1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Hürriyet ve güvenlik arasında tercih, ikisini de yitirttirir!
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Hürriyet ve güvenlik arasında tercih, ikisini de yitirttirir!

30 Ağustos 2008 Cumartesi 11:15A+A-

Çocuklar dünyayı anlamakta büyüklerden daha dolambaçsızdır ve onları köşeye de kıstırırlar.

Çocuk babasına soruyor:

-Baba, zenginler bizden farklı insanlar değil mi, baba..

-Evet, yavrum.. Onların parası çoktur..

-Biliyorum baba.. Zaten paraları çok olduğu için zengin diyoruz ya.. Pekiy baba, generaller senden farklı insanlar, değil mi?

-Evet, evlâdım.. Onların silahları ve rütbeleri vardır..

-Biliyorum baba.. Zâten rütbeleri olduğu için general diyoruz ya..

-Ama, evlâdım onlar, emrinde çok silahlı kişiler bulunan rütbeli kişiler..

-Haaa, anladıııım.. Savaşırlar ve ölürler, öldürtürler, öldürülürler.. Pekiy baba, zenginlerin parası , generallerin rütbe olmasa, onlar da bizim gibi mi olurlar?

-Yok evladım.. Onlar eski onursal başsavcılar gibi, eski güçlerinin rüyasıyla yaşarlar yine..

*

Her yıl alıştık artık, rütbe ve silahlarını bırakanlar veya başka makamlara devredenler tumturaklı laflar eder, millete gözdağı vermeye çalışır ve resmî ideoloji’nin ’ikon’laştırdıkları ismine bağlılık adına, bir din gibi algıladıkları ve ondan asla tâviz verilemiyeceğini ileri sürdükleri; ama, mahiyetini hukûken net olarak kendilerinin de bilimediği ve ancak, namlu sahiblerinin güçlerine göre yorumlanan laikliğe bağlılığın korunmasından sözederler. Bu arada, kendilerini eleştiren ’karanlık niyetliler’den sözederler ve amma, milletin kendilerine sahib çıktığını iddiasını tekrarlıyarak, teselli bulurlar.. Karşılarında da, yönetimin en tepe isimleri bulunur.. Onlar bu sözleri dinlerken,hangi duygular içindedir bilmem, ama, bu ’gözdağı verişleri ve tehdidleri -ve laiklik dininin propagandası mahiyetindeki sözleri- ekrandan dinleyenlerin, nasıl ’hayır/dua’lar ettikleri bir ayrı konudur.

Bu yıl da öyle oldu.. Başbuğ ve Büyükanıt’ın  halef-selef nutukları ve hele KKK. Koşaner’in güvenliği, özgürlüklerden de önceleyen sözleri.. Dehşet verici.. Kendimi geçmiş çağlardaki bir totaliter rejimin törenindeymişim gibi hissettim.. Bu dünyada yeri olmaması gereken..

Gönül ister, -bunu düşünecek mantıklı tek kişi yok mudur diye hep hayret etmişimdir- ki, birileri de rütbelerinden soyunurken veya yeni rütbelerini giyinirken desin ki: ’Bir ömür boyu, 14- 15 yaşımdan bugüne, 60-65 yaşıma gelinceye kadar taşıdığım bu üniformayı bugün çıkarırken veeya makamımı başkalarına devrederken, şunu söylemek istiyorum: Bütün bu makam ve üniformalar milletin emanetidir ve millet bizi, kendisinin savunma gücü olarak yetiştirmiştir.. Milletin hayatının, inancının, haysiyet ve vatanının korunması için bize verilen bu rütbe ve silahları, bir an bile, milletin emelleri dışında kullanmamaya dikkat gösterdik.. Yine de yanlışlarımız olmuş olabilir, bunlar için, milletimizden özür diliyoruz.. Elimizdeki silahları, kendi habîs emelleri ve zorbalıklarına göre, millete yöneltmemiz için kullanmak isteyen asker /sivil bir takım çağdaş yeniçeri bozuntuları bulunmuş olabilir.. Ama, bu ordu, milletin ordusudur, milletin iradesi ve hedeflerine göre yönetilir.. Ve bu sistemin adı, Cumhûriyet olduğuna göre, kimse, cumhûr’a,/ halk’a, bir irade, hedef veya ilke dayatamaz.. Bizim hareket alanımızı ve bekçiliğini yaptığımız/ yapacağımız temel ilke ve hedefleri millet belirler! Biz ancak, millet iradesine taraf olabiliriz. Bu düşünce ve duygular içinde, üniforma, rütbe ve silahımı cumhûr’u, halkı temsil eden Cumhurbaşkanı ve diğer üst sorumlular huzûrunda yeni sahiblerine huzûr içinde devrediyorum!

Ben böyle bir gerçek cumhuriyeti hayâl ederken, karşımda ne mi gördüm?

80 yıldır tekrarlanıp duran ve artık çiğnenmesi bile lezzetin ötesinde insana azab veren laflar, tehdidler, propagandalar.. Laik-diktatorial kükremeler..

Hiç kimse, general de olsa, milletin ordusunu kendiliğinden taraf ilan edemez, milletin vermediği bir yetkiyi kullanamaz. Sadece laiklerin korkusunu dile getirip, milletin büyük çoğunluğunun endişelerinden sözetmeyenler, hangi gezeğende yaşarlar, düşünmezler mi hiç?

Hele, Gen. Koşaner’in, ’güvenlik önceliklidir!’ mânasındaki sözleri, ’hayırlı’ bir işaret değil..

Özgürlük, güvenlikle; güvenlik de özgürlüğün korunması için olduğunda bir mâna taşır.. Bu ikisinden birisini tercih edenler, ikisini de yitirirler.. Saddam döneminde, Irak’da, toplumun geneli için güvenlik vardı, insanlar sokakta hürr idiler; muhalifler, hariç..

Stalin, Hitler, Şah ve benzeri diğer sulta veya Şeflik dönemlerinde de öyleydi.. O güvenlikli toplumlar sonra her ikisini de yitirdiler.. İkisi birlikte ve ikisi birbiri için..

Ne güvenliği olmayan, aç hürler; ne de güvenlik içindeki tok esirler..

Diktatörlükler, güvenliği önplanda tutanlar lider veya toplumlarca kuruldu..

Yoksa, siyasetçiler küçük işlerle meşgul olurlar; büyük işler generallere mi aiddir?

Ya da, artık, ’devlet ve de orduunun idaresi, sadece generallere bırakılamıyacak kadar önemlidir!’ demenin zamanı gelmedi mi, hâlâ?

*MONTREUX, FİİLEN DELİNDİ DE, SONU N’OLACAK?

Amerika/ NATO, savaş gemilerini doldurdu, Karadeniz’e.. Bu durum, Montreux Andlaşması’nın güce dayalı kötü bir yorumu.. Türkiye, 15 bin tonun üzerindeki savaş gemilerini önlemek yetkisini haiz idi, ama onun dışında bir engelleme hak ve yetkisi yok.. USA/ NATO da, 15 bin tonun altındaki savaş gemileriyle saldırıya geçti..

Ancak, bu gemilerin, o andlaşmaya göre, 21 gün kalma hakları var, o süre içinde terketmeleri gerekir. Bunu T.C. sorumluları da belirtiyorlar. Ama, ya, o süre içinde çıkmazlarsa, n’olacak?

O zaman, onlara kim ne gibi bir yaptırımı nasıl uygulayacak ve cenaze nasıl kaldırılacak?

Montreux’ye göre, Karadeniz, savaş gemileri açısından, orada sahili bulunan ülkeler arası bir iç deniz hükmündedir. Sadece onlar diledikleri kadar savaş gemisi bulundurabilirler..

I. Dünya Savaşı’na, Alman savaş gemileri Goben ve Breslau’un Karadeniz’e çıkıp Odesa ve Sivastopol limanlarını bombardıman etmesi ve İttihad- Terakkî Hükûmeti’nin bu gemilere Yavuz- Midilli adı verip, Osmanlı Bayrağı çekmesi ve o saldırıyı benimsemesiyle girmiştik.

Montreux’den 3 yıl kadar sonra da, patlak veren II. Dünya Savaşı’nda ise, alman savaş gemilerinin Boğaz’dan geçtiği iddiasına dayanarak, Stalin, savaş sonunda, Kars- Ardahan gibi toprak taleblerinden ayrı olarak Boğazlar’ın güvenliğini Türkiye’yle ortak sağlamak niyetini de dile getirince, sırtımızı Amerika’ya dayayarak ve NATO’ya üyelik sûretiyle o tehlikeyi savmıştık; bugünlerde Saakashvili’nin yapmaya çalıştığı gibi..

Karadeniz böylesine tehlikeli ve çetin bir mes’elenin pençesindeyken, bu hassas anda, Kürşad Tüzmen’in ticarî bir konulardan dolayı Rusya’ya meydan okuyan tavırları, dış politikayı etkileyebilecek ve münasebetleri yanlış noktalara sürüklemeye müsaid bir yersizlik değil mi?

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum