun çobanlarını yaptırdıkları binalarla boy ölçüşürken görmendir. Ömer dedi ki: Bu olaydan üç gün sonra Rasûlullah (s.a.v.), benimle karşılaştı ve Ey Ömer! O soru soran kim idi! biliyor musun? O Cibril idi, size dini konuları öğretmeye gelmişti.”42

Peki, neden Hz. Sara ve Lut kavminin bu melekleri insan suretinde görmesi gerekmiştir? Bu sorulara cevaplar tamamen kendi kanaatimizle verdiğimiz cevaplardır, kesinlik arz etmez. Bize göre Hz. İbrahim gibi dev bir tevhidi örneklik abidesi insanı sonuna kadar destekleyen ve onun her anında ona dayanak olan Hz. Sara'nın; bu desteğinin mükâfatı olarak, Hz. İshak ile müjdelenmesi için bu "ziyaretçi" melekler vazifelendirilmiştir. Tıpkı Hz. Meryem'in, insan suretindeki melek aracılığıyla Hz. İsa ile müjdelenmesi gibi… Bu olgu aynı zamanda hem Hz. Sara'nın Allah katındaki değerini hem de Hz. İshak'dan başlayan İsrail oğulları peygamberleri silsilesinin önemine dikkat çekmektedir.

Bir diğer sebep ise Lut kavminin sapıklık boyutlarının ne derece ileri boyutlarda olduğunun; kıyamete kadar vurgulanmasını amaçlayan bir olgudur. Helaki hak eden boyuta ulaşan Lut kavmi sapkınlığının hem tescili hem helak nedeni hem de helak haberi aynı kıssada; güzel insanlar suretindeki meleklere sarkıntılığa tevessül edilmesi yaşanan örnekliği ile verilmektedir.

Nitekim Lut'a gelen meleklerin güzelliği öyle dillere destan olmuştur ki bir darb-ı mesel gibi daha sonraki çağlara kadar uzanmıştır. "Kadın, onların dedikodusunu duyunca, onlara dâvetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı. Her birine bir bıçak verdi. (Yusufa): "Çık karşılarına!" dedi. Kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü anladılar. Ellerini kestiler ve dediler ki: Hâşâ Rabbimiz! Bu bir beşer değil... Bu ancak üstün bir melektir!"43 Yusuf suresinde anlatılan bu kıssada; Mısır'da, Firavun döneminde geçen bu olay, Lut kıssasındaki Lut kavminin sarkıntılığına uğrayan insan görünümlü meleklerin, bu insanlardaki, yakışıklı/güzel insan eşittir melek anlayışını en iyi şekilde anlatmaktadır.

Sonuç

Hz. İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler" hakkında Kur'an'ın anlatımlarından hareketle – "ziyaretçilerin" yemek yememesi ve gaybi haberler vermesi - onların melekler olması gerektiği sonucuna varmıştık. Kadim tefsir ve siyer kaynaklarının hemen tamamına yakını "Ziyaretçiler"in melekler olduğu kanaatini sergilediklerini de belirtelim. Bilahare gayb'den haber veren Lut'un(a.s) "ziyaretçiler"inin bu konudaki haberlerine dair şu ayetleri de ilave edelim: Lut'a(a.s) gelen melekler, ona kavminin helak haberini vermiştir. Muhtemeldir Lut peygamber "ziyaretçiler"in melekler olduğunu anladığında onların kavmini helak için geldiğini "…Lut (a.s.)'m içi daraldı, korktu, sıkıntı içine girdi..." sezmiştir, ancak Hz. Lut'un bilmediği/bilemeyeceği bir diğer gaybi haber daha iletilmektedirler. " Ona: Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız. Yalnız, (azapta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna, dediler. "Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık gökten (feci) bir azap indireceğiz."44 Bir peygamber olarak Hz.Lut'un bile bilmediklerini bilenler ve ona bu hususları tebliğ edenleri "…bunların Hz. Lut’a yaptığı çalışmaların yoldan çıkmış bu körkütük halka bir fayda vermeyeceğini, buralarda boşuna uğraşıp durmamalarını, başka yerlere gitmelerini, bu tip insanlara artık sözün fayda vermediğini, bir gün başlarına bir afet gelip Allah’tan belâlarını bulacak bir topluluk olduklarını söyleyen erdemli ve dürüst kimi genç insanlar olduğu da düşünülebilir…”45 Diyerek nasıl değerlendirebilir ve hangi metodolojiye göre böyle tefsir edebilirsiniz. Yunus kıssasında; Hz. Yunus'un toplumunun vahye karşı olumsuz tutumu hakkındaki, keyfi kararının, tefsirini yapmadınız mı? Bir kavim hakkındaki kararı bir peygamber veremezken, "erdemli ve dürüst kimi genç" beşer/insan "Ziyaretçiler"e nasıl böyle bir karar verdiriyor sunuz?

 

Dipnotlar:

1- İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur'an, c.I,s. 452.

2- Kur'an/11Hud/69-70-77.

3- Kur'an/11Hud/69-70.

4- Kur'an/11Hud/70.

5- Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c.XIII, S.68-70.

6- Kur'an/11Hud/71.

7- Kur'an/15Hicr/57-59.

8- Kur'an/15Hicr/61-64.

9- Kur'an/11Hud/69; Kur'an/51Zariyat/31; Kur'an/15Hicr/57.

10- Kur'an/22Hac/75.

11- Kur'an/29Ankebut/31.

12- Tevrat/18Tekvin/16-22.

13- Tevrat/19Tekvin/1.

14- Kur'an/29Ankebut/33-34.

15- İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur'an, c.I,s. 452.

16- Kur'an/29Ankebut/31.

17- Tevrat/19Tekvin/15.

18- Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c.XIIIV, s.13.

19- Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, c. IV, s. 374.

20- İbn Kesîr, Muhtasar Kur'an-ı Kerim tefsiri, c.IV, s.1848.

21- İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, c.IX, S.114–116.

22- Konyalı Mehmed Vehbi, Hülâsat'ül Beyan, c.IX-X, s. 4196.

23- Mevdudi, Tefhimu'l Kur'an, c.IV, s.248.

24- S.Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, c.VI, s.511.

25- Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, c.IV, s. 483.

26- Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, c.IV, s. 509.

27- Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.IX, s.238-250.

28- Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, c.VI, s.80.

29- M.Esed, Tefsiru Mesaj, c.  , s. .

30- Kur'an/19Meryem/16–17.

31- Kur'an/22Hac/75.

32- Kur'an/7Araf/37.

33- Kur'an/43Zuhruf/80; Kur'an/86Tarık/4.

34- Kur'an/50Kaf/17-18.

35- Kur'an/6Enam/8-9.

36- Kur'an/43Zuhruf/60.

37- Kur'an/17İsra/95.

38- Kur'an/15Hicr/7-8.

39- Kur'an/7Araf/11.

40- Kur'an/7Araf/12.

41- Kur'an/8Enfal/48.

42- Müslim, İman: 1; Nesâî, İman: 6; Ahmed b. Muhammed, İbn’ül Mübarek vasıtasıyla Kehmes b. Hasan’dan aynı senedle bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir. Bu konuda Talha b. Ubeydullah, Enes b. Mâlik ve Ebû Hüreyre’den de hadis rivâyet edilmiştir. Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Ömer’den değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir. Aynı hadis İbn Ömer’den de rivâyet edilmiştir. Sahih olan rivâyet İbn Ömer’in, Ömer’den yaptığı rivâyettir.

43- Kur'an/12Yusuf/31.

44- Kur'an/29Ankebut/33-34.

45- İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur'an, c.I,s. 452.

YAZIYA YORUM KAT

38 Yorum
  • Murat Kocaman / 22 Temmuz 2019 12:16

    Lut'a görünen melekler niçin erkek olarak cismanileştirilmektedir? Kendilerine sarkıntılık ve zorbalık (agresif cinsel saldırganlık) yapacaklarını bildikleri halde neden dişi olarak cismanileştirilmemiştir? Meleklerin cinsiyeti olmadığına dair Kur'an da eğer ki delil varsa bu ön bilgiyi gözönünde bulundurarak cevaplayınız? Lut kavminin kadınlarının lezbiyen olduğuna dair Kur'anda açık bir ayet varmıdır? Lut kavmi erkekleri kadınlarını bırakarakmı diğer hemcinslerine yönelmiştir yoksa kadınları ilaveten mi hemcinslerine yönelmiştir? Tarihte varolduğu süre zarfınca Lut kavmi nasıl soyunu devam ettirmiş ve üremiştir? Eşcinsellik günümüz verileri ışığında bir hastalık değilse, Kur'an da bilimle çelişmediğine göre Lut kavminin gerçek helak sebebi psikolojik ve sosyolojik açıdan nedir?

    Yanıtla (0) (0)
  • rahmi / 28 Mart 2017 19:27

    çok işime yaradı

    Yanıtla (0) (0)
  • murat / 20 Ocak 2014 21:08

    bu arada,ibrahimin kuranda elçilelrle tartıştığından bahsedilir.sanırsam bu tartışmanın ayrıntıları tevratta vardır,bence bunuda aktarın.

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 25 Ocak 2010 12:36

    Bakın dostlar,yazılan yorumları eleştirirken karşılıklı olarak çok şık ifadeler kullanılmasa da ben “dostlar ifadesini tercih edeceğim.Çünkü burada maksadın, ne kadar bilgiç olduğumuzu birilerine dayatmanın değil,kurtuluşumuza vesile olacak Kur’an’ın orjin merkezli anlaşılması olduğuna inanıyorum..Baştan söyleyeyim,hesap gününde bir de Müslüman olduğunu söyleyenlerin yüklerini hakaret söyşemleriyle üstlenmek istemem.Ne yaparsınız ki,yazıyı yazan da ona yorum düşen bizim gibiler de sanki bir şeylerin elden gideceği zehabıyla birbirlerimizin üzerine abanıp duruyoruz.Yorum çerçevesine sığacak kadarı ile;1-Ne kadar kitap okuduğumuzu, yıllardır konu edinilen meselelerde ne kadar kafa yorduğumuzu ve yine yıllardır birdolu bilenle istişare merkezli konuşmalar yaptığımızı dile getirmeyi kendimize zul addedenleriz.2-Arapça bilmemek Kur’an hakkında konuşma hakkımızı elimizden almaz. Arapça bilenlerin ve birtakım ilahiyatçının ne yaptıkları ortada.3-Tevrat’ın okunmaması gerektiğini söylemedik,sadece muharref kabul edildiğinden hareketle tevhidi açıdan mutlak anlamda kriter olamayacağını söyledik -S.Ateş’in yıllar evvelsi ehl-i kitap cennete gidebilir demesinin akabinde başına gelenler hafızalarda.C.Duman o demleri iyi hatırlar,şimdi denelenlerin nereye gittiğini biz düşüneduralım.4-Arapça bilmek kriterse C.Duman’la İslamoğlu Hocayı yan yana getirin,bakalım ne çıkacak;ki İslamoğlu’nun dediklerine de kendi çapınca itiraz edenlerden biriyim.5-Bu hırgür içinde,”ene” lerin,”ben” lerin oluştuğu bir vasatta bilgi paylaşılmaz,bunu kabul edelim ve bu tarz üslüp da bize yakışmaz.Yanlış anlaşılmalardan özür dilerim.Özür dilemek bir erdemdir ve asla düşüncelerimden vazgeçmemin karşılığı değildir.6-1400 yıllık kadim geçmişe hodri meydan diyenlerin,başkalarının da buna hakkı olduğuna buna inanmaları gerekir.Kaldı ki mezkur çalışmalar 1400 yıllık bir geleneğe değil,son yıllarda Halefullah merkezli Zeyveli,Eliaçık vs.meydan okumaktır.Ve bunun tepkisel bir refleks olduğuna inananlardanım.

    Yanıtla (0) (0)
  • cuma / 24 Ocak 2010 18:38

    bizim dinimiz onların dinini,kitabımız onların kitabını,şeriatımız onların şeriatını ortadan kaldırmiştir;şeklindeki hava atmalar,piskopatlıktır.bu tür piskopatlıktan ötürü Allah'a sığınıyorum.yer yüzünü parselleyenlerin hatırı için Allah'ın kitaplarına düşmanlık etmek, "fasık'ı" mahrum sınıfına girmektir.bir kardeşimizin tabirıyle haçonun hançeri...Allah haçonun hançerine beş kuruşunu vermez. bu böyle biline.selamlar.

    Yanıtla (0) (0)
  • Sadi çevik / 24 Ocak 2010 14:36

    bende ihsan Sade kardeşim gibi,bir kitabi okumadan onu red etmenin,red etmeyi hak ederse de "buhtanun azimun" babından bir faşistlik olduğunu söyliyor, cengiz beyin sallama ile olmaz çıkışını yerinde ve şık buluyorum.gölge etmeyin ihsan istemez.mesele Haçonun hançeri vardır meselesi değildir.mesele doğruyu bulmak meselesidir.kim doğruyu bulandırırsa,"yesuddune an sebilillah" kapsamına girer. cengiz bey'e kolaylıklar diliyorum.
    not: hiç sevmezem bu mektubu okuyanı,sulandıranı...

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 24 Ocak 2010 07:17

    Selamün aleyküm, Şahsımız ve yazılarımıza teveccühünüz ve dualarınız için şükranlarımı sunuyorum. Yazılarım hakkında tespitleriniz, tam da benim yapmak isteyip te acaba başarabiliyor muyum diye vehimle kendime sorduklarım dı. Sizin yazınızdaki bu tespitleri görünce Cenabı Hakk'a hamdettim. Mutlu oldum. Şevkim daha da arttı. Değerli kardeşim, mazimizde olumsuzluk olsa da onları tamamen göz ardı etmememiz, buna mukabil gelmiş olduğumuz aşamalardan yararlanmamız lazımdır. Bunu tevhid edebildiğimiz müddetçe isabetli ve faydalı çalışmalar ortaya çıkacağından eminiz. İnşaallah...
    "..modern takıntısı olup, zaaf barındıran tefsirlerin ipliğini pazara çıkarttığınızdan dolayı..." cümleniz, sanki Cenabı Hakk'ın, yaptığımız yeni bir çalışmayı size ilham etmiş de size söyletiyor gibi...
    Yeni çalışmamızda kadim ve yakın tefsirlerde rastlamadığımız, modernist bir yorum diyebileceğimiz bir olguyu ele almaktayız. "Asayı Musa ve Kaya mucizesi" başlıklı bu yazımızda, İsrailoğullarının, Mısır'dan hicreti sonrası Çöl yolculuğunda, Cenabı Hakk'ın, Hz Musa'ya Asası ile kayaya vurmasını emrederek kayadan on iki pınar fışkırması mucizesini; olağan bir olay olarak addedip; kayaya "vurması" emredilen bastonun vurulmayıp, kayayı "gösterdiğini" tefsir eden modern bir yorumcuya da itirazlarımızı ve yorumunda isabetsizliğini, aşırılığını dile getiriyoruz.
    Modernlik, rasyonallik, pozitivizm adına Kur'an tefsirinde yapılan bu tahrifata dur diyeceğiz. İnşaallah.. Bize bu imkanları sunan Haksöz dergisi ve Haksözhaber sitesi yetkili ve emekçilerine de şükranlarımı sunuyorum. Cenabı Hakk'tan çalışmalarında, cümle Müslümanlarla birlikte, hayırlar,bereketler ihsan etmesini ve daim kılmasını niyaz ediyorum. Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • Haydari / 24 Ocak 2010 01:40

    Cengiz kardeş,Yazdığınız makelelerinizin şimdiye kadar 8-9 tanesini okudum.fırsat buldukçada ara sıra yine okuyorum. yazılarınızda ne geleneksel takıntı ne de modernist takıntı var,Geleneğin verilerinide modern argümanlarıda kur'an vahyinin belirleyiciliğinde tali unsurlar olarak kullanıyorsunuz, kıssaları tefsir mevzuunda yazılarınızı ifrat ve tefritten uzak, mutedil ve makul buluyorum.
    Cengiz kardeş,modern takıntısı olup, zaaf barındıran tefsirlerin ipliğini pazara çıkarttığınızdan dolayı Allah razı olsun. Allah muhakemenizi mustakim kılsın.
    .Lakin sizin sıkı bir yorumcunuz ve tenkitçinizin(kenan isimli) söylediklerini okuyunca Allah okuyucununda,yorumcununda Ferasetlisini versin diyesim geldi.

    Yanıtla (0) (0)
  • envercem / 23 Ocak 2010 22:31

    Ve aleykümüs selam Sayın Hocam. Mustafa İslamoğlu hocam da sizin gibi ilim ehlinden de faydalanması gerekir ve İnşaallah sizin yaptığınız gibi yerinde ve yapıcı olan eleştirilerden de haberi vardır diyorum. Eğer kendisi bu siteyi ve değerli yazarlarını takip etmiyorsa bence önemli bir eksiklik içindedir. Kendi sitesine birkaç defa e-mail atmama rağmen cevap alamadım ve doğrusu kendisine nasıl ulaşabileceğimi de bilmiyorum. Site editörü arkadaş işini ya yapmıyor ya da baştan savıyor gibi bir intiba edindim. E-mailimize cevap verin en azından bilgilenmek istediğimiz konuda diyoruz, ona bile lütfen cevap verme zahmetine ve inceliğine katlanmıyorlar. Mustafa hocama yakışmıyor benim anladığım site ilgilileri. Haksöz sitesi editörü kardeşimi candan tebrik ediyorum. İşini özverili ve sağlam yaptığından dolayı. Bu site de emeği geçen bütün ilgili/yetkili kardeşlerimden Allah razı olsun. Bu güzel çabanız için ellerinize sağlık diyor, yüce Mevla’nın rızasına nail olmanızı diliyorum. Sizlerle gurur duyuyorum aziz kardeşler…
    Söz konusu yazınızı okudum, orada dile getirdiklerinize katılıyorum, ayrıca değerli yorumcu kardeşlerin diğer bazı konulardaki eleştirilerini Mustafa hocamın Haksöz sitesinde cevaplandırmasını da gönülden arzu ederdim. Çünkü yöneltilen bazı tenkitlerin bizce de gerçeğinin bilinmesi elzemdir. Söz konusu eleştirilerin böyle havada kalması açıkçası beni rahatsız ediyor. Ona ulaşabilme imkânına sahip olanlar lütfen bu sıkıntımızı kendisine iletiversinler. Veya ulaşabilecek bir yolu biliyorlarsa bilgilendirsinler. Selam ve dua ile

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 23 Ocak 2010 20:40

    Selamün aleyküm, öncelikle şahsımıza teveccüh göstermnize teşekkür ediyorum. Kıssalarla ilgili yazılarımızda, genelde tefsir ağırlıklı çalışmalara yer vermekteyim. İslamoğlu hocanın bu hususta yararlanabileceğimiz, yazılı olarak yeni çıkan meal/tefsiri harici eseri yok. O da çok dar kapsamlı. Video, mp3 gibi Sesli eserlerinin de ayrıntılarını mesela, dipnot, fihrist v.s gibi pratik kullanımlarına ulaşmak çok zor ve üzerinde çalışma yapmak zaman aldığı için faydalanamıyoruz. Bundan dolayı istifade edemedik. Şahsıyla herhangi bir problemimiz yok. Ancak Hz. Sara'nın meleklerce müjdelenmesi esnasındaki Sara validemizin verilen habere gülmediği, Hayz gördüğü şeklindeki kıssa yorumunun isabetli olmadığına dair çalışmamızı yapıyoruz. Bu konudaki muhalif yazımız hazır olunca yayına arz edeceğiz. Konuyla lakalı yayınlanmış olan "Mustafa İslamoğlu Hocamızın Dikkatine!" başlıklı yazımız için Haksözhaber sitesindeki adresini verelim. http://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=11368 Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • envercem / 23 Ocak 2010 19:29

    Ben önceki forumda da söylediğimi tekrar edeyim: Ölçü Kur’an ve Sünnet olduktan sonra ve gerçekten de hakka teslimiyeti kabul edecek bir samimiyeti de içinde barındırdığı müddetçe halledilmeyecek bir konunun olmayacağına inanıyorum. Aksi halde herkes kendi yoluna gider…
    İkinci sözüm Cengiz Hocam’a: Sayın Hocam, bu konularda bilgi birikimimizi sayenizde yeniden tazeliyor ve yeni şeyler öğreniyoruz. Ben şahsen kur’an-i ilimlerde ilmi usuller içinde kalarak özgün şeyler söyleyen insanlara minnettar olduğumu her zaman söylüyorum beni tanıyanlara. Burada konuyu anlatırken B. Bayraklı gibi – çünkü bir zamanlarda hasbelkader istemeyerek öğrencisi olduk -vahyi hiçbir zaman anlamamış ve ilmiyle amil olmayan bir kişiden bile alıntı yapıyorsunuz da yazılarınız da M.İslamoğlu hocamdan bir alıntı göremiyorum. M. İslamoğlu hocamında elbette içime sinmeyen bazı görüşleri olmakla birlikte onun öncelikle dikkatte alınacak bir çağımız müfessiri ve öncü âlimlerden görüyorum. Vahiy bağlamına sadık kalarak özgün ve ufuk açıcı şeyler söyleyen bir altın değerimizi görmezden gelmek bence bizim gibilere yakışmaz. Birbirini tamamlayan âlimler olarak bu konuda daha fazla hassasiyet içinde olmanız gerektiğini söylemem umarım yakışıksız olmuyordur. Selam, saygı ve sevgilerimle..

    Yanıtla (0) (0)
  • envercem / 23 Ocak 2010 19:28

    * Kenan mahlâslı kardeşime gelince kendisini kâmil, dengeli, tecrübeli ve birikimli gördüm. * Böyle demiştim bir forum yazımda ve esteğfirullah, hakkımdaki iyi niyetiniz için teşekkür ederim diye bir nezaket cümlesini beklerken benim gibilerini üstadlı olmakla tiye alan yazısını okuyunca kendisine yaptığım övgünün havada kalmasına ve yersiz olmasına mı yanayım yoksa üstadlı olmakla dalga geçişinin zavallılığına mı, bilemedim.
    Kurduğu cümlelere bakarsanız kafası tamamen karışık ve gerçektende neyi söylüyor, neyi savunuyor, neye cevap veriyor bir türlü anlamış değilim. Onun yaptığı sadece muhalefet değil, oturmamış bir bilgi ve oradan buraya savrulup giden bir ruh hali var. Bunu görmeme rağmen yukarıdaki övgüleri bilerek söylemiş ve belki biraz insafa gelir de tutarlı ve mantıklı bir yola koyulur diye sanmıştım.
    * ama ne yaparsınız ki 1400 küsurluk bir süreç ve “dil” konusunun üstesinden gelememek gibi bir problem var.* Bu problem sizin için geçerli sayın kenan bey. İşinde uzman olan üstadlar için ne böyle bir problem oldu tarih boyunca ne de böyle bir tartışma. Şimdi ben sizin gibi kendi indi görüşleriyle, arapça dahi bilmeyen birisinin fikirlerini mi dikkatte almalıyım yoksa dil dâhil İslami ilimlerde uzman olduğunu, cümle âleme ispatlamış örneğin Mustafa İslamoğlu gibi ‘ üstadlara mı ‘ kulak vereyim. Size göre Üstadlı olmak ve Cengiz beyefendi gibi araştırmaya dayalı ve ilmi usullerle hareket eden birisini ciddiye alıp faydalanmak kusursa ben o kusuru severek işliyorum, haberiniz olsun.
    * Açıkça söyleyelim ki, bugün deniz gözümüzün önünde bir daha ikiye yarılmadığı sürece, kıssaları harikalar manzumesi içinde değerlendirmenin mantıki bir tutarlılığı olmayacaktır. * Bu sözünüzle önceki forumda konuşulan onca şeylere rağmen ikna olacak bir şey bulamamışsınız demek ki, bana göre sizi ikna edecek tek bir güç var, o da yüce Allah’tır.

    Yanıtla (0) (0)
  • İhsan SADE / 23 Ocak 2010 18:07

    anka ateş kuşu ve cengiz bey doğru söyliyorlar.sallamayla olmaz.tevratı oku; ondan sonra bir şeye yarmaz ve ya veri olarak kabul edilmez de.
    bir kitab'ı okumadan onu inkar etmek,tıpkı okumadan iman etmek şeklinde olur.hiç tevratın yanından geçmeden yalnız kuranı okuyan bile tevratın bir veri olduğunu ve bu gün onunla hüküm edilmesi gerektiğini bilebilir.

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 23 Ocak 2010 13:13

    Selamün aleyküm, Kenan bey kardeşimiz şöyle buyurmuş; "Bu ara Adnan Oktar İsrail’le ittifak içindeymiş,bir muhabbet bir muhabbet ki sormayın!.Tek tanrıcı inanışlarından dolayı, onları müslümanların dostları ilan edivermişler! Katılıverin onlara efendim,hem onlar bu işin de hakkını iyi verenlerden!!"

    Buna cevabımız;
    ER GLAT ŞALİT'İ KARDEŞ VEYA ALLAH'TAN BAŞKASINI VELİ EDİNMEK
    Türkiye'deki ahir zaman Mehdisi sevgilisi bir cemaatin, Siyonist dostluğuna soyunup onlardan kendilerine kardeş edinmeye dair açıklamaları, bizi Kur'an'daki veli(dost) edinme ile ilgili ayetleri yeniden öğüt ve ibret amacıyla okumaya ve yazmaya teşvik etti.
    Öncelikle Kur'an'ın, Türkçe tercümelerinde, "Dost" olarak meallendirilen "Veli" kelimesinin, Türkçe karşılığı olan "dost" kelimesinin ifade ettiği anlamdan çok daha geniş anlamlar ifade ettiğini belirtelim. Bu hususta geniş açıklamalı bir yazıya daha sonra yer vereceğimizi belirterek şimdilik kısa olarak Kur'an'da serdedilen Veli kelime/kavramının anlamı ve ayetlerdeki kullanımları üzerinde duralım. Kur'an'ı Kerim'de yer alan önemli kelime/kavramlardan bir tanesi de Veli kelime/kavramıdır. Veli kelimesi, Lisanü'l Arab'ta şöyle tarif edilmektedir: Veli: Yardımcı anlamında, Allah'ın sıfatlarından biridir. Bütün tasarruf yetkisiyle birlikte eşyaya malik olan demektir. Cevheri'nin Es-Sıhah'ında ise Veli: yakınlık, yakınlaşma aynı zamanda düşmanın zıttı olarak tarif edilir. Mucemu Mekayisi'l-Luğa'da;Veli, yakınlık yakınlaşma demektir. Kur'an-ı Kerim'de geçen ayetlerde; Veli kelimesinin çoğulu olarak Evliya kelimesi kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra yine v-l-y kelimesinden türetilmiş Mevla kelimesi aynı anlamlarda kullanılmaktadır.....
    yazımızla vermekteyiz.Yazımızın tamamını yayınlanınca okursunuz... Ayrıca Haksöz Dergisi - Sayı: 199 - Ekim 07; Haksöz okulu http://www.haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=5343 "Kur'an'da Ye'cûc ve Me'cûc" adresindeki yazımıza bakınız bizi değerlendirirken, sallamayınız!... Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 23 Ocak 2010 07:31

    Selamün aleyküm, Alim kul ile Musa'nın buluşması Allah'ın izniyledir ve her ikisi arasındaki bilgi alış verişi Allah'ın takdirindedir. Yani Musa Alim kulu, Alim kul Musa'yı tanımamazlık etmemişlerdir. Alim kul, Lut ve İbrahim kıssasdındaki ziyaretçiler gibi "resul" değil bir "kul"dur. "Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.Musa ona: Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı? dedi."18/66 anlaşılacağı gibi her iki kul, Allah'tan izinle ve onun yönlendirmesi ile bir araya gelmektedirler. Oysa Lut ve İbrahim'in karşılaştığı resuller tanınmadık kimselerdir. Şu ayetteki gibi; "Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: Korkma! (biz melekleriz). Lût kavmine gönderildik." 11/70 Meleklerin insan suretinde gelmesinin sebebi ise Sara'ya bizzat İshak'ı müjdelemek ve Lut kavmine yakışıklı erkekler olarak gözükerek Kıyamete kadar bir ibret olacak şekilde onların azgınlığını muhataplar nezdinde tescil etmektir. Bu yüzden Melekler insan suretinde gelmişler ve insanlara görünmüşlerdir. Aksi halde melek vasfiyetinin sara ve Lut kavmince algılanması mümkün olmazdı. Burada şu soru sorulabilir neden Allah böyle bir ibrete ihtiyaç duydu? birincisi Allah resullerin yanında melekler olmasını isteyenlere cevap vermektedir. Resullerin yanında melekler olsa bile siz onları ancak insan olarak algılayabilirsiniz. İkincisi Lut kavminin azgınlık boyutunun göstergesi olması içindir. Üçüncüsü Hz. Meryem gibi önemli bir şahsiyete gebe olacak insanın;aynı zamanda resuller silsilesinin anası olacak bir kadının Allah katındaki konumunu göstermesi amaçlıdır. Allah Hz. İbrahim'e salih nesiller bağışladığı kadar ona destek olan Sara'ya da bağışlamış olmaktadır. Mücadelede muvahhide kadının konumunu göstermesi açısından bir örnekliktir. Görüldüğü gibi bu sahnelerden öğüt ve ibretler çıkarmak mümkündür.

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 23 Ocak 2010 06:46

    Selamün aleyküm,avrupa'da bilmem nerede yahudi ve hristiyan olsaydınız ve Tevrat ile İncil üzere yetişen bir aileden gelseydiniz . Velev ki, Kur'an'la tanışıp Müslüman olsaydınız ne yapardınız?Beyninizdeki Tevrat ve İncil'e dair hard diski tamamen silebilirmiydiniz. Yoksa Kur'an'ın muhteşemliği karşısında eski Tevrat ve İncil malumatınızı düzelterek ondan yararlanarak onun da ilahi menşeli ancak tahrife uğradığını idrak ederek, yeni yol haritanızı mı çizerdiniz. Allah tüm insanlara hitabeden bir kitap indirmiş, siz müslüman bir toplum içerisinde yetişen bir birey olarak görüp olayları algılıyorsunuz. Bir insanın illa Tevrat ve incil okuması gerekmiyor fiili olarak, Kur'an harici kültürel birikim, zaten bunu bize sunuyor. gerek İsrailiyat gerek elimizdeki dini kaynaklar yoluyla.. örnek verdiğim hacer, tevrat olmasa İslam kültüründe de olamaz. Sare adı Tevrat yoluyla İslam kültürüne girmiştir. İsmail'in mekke'ye yerleşmesi öncesi bilgi, Tevrat kaynaklı. Bakın bu konuyu yeni hazırlayıp Haksöz dergisine yolladım. Kur'an'ın mücmel olarak bahsettiği Hz. İsmail'i Tevrat yoluyla mufassallaştırarak anlamanız mümkündür. Kur'an nazil olurken "sıfır" bilgiye değil, Tevrat ve İncil ve bunların harmanlanmış olduğu kültürel birikim üzerine nazil olmuştur.Onun için Hz. İsmail Kur'an'da detaylı anlatılmaz Mekke'ye yerleşimden itiberen kıssa edilir. Ama siz onun doğumundan itibaren hakkında bilgi sahibisiniz. Bu bilgi nereden? Kur'an Tevrat kıssalarını reddetmez aksine onların tevhidi ve hidayete yönelik yanlışlarını tashih ederek Yahudi ve Hristiyanların inançlarını tamir ederek Kur'an'ın aynı ilahi kaynaktan geldiğini İsrailoğulları rabbileri ve hristiyan ruhabanları marifetiyle Tevrat ve İncil'in tevhidi mahiyetinde sapmalar olduğunu işler. "Şüphesiz iman edenler;yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır."2/62ayetini bir düşünün!..
    Bak biz sallamıyoruz!..Allah'a emanet olun..

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 23 Ocak 2010 02:03

    E,ne diyelim beyler Tevrat’nız hayırlı olsun! Biz garibim Kur’an’la şimdilik idare edelim,olmaz mı?Kur’an’da bahsi geçen Tevrat ve İncil şayet güvenilirse,sahih bir şekilde insanların elindeyse niye Kur’an vahyedildi demezler mi adama?Kur’an’ın sözkonusu kitaplara atıf yapması,Yahudi ve Hıristiyanlara geçmişte vahyedilmiş değerlerle alakalıdır ki onlar o değerlerin kıymetini bilmeyip, ahrif ettiklerinden kınanmakta ve azapla tehdit edilmektedirler.”Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin(3/64)” çağrısı o gün ellerinde olan kitaplara değil,taptaze, yeni vahyedilen kur’an ve tevhidle alakalıdır. Kendisini bilgiç ilan edip,alemi cahil sananları da bu sütunlarda görüyorum ben.İlginç,bir müslüman,diğer bir müslümana nasıl tavır gösterirmiş,sallama ifadesini nasıl kullanırmış,çok şükür bunu da öğrendik buralarda.Tevratın veri olmaması,sahih olmadığından hareketlidir,yoksa hiç okunmaması ve örtüşen yerlerinden faydalanmaması demek değildir.Dedik ya,Kur’an’ın da onayladığı “on emirden” mevcut kitapta var.Ayıklamak da sizin gibi üstadlara düşüyor.Naçar,biz de okuyup istifade edeceğiz.Siz,MÖ bilmem kaç yüz binyıl gerilere doğru gidedurun.Biz daha 1400 yılın hakkını verememişiz,oralardayız.Paşa emeklisi biri,kodumu oturtur cinsinden laflar ediyor da kızıyorduk garibime,baksanıza bizim alemde de onlardan mebzul miktarda!Onu bunu bilmem arkadaş,işte tebliğ bu!İşte emr-i bil maruf,nehy-i anil münker bu!Metod bilmemekle suçlayanlar!Onların dikalasını biliyoruz ama Tevrat’a kafa yormak için değil.Ve hemen önümüzde malum kitaplar var ve altları çizik çizik.Allah’a hamdolsun ki ezberci değiliz,mevsuk olmayanları okur geçer,gerekirse kendi Kitabımızın şükrünü eda etmek için ibret alırız o kadar.
    Bu ara Adnan Oktar İsrail’le ittifak içindeymiş,bir muhabbet bir muhabbet ki sormayın!.Tek tanrıcı inanışlarından dolayı, onları müslümanların dostları ilan edivermişler! Katılıverin onlara efendim,hem onlar bu işin de hakkını iyi verenlerden!!

    Yanıtla (0) (0)
  • rabia / 22 Ocak 2010 23:49

    Hızır da Musa ya yol göstermiyor mu....
    siz insana olan güveninizi ne kadar kaybetmişsiniz ki...
    bir melek uyarır da bir insan uyaramaz peygamberi diyorsunuz...
    Allah bu işi bir insana vermiş olamaz mı....
    off ya nelere takılıyor
    nasıl da dar bakıyosunuz....
    'insanın tek boyutlu olması ne facia'...Ali Şeriati

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 22 Ocak 2010 21:33

    Selamün aleyküm, Kenan kardeş havanda su dövüyon!.. Kıssaları anlamada bir metod geliştirmedikçe senin lafların gibi lafları yazacak çok kişi olacaktır. Tevrat, Tevrat'ın tahrifi, Tevrat'ın delil olması, Hz. Muhammed'in Tevrat ile alakası, Sahabenin tevrat ile ilişkileri tabiin ve sonrası ulemanın Tevrat'ı algılaması üzerine bir fırın kitap okuman, araştırman incelemen lazım. Böyle sallamayla olmuyor!.. Dışardan bakan,bir şey biliyonda söylüyon sanacak!.. Öncelikle Baki Adam'ın Yahudi kaynaklarına göre Tevrat sonra Yaşar Kutluay'ın İslam ve Yahudi mezhepleri sonra Hikmet Tanyu'nun Yahudiler ve Türkler kitaplarını bir oku, altını üstünü çiz, bir ara tevrat ve İncil'e göz at ondan sonra edindiğin bu bilgiler nezdinde Kur'an'daki Tevrat ile ilgili ayetleri algılamaya çalış faydası olur!..
    "Halbuki o Kur'an kendi ellerinde bulunan Tevrat 'ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır." 2/91
    " O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti. " 3/3
    Senden önce gelen Tevrat 'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim." 3/50
    "Tevrat 'ın indirilmesinden önce, İsrail'in (Ya'kub'un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. De ki: Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat 'ı getirip onu okuyun." 3/93 5Maide/43-44-45-45-66-68 7Araf/157 Fetih/29 ilaahir.. Kur'an'ın Tevrat'a bakışına dair bir anlayış edinmedikten sonra söylediklerinin anlamı yoktur. boş sözlerdir. Kadim İslam kaynaklarına bir bak hiç kimse Tevrat'ı tamamen reddetmiş mi? Cahiliyye dönemi arka planının baş unsuru olan Tevrat, yahudiler, İncil ve Hristiyanlar ve bunların kültürlerinden bağımsız olarak mı Kur'an nazil oldu? Neden sana sorarlar diye başlamakta Kur'an'daki bazı kıssaların anlatımı?
    Şu sözüne bak "Muharref Tevrat da veri değildir" Eğer öyle ise hacer, sara, İsmailin doğumu,kıssa coğrafyaları her şeyi unut ağzına bile alma. bunlar hep Tevrat bilgileri!..

    Yanıtla (0) (0)
  • Anka Ateş Kuşu / 22 Ocak 2010 21:21

    Selamlar
    Muharref dediniz , şöyle dediniz böyle dediniz Allah'ın birbirlerine şahitli kıldığı kitaplar arasında ayrım yaptınız.Hepsini dinledik , anlamsız tartışmalara girmemek için çoğu zaman cevap bile vermedik.Ama Tevrata veya İncile veri değildir demek okuduğunuz kuranı anlamadığınız demektir.Bence asıl siz bırakın bu tekelci mantığını.TEVRAT BAL GİBİ DE VERİDİR.Verinin ne olduğunu size öğretecek değiliz, veri doğrudur veya yanlıştır yaklaşımı yerine veri yoktur mantığını ileri sürmek kafayı kuma gömmektir.

    Yanıtla (0) (0)
  • Kenan / 22 Ocak 2010 17:02

    Tevrat ve İncil’i muharref kılan sebeplerden biri haham ve rahiplerin,genel anlamda zamanın din bilginlerinin,ellerindeki vesikalara düştüğü not/şerhlerin,sonraki süreçte esas metinlere ilave edilmesinden başka bir şey değildir.Bugünkü şekliyle nüfus kütüğünü andıran ve demografik verilerle sadece yahudiler öncelenerek efsane yığını haline getirilen Tevrat için söylersek,gerçekte Kur’an’da da karşılığı olan hepitopu “on emir” i ihtiva ettiği uzmanlarınca bilinen bir şeydir.Çok şükür ki Kur’an,metin olarak bu tür tahrifata uğramadan mevsuk bir şekilde elimizdedir.Eğer bilinen ve bilinmeyenlerle yüzlerce tefsir örneklerinin şerh kapsamında esas metne ilave edilmesi söz konusu olsaydı,herhalde Kur’an için de konsey toplanır ve hakkında yapılan mübalağalar aza indirgenmeye çalışılırdı.İyi niyetle ilave edersek,yüzlerce nüsha örneklerini elimine ederek bu güne Kitab-ı mukaddesi miras bırakanlar da başka bir şey yapmamışlardır.Geçmişin ve bugünün İslam bilginleri de,yine geçmişin konsey üyeleri gibi,esas metin üzerinde değil ama tefsir bağlamında gelişen her ne varsa Kur’an’a uydu uymadı gerekçesiyle elimine etmektedirler.Ne kadar başarabildikleri ortadadır.Herhalde 1400 yıldır eksik bırakılan meseleler olmalı ki, bir dostumuz “hodri meydan” diyerek o meselelere çözüm üretme derdine düşmüş.Ama o bunu kelimelere verilen anlamlardan sadece kendi mantığına uygun olanları,esas metne sadık kalmak iddiasını ileri sürerek yapıyor.Samimiyet sorgulaması bizim işimiz değil ve bütün bu girişimlerin iyi niyetli olduğunu kabul ediyoruz.Şikayet ettiğimiz şu:Tarihin ve egemen anlayışların dayattığı,aynı geçmiş konsey üyelerinin yaptığı gibi,neyi nasıl anlamamız ve neyi nasıl yorumlamamız gerektiğini,hem bilim adamlığına soyunarak ve hem de güya ispatlı olduğunu sanıp bize zorla öğretenlerin penceresinden bakarak,bugünün insanına da aynı şeylerin reva görülmesidir.Kusura bakılmasın,Kur'an ayetlerinin yorumlanmması onun bunun tekeliyle sınırlanmış değildir.Muharref Tevrat da veri değildir

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 22 Ocak 2010 10:39

    Selamün aleyküm, Ahmet kardeşim, metodik düşünüşünü, kıssaları yaşama uygulama tarz ve tavrını, isteğini tebrik ediyorum. Bence doğru yoldasın. Araştırmaya devam. Kıssalar bir derya sonunda aynı yerde buluşacağız. İnşaallah. Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • Ahmet Söğütcü / 22 Ocak 2010 09:12

    Kenan kardeşime teşekkür ederek ve katkılarının devamını isteyerek konuyla ilgili bir örnek daha vermek istiyorum.
    Cengiz Hocam; Bildiğiniz gibi Hz.Muhammed’in mucize (olağanüstü, olağandışı anlamında) göstermediği Kuran’la sabittir. Peygamberin yaşadığı hayata gitsek onun hayatında hiçbir olağanüstülüğe rastlamayacağız. Herşey insani faaliyetler içinde başlamış, devam etmiş ve bitmiştir. Vahiy dışında peygamberimizin hayatında olağanüstü bir şey yoktur. Bu vahyin de nasıl bir şey olduğunu Peygamber (as) dışında tecrübe eden de bilen de olmadığından Peygamber(as) bu durumu kullan(a)mamıştır. Buraya kadar sizin de aynı görüşte olduğunuzu zannediyorum. Ama örneğin Bedir savaşında Allah müminlere nasıl yardım ettiğini, 1000 melekle kafirlerin boyunlarını vurduğunu anlattığında, biz bunu düz mantıkla düşünmezken neden önceki peygamberlerin anlatılarında aynı yöntemi kullanmamaktayız. Elbette Allah müminlere yardım etmiştir ancak bu insan algısını aşan bir düzeyde meydana gelmiştir ve halen de gelmektedir ve gelecektir. Ancak biz Bedir’i anlatırken olayların gerçeklenişini de insani eylemlerin bütünü olarak algılamaktan da vazgeçmiyoruz. Allah haşa müminlerin uşağı değil ama onları terketmedi de.Sonraki Uhud ve Hendek bize bunu ispatlar. Sen (Musa) ve Tanrı'n gidin savaşın arkasından biz geliriz diyen İsrailoğulları'nı görmek için İsrail'e gitmeye gerek yok. Dolayısıyla insani tüm hareketleri davranışları incelemek istiyoruz, örneklileri ve akabinde meydana gelen sonuçlar arasında üst düzeyde bir okuma (ikra) yapmak istiyoruz. Rabbimizin davranışını(sünnetullah) anlamak için doğayı incelemek gibi bir zarurettir bu durum.

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 22 Ocak 2010 00:49

    Güldürdün beni Sayın Cengiz kardeşim.Allah’ da seni güldürür inşaallah.Evet biz ezeli ve ebedi muhalefetiz ama bu muhalefetimiz bize ait Kur’ani bakış açısıyla alakalı ve inan size filan değil,vahiy gerçekliğini tümüyle inkar edenlere.Siz de savunmanızı kendi Kur’ani bakış açısıyla yapıyorsunuz ama sanki bizi vahiy gerçekliğine halel getirmekle suçlar gibisiniz,yok öyle bir şey,niye rahatsız oluyorsunuz?Hem daha önce de söyledim,şu ikide bir dilinize doladığınız “üstad” söyleminden vazgeçin diye; ki bizim üstadımız filan da yok.Çok şükür aklımızı öyle,zaten doğası gereği Allah’ın şefkatine muhtaç,benim gibi aciz kullara teslim edecek kadar zavallılaşmadık henüz.Ne söylüyorsak kendimize aittir,buna inanın.Tekrar edeyim,öyle laf oyunlarıyla bizi “melek” gerçekliğini inkar etmekle suçlamayın,bu sizin işiniz değil çünkü.Biz bütün olup bitenleri Allah’ın zatında zaten kendiliğinden var olan güçlere,yeteneklere veriyoruz.Bahsedip durduğunuz kaynaklarda “melek” kavramı karşılıklarına baktığınızda bunları görmeniz kuvvetle muhtemeldir.Biz o kavramın geçtiği yerlere sizin bakış açınızdaki size öğretilmiş verileri koymadan,bize öğretilmiş başka verileri koyuyoruz,buna hakkımız var değil mi?Hem öyle asırlardır muharref olduğu söylenen kitaplara bakma gereği bile duymadan yapıyoruz bunu.Bu ara,Tevrat’taki tahrif edilmiş verileri bir bir çıkarın da,Yahudiler mevsuk,sahih bir kitap nedir görmüş olsunlar,sizi tutan mı var? Hem hiç olmazsa yıllardır zulmedip durdukları Filistin halkından,Kur’anı rehber edinmişlerden böylelikle özür dilerler..Yine demeden edemeyeceğim,biz inanıyoruz ki Allah “melek”-e-leriyle beraber sürekli zamana,tarihe müdahale ediyor,etkin,faal.Peki sizin melekleriniz dinlenmeye mi çekildiler? Yoksa Haitide’ki depremi,Peygamber gerçekliğiyle doğrudan muhatap olmamış zavallı insanların başına bela olarak onlar mı gerçekleştirdiler?Yapmayın dostum,mesajı tarihin derinliklerine sıkıştırmayın.Maksadımız muhabbet buna emin ol..Allah’a emanet ol sayın kardeşim.

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 21 Ocak 2010 21:16

    Selamün aleyküm, bende bu Kenan kardeşimiz nerelerde diyordum!.. Demokrasilerde! iktidarlar kadar muhalefete de ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak iktidarın eksikleri, hataları v.s cinsinden eleştirerek; bunun yanısıra olumlu yanlarınıda belirtilerek bunların devamına yol açması; olumlu muhalefetin yapısı gereği olmalıdır. Lakin Kenan kardeş devamlı muhalefet yaparak, Türkiye'ye özgü hırçın muhalefet sergilemektedir. Tıpkı Şener Şen'in "Selamsız bandosu" filmindeki "ezeli muhalefet" gibi.. Ne olursa olsun karşı çıkma mantığı, iktidar ne getririrse getirsin kötüdür mantığı ile yapılan eleştiriler, yapana da yapılana da fayda sağlamaz. Lutfen kaynak, kitap karıştırıp en azından alternatif birşeyler üreterek ya da daha ehven bir metod göstererek herkes adına daha yararlı olmaya çalışalım. "çetçi"lik mantığıyla değil!.. Şu cümleye bakın; "Kur’an’ı yorumlamayı tekelci bir bakışla sınırlamaya çalışmak olacak iş değil dostlar..." yukarıdaki yazımızda bir sürü iktibas yaptık daha bir sürü de verebiliriz hepsi Elçiler melek anlaşılmalı deyip görüş belirtirken hala tekel olma gibi cart curt sözler yazmak nereye oturur!?.. Herkes Allah bir deyince tekel mi oluyor. Doğru neyse herkes onu diyor. Buna tekel denilir diye illa başka bir şey mi icat edeceğiz. Yooo melek değiller "erdemli insanlar" diye.. Şu laf da ne oluyor; "Kıssaları kendimize rağmen farklı yorumlamaya çalışanların niyetlerini okumaya soyunup, insanları suçlamaya çalışmanın “zanna dayalı hükümler çıkarmayın” uyarısınca kabahatli addedileceği de ortadadır." Ne zannı kardeşim, yazdıkları eserler ortada bizim yazdıklarımızda ortada iken ne zannından bahsediyorsunuz ne niyet okumasından.. Açık açık mucize inkar ettiğini söyleyen ve melekleri insan vasfına indirgeyen bir görüş'e yanlışlarını ilmi şekilde bildiren biz, nasıl zan veya niyet okuma yapmış oluyoruz?.. Hani yazmasa, ortada birşey olmasa amenna.. Üstadınızı savunma adına boşuna bize "ezeli muhalefeti" bırakın Kenan bey... Değmez... Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 21 Ocak 2010 20:38

    selamün aleyküm, Kur'an'daki ibrahim ve Lut kıssaları aynı zamanda Tevrat'ta anlatılan kıssalardır. Tabii olarak mücmel olan Kur'an kıssalarını anlamaya çalışırken metodik olarak ilk başvuracağımız kaynaklardan birisi de Tevrat metinleri olacaktır/olmalıdır. Çünkü Cenabı Hakk Kur'an-ı Kerim'i, daha evvel nazil olan kitapları -Tevrat,İncil- tasdik edici olarak indirmiştir. Şu ayet Kıssaların Tevrat'ta olduğunu ihsas etmektedir.Aynı zamanda Hz. Peygamberin onları oradan iktibas ettiğini iddia edenlere de cevaptır. "Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı." 29/47 Dolayısıyla Kur'an kıssalarını hem mufassallaştırmak ve hem de tarihen yaşanmışlıklarını delillendirmek üzere Tevrat ve İncil'e başvurmak bir metod olmalıdır. Bu metodu uyguladığınızda ki, kadim tefsir ve tarih kaynaklarımız bunu uygulamışlardır. Tevrat ve Kur'an'da yer alan Hz. İbrahim ve Lut kıssalarınndaki elçiler sahnelerinin benzer anlatımlar olduğu görülecektir. Burada bizim yapmamız gereken Tevrat'ın muharref kısımlarını ayıklayarak Kur'an perspektifinden Tevrat'ta yer alan doğruları yakalamak ve Kur'an kıssalarının mücmelliğini aşmak olmalıdır. Kur'an'ın mücmel olmasının bir nedeni Kur'an kıssalarının detaylı olarak Tevrat ve İncil metinlerinde bulunmasındandır. Bu metodu uyguladığınızda İbrahim ve Lut'a gelen elçilerin melekler olduğu zaten aşikar olacaktır. Tevrat'ta bilhassa Lut kısasındaki elçiler sahnesinde elçilerden, bariz olarak melekler diye belirtilmektedir. Bunun yanısıra Elçiler sahnelerindeki "elçi" kelimesi; Kur'an'daki meleklerin vasfı, insanlar ile -görünme- ve ilişlki kurmaları ile ilgili diğer anlatımlarla pekiştirildiğinde kıssalardaki elçilerin mahiyeti ve neden Hz. Sara ve Lut kavmine insan şeklinde göründüklerinin alt yapısı anlaşılmış olacaktır. Bundan sonra tüm Kur'an perspektifinden edindiğimiz birikimlerle -hikmet- olayları yorumlama imkanına kavuşmuş olabiliriz. Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 21 Ocak 2010 17:14

    Kur’an’ı yorumlamayı tekelci bir bakışla sınırlamaya çalışmak olacak iş değil dostlar ve üzülerek söyleyeyim ki toplumsal gerilimlere ve ayrışmalara sebep olan bir tutumdur bu.Kast-ı mütekellim açısından, verilmek istenen mesajda elbette farklılık yoktur ama ne yaparsınız ki 1400 küsurluk bir süreç ve “dil” konusunun üstesinden gelememek gibi bir problem var.Bu şimdinin muhatap insanın ve aklının kabahati değil ki.Bu bağlamda şimdiki Arapça bilmeyenlerin de Kur’an’a tabi olmak gibi bir zorunlulukları var.Samimi niyetle yola koyularak Türkçe meal ve tefsirlerden Allah’ın kendilerine lütfettiği akli meleklerle kendince anlam çıkarmaya çalışanlar,rasyonalist bir mantığın kurbanı edilmemeliler.Açıkça söyleyelim ki,bugün deniz gözümüzün önünde bir daha ikiye yarılmadığı sürece, kıssaları harikalar manzumesi içinde değerlendirmenin mantıki bir tutarlılığı olmayacaktır;insanın kendi iradesi olmadan var olması Allah’a hamledilerek başlı başına olağanüstü bir durumdur zaten. Ayrıntılara girerek mucizeyi sınırlandırmanın ne anlamı var?Kaldı ki yazı sahibinin indi mülahazasınca olayları rasyonalize edenler, mucizelerle uyarılmaya çalışıldığı söylenen kavimler gibi peygamberleri ve onların tebliğ ettiği mesajı inkâr etmemektedirler.Bilakis mesajı anlamlandırmanın ve yaşadığı güne uyarlamanın hakkını vermeye çalışmaktadırlar. Kıssaları kendimize rağmen farklı yorumlamaya çalışanların niyetlerini okumaya soyunup, insanları suçlamaya çalışmanın “zanna dayalı hükümler çıkarmayın” uyarısınca kabahatli addedileceği de ortadadır.Ve kendi adıma söylersem Kur’an’ı bana rağmen yorumlayanları kabahatli bulmak gibi bir lüksün içinde değilim ve işin hakkını vermek gayretinde olanların bir gün hakikatle karşı karşıya geleceğine inananlardanım.Allah’a şükür ki aklımız var ve onun hakkını vermekle icbar edilmişiz.Zorunlu kılındığımız konularla ilgili kafa yorup dururken,birilerinin iddialarına tabi olmuyoruz diye rasyonalist ilan edilmemiz aslında doğru yolda olduğumuzun da bir göstergesidir.

    Yanıtla (0) (0)
  • kenan / 21 Ocak 2010 16:39

    Demeye çalıştıklarımızın “üstad” a havale mantığıyla ele alınması yormuştu bizi ve yorum yazmıyordum o yüzden.A.Söğütücü kardeşin haklı ve mantıklı önermelerine kendimce katkıda bulunmak adına bir iki şey daha söyleme ihtiyacı hissettim.Kur’an’ın tarihsel kılınmasından haklı olarak rahatsız olan dostlarımız,bahsi geçen mucizevi olayları bir daha peygamber gelmeyeceğinden hareketle sınırlandırarak, aslında geçmiş anlatıları ve Kur’an’ı tarihsel kılmış ve aslında yaratıcının iradesine ipotek koymuş olmuyorlar mı?Genel kabule göre Kur’an metni tarihsel ama mesajı evrenseldir. Gelin görün ki bu tür anlatılar sebebi ile iş-oluş biçimlerinin, bir daha gerçekleşmesi mümkün olmayan mitolojik kurguyla bezenerek yeniden yorumlanması, mucizeye doğrudan muhatap olanlar açısından mesajı yerel ve tarihsel kılmaktadır.Bugünün insanı sormaz mı;”Kardeşim, yılların mağduru, batının sömürdüğü ama kendi inançları ile sömürüye başkaldırarak yeniden yapılanmayı gerçekleştirmeye çalışan Haiti’de olanları, yaklaşık yüzbin ölüme sebep olan depremi ne ile izah edeceksiniz?” diye.Türkiye tarihini nahak yere değiştiren ve değiştiricinin kabullerini hala savunan insanları uyarmak için,bilhassa onlardan birçoğunun cezalandırıldığı ve geride kalanlara uyarıcı depremler rakımı birkaç yüz metre olan yerlerde,sağlam surlarla çevrili firavunvari kalelerde niye gerçekleşmez? Düzce, Adapazarı, Yalova vs. gibi depremleri nasıl izah edeceksiniz? Eğer bugün yeniden vahiy inse, yaşanmış bunca musibet Kur’an’da geçmiş kavimlerin başlarına gelenlerden farklı mı anlatılacaktı sanıyoruz biz?Empati, hermeneutik bir kurgudur diye ıskalamaya çalışmanın bir anlamı yok.Sonuçta alemdeki her iş ve oluşu gerçekleştiren Rabbimizdir.O’nun iş-oluşu vahiyle anlatımı da ancak Kur’an’da okuduğumuz şekilde olur.Çünkü o’nun var kıldığı her şey insan aklının ermeyeceği ölçülerde mucizedir.Ve artık şu rasyonalizm vaveylasından da vazgeçin,o şekilde suçladığınız insanlar da Kur'an'ı anlama derdindeler,yapmayın böyle.

    Yanıtla (0) (0)
  • Ahmet Söğütcü / 21 Ocak 2010 13:48

    Kuran’ın anlatım tarzının insanın anlatım tarzından farklılığıdır bana göre bu durum. Bize Peygamberimizin hicreti herşeyiyle insani eylemlerin kombinasyonu gibi görünürken Rabbimizin yardımına - müdahalesine inanmaktayız. Ama bu inancımız bizi insani eylemlerin nasıllığı araştırmaktan da alıkoymamalı. Lut(as) ve inananlar, Musa(as) ve inananlar vs. hep Rabbimizin yardımı ve müdahalesi vardır. Her mümin hayatta Allah’ın yardımı hisseder. Ancak Ona ispatla desen bir şey bulamaz. Ama bu imani bir durumdur zaten. İnsan aklı sınırlıdır ve herşeyi izah edemez. Edeceği zannına kapılırsa uçsuz bucaksız bir çölde ona kolay gelsin.
    İşte Kuran müminleri sürekli dua etmeye çağırmakta hatta mümin olmanın kuralı saymaktadır. Geçmişi, şimdiyi ve geleceği de nasıl görmemiz gerektiği ile ilgili kıssalarda örnekler verilmektedir. Biz kıssalarda depremin şiddeti değil insanların azgınlığı yüzünden öldüğünü anlarız, ekonomik krizlerin meydana getirdiği sefaletin iktisadi nedenlerden değil Allah’ın hesaba katılmadığı bir ekonomiden olduğunu anlarız, Osmanlı’nın çöküşünün en temel gerekçelerini ve yüzlerce yıldır müslümanların yaşadığı zulmü Kuran’ı terkettiklerinden dolayı olduğunu anlarız. Daha neler neler anlarız da uzatmayalım. Bunların hiçbiri bilimsel olarak ispatlanamaz ama biz biliriz işte sebeplerini. Kuran’ın müminlere olayları insanların gördüğü gibi anlatmaması şaşılacak bir şey değil. Çünkü Allah’ın görmesi ile bizim görmemiz bir değildir. Tam olarak söylediklerimi anlatabildim mi bilemiyorum...

    Yanıtla (0) (0)
  • Ahmet Söğütcü / 21 Ocak 2010 13:47

    Yazınızda metodolojiyle ilgili bir problemin ortaya çıktığını ve hangi metodolojiye göre elçileri melekler değil de genç erdemli insanlar olarak tefsir edildiklerini sormaktasınız?

    Pekçok kaynaktan istifade ederek yazdığınız makale elbette önemli bir emeğin ürünüdür ve saygısızlık etmek istemem. Ancak Cengiz Hocam kıssalarda anlatılanları düz mantıkla ele alarak yorumlamak ve buna da metod demek ne kadar doğrudur. Yani melekler gelmiş İbrahim (as) çocuk müjdelemiş ve sonra Lut(as)’a gitmişler kavminin helakını haber vererek onları diyardan uzaklaştırmışlar. Şimdi hayatının sonuna kadar melek görmeyecek ve kendisine bir müjde getirmeyecek, kimseye bir kavmin yer zaman göstererek helak edileceği haberinin verilmeyeceği biz insanlara bu anlatım tarzı ne anlatır? Problemin kaynağı buradadır. Yoksa kim işi rasyonelize ediyor, kim batınilik yapıyor, kim tarihselcilik yapıyor bunlar daha tali kalmaktadır.
    Kıssalarda elbette anlatıcı Allah dinleyici biziz. İnsan anlatımı ile aynı olmaması doğal değil mi? Biz bir zaman tüneli ile bir gazateci gibi kıssaların yaşandığı çağa ve olaylara tanıklık etmek istiyoruz. Bu da bir ihtiyaçtır. Ve tefsirdir.

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 20 Ocak 2010 20:56

    Selamün aleyküm, Peygamberlerin hicreti hususunda spesifik olarak Yunus kıssası kendi döneminden sonra tüm zamanlara örneklik teşkil eder.
    "Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tekun ke sâhıbil hûti, iz nâdâ ve huve mekzûm" "Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti." Kur'an/68Kalem/106.
    "Ve zennûni iz zehebe mugâdıben fe zanne en len nakdire aleyhi fe nâdâ fiz zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn" "Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti." Kur'an/21Enbiya/87.
    Bu ayetlerde Yunus'un Allah'tan emir olmadan kavminden ayrılışı vardır. Yani kavimlerine kızmak, küsmek, onlardan eziyet görmek veya bunlar adam olamaz gibi indî mütalalarla kavimlerini terk etmek böyle kararlar almak peygamberlere ait değildir. Bu karar ve emir tamamen Allah'ın'dır ve Allah'ın tasarrufunda ortağı yoktur. Allah gaybı bilendir bu yüzden Yunus geri dönünce kavmi ona iman etti. Oysa Yunus'un beşeriş mütalaası onu kavminden kaçmaya itmişti. Eğer peygamberlerin kavimlerinden ayrılmaları kendi inisiyatiflerinde olsa idi Allah Yunus'u neden sıkıştırsın ki. Ve Yunus kıssası ile Hz. Muhammed'i uyarsın ki?
    Allah'ın yönlendirmesini beyan eden diğer ayetlerden örnek verelim:
    "Musa'ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik." Kur'an/26Şuara/52.
    "Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından yürü." Kur'an/15Hicr/65.
    Hz. İbrahim hakkında Tevrat'ta yer alan bir hicret örnekliğini verelim." RAB Avram'a,"Ülkeni, halkını, babanın evini bırak, sana göstereceğim topraklara git" dedi,"
    Tevrat/12Tekvin/12
    Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • Ahmet Söğütcü / 20 Ocak 2010 09:32

    Yazının başlığı sizin cümlenizdir.Yazınızda aslında siz de son noktada çok güzel özetlemişsiniz. Ancak hicret olayını daha önceki kısımlarda ‘Allah’ın müsaadesiyle’ açıklamışsınız. Oysa ‘Allah’ın izni’ veya ‘Allah’ın müsaadesi’ peygamberlere has bir izin/müsaade olmak zorunda değildir. Kuran herşeyi Allah’ın iznine bağlar. Ancak biz bunu teolojik bir tartışmaya cevap olarak değil, Allah’ın kainatta yegane kuvvet/irade, rakipsiz gücünün ifadesi olarak okumalıyız. Atın bunu ateşe denilen Hz.İbrahim’in hicreti, misafirlerine bile sarkıntılık eden bir kavmin içinde bulunan Hz.Lut’un hicreti, ya bizim dinimize geri dönersin ya da seni yurdumuzdan çıkartırız denilen Hz.Şuayb’in hicreti, Firavun’un günden güne şiddeti artan zulmü karşısında Hz.Musa’nın hicreti, kendisine kavminin ortak kararı ile süikast düzenlenen Hz.Muhammed’in hicretlerinin ‘artık varlığı bile kavmi için tahammül edilemez bir konumdayken’ hicret etmelerini ve ‘Allah’ın izni’ ile ‘Peygamberlerin kararını’/ ‘insanların kararlarını’ karşı karşıya getirmek doğru değildir.
    Yunus(as) ile ilgili ayetleri siz daha bilirsiniz, O insanların kendisine muhtemelen ‘alay ve küçümsemelerine’ karşılık kızgınlıkla kavmini terketti. Halbuki Peygamberlerin yurtlarından mecbur kalmadıkça ayrılması doğru değildir. Nitekim Yunus(as) tevbe edip dönmüştür. Peygamberimize de tüm müminlere de sabırlı olmamızı, toplumumuza kızıp köşemize çekilmemizi Rabbimiz öğütlemiştir.
    Her peygamberin ‘ben sizin için karşı konulmaz bir günün azabından korkuyorum’ ifadesi tüm müminlerin bugün de söylemeleri gereken bir sözdür. Bunu söylemek gaybe muttali olmak değildir tabiki.
    Organizatör ifadesi size aittir. Lütfen meseleyi çarpıtmayalım. İbrahim(a.s)’ın duasına Rabbimiz icabet etmiştir. Bunda (rasulllerin seçiminde) İbrahim (as) herhangi bir dahli yoktur kuşkusuz. İbrahim (as) haşa Tanrı’nın yetkilerini kullanmamıştır. Bizim söylediğimiz insani şeylerdir. Bu yeni bir ‘buluş’değildir. Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 19 Ocak 2010 21:30

    Selamün aleyküm, Hz. İbrahim, Cenabı Hakk'a soyu için yalvarmıştır. Bu ayetle sabittir. Ancak Cenabı Hak ona "zalimler ahdime erişmez demektedir" O halde resulleri seçen Allah'tır. Onlara ihtiyacı olan kavim ve mevkilerini bildiren ve yönlendiren de Allah'tır. O bulunulan bölgede tebligatı yönlendiren de Allah'tır. Peki o halde Hz. İbrahim bu yönetim ve organizasyonun! neresinde?... Hz.İsmail'in Mekke'ye götürülmesi, Kabe'nin inşası; Tevrat'a göre esir düşen Lut ve ehlinin kurtarılması gibi olaylar Allah'ın yönlendirmesinde gerçekleşmektedir. Bu onun resullere önderliği gibi bir hüküm verilmesine müsade etmez. Ancak aracılığı/vesileliğine delalet eder. Hz. İsmail'i, Mekke'ye hicret ettirip orada yeryüzünün ilk kutsal mabedini yapmak ve İsmail'i resul olarak oraya tayin etmek, Hz. İbrahim'in değil, Allah'ın yetkisinde ve onun isteği ile olmuştur. Resullerin hicretleri Allah'ın iradesi ile gerçekleşir. Bu konuda olumsuz örneklik olan Yunus kıssası, resullerin kavimlerinden hicretinin ve kavimleri hakkında gaybi kararların Allah'ın tekelinde olduğunu beyan eder. Hud, salih, Şuayb, Musa, Lut, Nuh resullerin hepsi Allah'ın izniyle hicret etmişlerdir, ayetler bunu açıklar. Yorumlarınızda peygamberlerin Allah'an bağımsız hareket ettiği gibi bir anlayış doğmaktadır. Bu durum Kur'an perspektifinden bakıldığında yanlış bir algıdır. 2007 yılı Haksöz dergisi 203. sayısındaki "Hz. İbrahim'den Hz. Muhammed'e peygamberlerde hicret" adlı yazımıza bakınız. Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 19 Ocak 2010 20:58

    Selamün aleyküm, Kur'an ve Tevrat metinlerinde ziyaretçilere sunulan yemektir. Bu hususta başka bir yorum getirmek olayı rasyonalize veya mecazî yorumlamak amacını taşır. Metodik olarak Kur'an'ın anlatımlarını Tevrat nazarından mufassallaştırılması doğrudur. Bu usule göre ziyaretçilere sunulan yemektir ve kızartılmış buzağıdır. Olay Kur'an'da şöyle kıssa edilir: "Andolsun ki elçilerimiz, İbrahim'e müjde getirdiler ve: "Selam (sana)" dediler. O da: "(Size de) selam" dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi... Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü." Kur'an/11Hud/69
    "Tevrat'ta ise bu sahne şöyle kıssa edilmetedir: İbrahim hemen çadıra, Sara'nın yanına gitti. Ona, "Hemen üç sea ince un al, yoğurup pide yap" dedi. Ardından sığırlara koştu. Körpe ve besili bir buzağı seçip uşağına verdi. Uşak buzağıyı hemen hazırladı. İbrahim hazırlanan buzağıyı yoğurt ve sütle birlikte götürüp konuklarının önüne koydu. Onlar yerken, o da yanlarında, ağacın altında bekledi. "
    Her iki kıssada buzağı yemeği ön plandadır ve daha önemlisi bu yemeğin misafirlerce yenilip yenilmemesi Tevrat'ın muhharreflik olgusunu ortaya getirir.Kur'an bu sahnede ziyaretçilerin "melek" vasfını ve Tevrat metnindeki meleklerin vasfına dair muharreflik olgusuna dikkat çekmektedir. Dolayısıyla Kur'an, muherref Tevrat'ın kıssaları üzerine doğru olan kıssalarını, detaylar Tevrat'ta bulunduğu için mücmel, ancak belagat, fesahat ve icazat yüklü olarak beyan etmektedir. Elçilerin yemek sahnesini de böyle yorumlamak gerekmektedir.Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • Ahmet Söğütcü / 19 Ocak 2010 16:25

    Cengiz Hocam
    BAKARA 124. Bir zamanlar Rabbi İbrahim’i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu.

    Şimdi Rabbimiz aynı anda gerek İbrahim(a.s) soyundan gerekse başkalarından çağında peygamberler gönderdiği ve onun da imamlık yaptığı neden bu kadar tuhaf geldi. Bu peygamberlerin bir istişare içinde tüm coğrafyalara dağılan ve ama organik bir hareket olması bence hiç tuhaf değildir.
    Neden Peygamberlerin de Lut'un hicreti ile müminlere ya da elçilerle istişare ederek bir karara varması garabet olsun bu da meçhuldür?
    Peygamber(a.s) ıslah olmaz bir kavmi hicret ederek terk etmemiş midir? Gerektiğin de savaşmamış mıdır? Yunus (as) terki ile böyle bir hicret aynı mıdır? Yunus kızgınlığından ve öfkesinden terk etmiştir kavmini İbrahim (as), Lut (as) ve Muhammet (as) ise tebliğin devamının zaruretinden dolayı hicret etmiştir.

    Yanıtla (0) (0)
  • çawşin / 19 Ocak 2010 15:22

    ikram edilen 'şeyin' ne olduğu ortaya çıkartılabilese gelen ziyaretçilerin
    melek mi yoksa insan mı oldukları rahatlıkla anlaşılabilir.

    ''hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi''

    Hz.ibrahim'in bir buzağıyı kesip,kızartması ve ikramı
    uzun bir süreyi kapsar.

    'hemen' ikram edişi 'sözü, söz konusu olan şeyin 'yiyecek'
    olmadığınıda gösteriyor gibime geliyor.

    Hz.ibrahim zamanında, o tarihlerde örf ve adetlere göre gelen misafirlere
    hediye sunma gibi bir konukseverlik olduğunu okuduğumu hatırlıyorum.

    Kuran'a göre peygamberlerinde yaptıkları görev nedeniyle 'hediye' kabul
    etmeyişleri, gelenlerin beşer elçilerden olabileceğini düşündürüyor bana.

    Yanıtla (0) (0)
  • cengiz duman / 19 Ocak 2010 14:06

    Selamün aleyküm, "İbrahim (a.s) Lut (a.s.), İsmail (a.s), İshak (a.s) ve bilmediğimiz pek çok elçiyi değişik coğrafyalara gönderen bir önder peygamberdir. Ama bunlar birbiriyle irtibatlı ve organik bir harekettir. birbirleriyle kopuk değildir."
    Bu cümle Allah'ın, resulleri tayin etmesi ve onlara görevler yüklemesi ayetleri ile çelişkili gözükmektedir. Araştırdığımız tefsir ve siyer kitaplarında hiç rastlamadığımız ve bizim de böyle bir örneklik üzerinde fikir beyanında bulunmadığımız ilginç bir "buluş" bu. Resuller organizatörü İbrahim.. Hz. İbrahim, İsmail'i Mekke'ye bırakırken onun resul olacağını biliyor muydu? Dolayısıyla nasıl resulleri organize edebilir? Bu cümleniz üzerinde uzunca enine boyuna düşünün!..
    Kıssaları fantastik öykü haline getirenler, onlara olmadık "israiliyat" türü merviyatı yükleyenlerle, yine onları rasyonel/mecazî yorumlayanların ta kendileridir.
    Okuduğu yazıyı anlamak istemeyenler, hala melekleri, erdemli deliklanlılar" olarak üstadları "gibi yorumlamaya çalışanlardır. Allah'ın resullerini tanımadıkları insanlardan ve kavimlerinin yabancısı, onlar hakkında bilgisi olmayan "erdemli insanlar"dan akıl alır hale getirmek gibi bir garabet,kıssaların anlaşılmasındaki metodik eksikliğin eseri olarak karşımızdadır. Nerede kaldı Yunus peygamberin kavmi hakkında kararı kıssasının örnekliği!...Kıssalardan nasıl öğüt alıyorsunuz?
    Allah peygamberlerine, kavimlerine dair helak haberlerini salih, Hud, Şuayb, Nuh resullerde olduğu gibi aracısız vahyedemiyor mu da "erdemli insanlar" aracılığıyla onları uyarıyor? Kavileri hakkında kararlar verdiriyor? Hadi bir daha düşünün ve üstadınızın fikirlerinden sıyrılarak objektif yaklaşın. Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • ahmet / 19 Ocak 2010 12:27

    1. Herhangi genç bir müminin Allah'tan ümit kesmeyin o dilerse çocuğunuz olur demesine
    ve
    2.Kafirlerin sonunun er ya da geç azap olacağını söylemenin gaybi bilmekle ne alakası var?

    Kuran ölüm, afet ve kıyamete karşı sürekli insanları uyarmaktadır. eğer bunlar geldiğinde insan iman edenlerden ise kurtuluşa küfredenlerden ise helaka uğrar. ne İbrahim'in ne de Lut'un bilmediği bir durum yoktur bu kıssa da. İbrahim'in kaygılanması ve mücadelesi Lut'un tebliği bu kavimden bırakmaması üzerinedir. burada bir istişare vardır. Îbrahim (a.s) insanlığa olan yumaşaklığı ve şefkatinden ötürü bu kavmin uyarılmasından vazgeçmek istememektedir. Ancak sonunda ikna olur. Onların iflah olmaz bir guruh olduğuna artık şüphesi kalmaz. İbrahim (a.s) Lut (a.s.), İsmail (a.s), İshak (a.s) ve bilmediğimiz pek çok elçiyi değişik coğrafyalara gönderen bir önder peygamberdir. Ama bunlar birbiryle irtibatlı ve organik bir harekettir. birbirleriyle kopuk değildir.
    Kıssalar fantastik öyküler değildir.

    Yanıtla (0) (0)