Hutbe’de Atatürk, Anıtkabir’de Adalet Arama Saplantısı
Kemalist ideoloji ve kadrolar sadece tarihi, eğitimi, siyaseti değil İslami bütün değer ve sembolleri de tasallut altında tutmak istiyor. Hiç hesap vermeyen fakat hep hesap soran bir saldırgan ruhla hareket eden kadrolar şimdilerde “Hutbelerde neden Atatürk anılmıyor? Camilerde neden Atatürk adına Fatiha okunmuyor?” gibi son derece ahlaksız, mantıksız ve fakat bir o kadar da tiksinti verici psikolojik harp teknikleriyle güya Diyanet İşleri Başkanlığı’nı vefasızlıkla suçluyorlar. Meğerse minberlerde Atatürk’ün adı rahmet ve minnetle anılmayınca tarih inkâr ediliyor ve Cumhuriyet’in değerlerine ihanet ediliyormuş!
Evet, bu saldırgan ve dayatmacı ruh haliyle öteden beri muhatabız elbette. Ancak vakıa şu ki; bu Kemalist saldırganlığı şımartan hatta azgınlaştıran muhafazakâr-demokrat kadroların son dönemlerde giderek artan dengesiz, tutarsız hatta yaltaklanmaya kadar varan siyasal tutumları oldu. Sözde FETÖ’yle mücadele adına, sahte bir ant-emperyalist duruş namına Kemalist ideoloji ve kadrolara yerli ve milli payeleri vererek yeni müttefik ilan edilmesiyle iş tümden çığırından çıktı. Son derece basit ve iğreti taktiklerle “Gazi Paşa Atatürkçülüğü, Attila İlhan Kemalizmi, Osmanlı subayı Mustafa Kemal” romantizmi devreye sokulduğundan bu yana bürokratik oligarşiye karşı verilen mücadele hızlı bir biçimde ortak payda ve ittifak arayışına dönüştü.
İnanmazdı Ama Siz Yine de Fatiha Okuyun
Mustafa Kemal’in namaz, oruç, zekât, hac gibi İslam’ın en temel şartlarına uymak bir tarafa imanın esaslarını inkâr eden bir hayat felsefesi ve pratiği içerisinde olduğunu ters yüz etmek kime ne fayda sağlayacak acaba? Hiç kimse Milli Mücadele döneminde Hilafeti ve saltanatı koruma yolunda verdiği sözlerden, İslam’ın değer ve sembollerini yüceltici nutuklarından, Meclis’in önünde el açıp dua eden resimlerinden örnekler vererek Mustafa Kemal’i dua ve hatimlerle anılmayı fazlasıyla hak eden bir mücahit olarak pazarlamaya kalkışmasın. Mustafa Kemal, en yakın arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerde hatta Nutuk’ta geçen ifadelerde İslami değer ve sembollere ilişkin o dönem sergilediği davranışları geçici ve mecburi bir durum yani takiyye olarak nitelemişti zaten. Asıl Mustafa Kemal, Birinci Meclis’in tasfiyesiyle, Lozan Anlaşması’nın imzalanmasıyla, İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn Kanunu terörüyle ortaya çıkan Tek Adam ve Tek Parti dönemindeki Mustafa Kemal’dir.
Hilafet’in kaldırılması, bir devlet projesi olarak Ezan ve ibadetlerin Türkçeleştirilmesi, İslami değer ve sembollerin kamusal hayattan kazınıp atılması, Ramazan ve Kurban bayramlarının dahi itibarsızlaştırılması için talimatlar vermesiyle iş bitmiyor. Daha ilerilere gidiliyor, Türk Tarih ve Türk Dil Kongrelerinde açıkça ırkçı-kafatasçı hezeyanlar bilimsel tez diye bütün eğitim öğretim kurumları aracılığıyla bir deli gömleği gibi halka giydiriliyordu. Ulu Önder (Almancası Führer idi ve sadece Adolf Hitler için kullanılırdı) olarak anılan Atatürk için Kur’an-ı Kerim (haşa) “gökten indiği sanılan bir kitap” iken Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ise nihayet (haşa) “yaveler/palavralar savuran Arapoğlu” şeklinde aşağılanan bir çöl bedevisinden ibaretti.
Atatürkçü Din ve Diyanet Hülyası
İslam’ı “beyni sulanmış hafızların dini” olarak gören Mustafa Kemal pozitivizm ve deizm arasında gidip gelen bütünüyle seküler ve son derece pragmatik bir siyasetçiydi. Ne Kur’an- Kerim’in hükümlerine inanırdı ne de Hz. Muhammed Mustafa’nın (a.s.) sünnetine tabi yaşardı. Aksine bin yıldır benimsediğimiz Kur’an ve Sünnet öğretilerinin bu coğrafyadan, bu toplum ve tarihten silinip atılması için militan bir laikliği ve ırkçı-kafatasçı bir Türk ulusçuluğunu din haline getirmek için ter ve kan döktü. Milli Mücadele’nin bütün önemli isimlerini İstiklal Mahkemeleri marifetiyle tasfiyeye yöneldiği dönemden itibaren İslam ülkesini “Atatürk Türkiyesi”ne, Müslüman toplumu ise “Atatürk’ün askerleri” derekesine düşürmek için savaştı.
Atatürk’ün inanmadığı Allah’tan bir rahmet ve mağfiret beklentisi yoktu. Ancak Atatürk’ten daha fazla Atatürkçü olan post-modern Atatürkçüler cami ve hutbeleri, imam ve cemaati Atatürk’e rahmet ve mağfiret okutmak üzere aşkla şevkle seferber etmeye soyunmuş durumda. 23 Nisan, 19 Mayıs ve 29 Ekim’den sonra 30 Ağustos için de ısrarla tekrarlanan Atatürk’e dua ve Fatiha siparişi yerine gelmediği için öfke ve saldırganlıkları büyüyor. Son olarak Ankara Yenimahalle’de “hutbede Atatürk adı anılmadığı için” Cuma namazını sabote etmeye kalkışan provokatör bir grupla tanıştık. Trabzon Ortahisar’da cami duvarlarına asılan dev Atatürk posteri provokasyonuyla karşılaştık. Türkçü ve Atatürkçü bir Diyanet İşleri Başkanlığı inşa etmek için gündem oluşturuyorlar. Sadece Diyanet’i değil İslam’ı bütün değer ve sembolleriyle Türk milliyetçiliğine, Atatürk ilke ve inkılaplarına, Kemalist ideoloji ve kadrolara hizmetçi kılmak isteyen sapkın bir dalga kışkırtılıyor.
“Atatürk’le kavga etmeyelim, Kemalizm ve Kemalist kadrolarla barışalım” gibi mantıksız ve faydasız bir yalpalamaya savrulan muhafazakâr-demokrat siyaset İslami değerlere bağlı kitleleri de ayartıyor, saptırıyor. İster takıyye olsun isterse pragmatizm olsun yapılan iş, sarılınan söylem İslam açısından haram, hukuk açısından despotizme teslimiyettir. “Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi” gibi apaçık bir yalana sahip çıkarak başörtülü hanımları heyetler halinde Anıtkabir’e çıkarıp saygı duruşuna teşvik eden oportünizm CHP’li belediye başkanları eliyle HDP’li belediyelere Atatürk portreleri hediye edilmesini de Adli Yıl açılışı için Anıtkabir’e koşan baroları da teyid eden, besleyip büyüten ölümcül bir tuzaktır. Bu tuzağın içinde debelenip duran mevcut muhafazakâr-demokrat siyaset ne Atatürkçü hutbe dayatmalarına ne de resmi ideolojinin kıblesi addedilen Anıtkabir’de adalet talebinin yükseltilmesi gibi akıl hastalıklarına makul ve cesur cevaplar verebilir.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT