Hükümetin Uludere'ye yaklaşımı
Bundan 18 yıl önce, 26 Mat 1993'te, TSK, yine "yanlışlıkla" Şırnak'ın kent merkezine 30 kilometre mesafede olan Koçaklı Köyü'nü bombalamıştı. Sonuç 12 ölü ve onlarca yaralıydı. Bu vahşetin, bırakın gazetelere manşet olmasını, tek başına haber değeri olduğu bile düşünülmemişti.
Örnek: Milliyet, 28 Mart 1993. Devletin 12 vatandaşını öldürdüğünü bildiren haber, gazetenin 18. sayfasında "Ayasofya'ya PKK Bombası" başlıklı 'esas haber'in içindeki bir alt başlıkta yer bulabilmişti. Bir PKK'lının Ayasofya'nın bahçesine bıraktığı bomba ve yaralanan üç turist, Şırnak'ta devlet eliyle öldürülen 12 köylüden daha önemli bulunmuş olacak ki 15 paragraflık haberin sadece üç paragrafı öldürülen masum canlar için yeterli görülmüştü... Haber medyada bu kadar yer bulunca haliyle ne devleti özür dilemeye çağıran olmuş, ne TSK'yı hedef alan eleştiriler yapılmıştı.
***
O yüzden 18 yıl öncesine nispetle Ak Parti hükümetinin işi zor. Ancak "Devlette süreklilik esastır" anlayışının bir yönetimden diğer yönetime en başarıyla meşaleyi teslim ettiği husus "devlet kibri" olsa gerek. "Devlet yaptıysa, doğrudur" zihniyetinden neşet eden bu kibir sebebiyledir ki hükümet kanadından pek çok meselede en hakkaniyetli çıkışları yapan Sayın Bülent Arınç, Bakanlar Kurulu sonrasında siyaset hayatının en 'siyasetli' konuşmalarından birisine imza attı. Geçen yıl yine Uludere'deki çocuklar gibi bedeni paramparça edilen Ceylan Önkol'un ardından hıçkırarak ağlayıp konuşan aynı kişi miydi; inanmak mümkün değil. Bu konuşmanın satırbaşları üzerinden gidelim:
"Bölge, teröristlerin hareket halinde olduğu bölgedir"
Mazlumder ve İHD'nin ortaklaşa hazırladığı rapordaki köylülerin ifadeleri bu iddiayı yalanlasa da öyle olduğunu farz edelim. Şu anda hükümetin PKK'yla mücadele ettiği diğer alanlarda da sivil yerleşimler bulunuyor. Bu açıklamadan, yeni Uludere'lere hazır olmamız gerektiğini mi çıkarmak gerekir? Peki, sınırdan PKK'lıların geçeceği istihbaratına rağmen bölge halkına neden uyarıda bulunulmamış, sınır ticaretini askıya almaları istenmemiş; bilakis kolaylık sağlanmıştır? Neden bombardıman öncesi bir askerî yetkili bile muhtarı veya sınır birliklerini arayıp sınırı geçen köylülerin olup olmadığını sorma zahmetine girmemiştir? Başbakan Erdoğan'ın grup toplantısında teşekkür ettiği komutanlarına bir de bu soruları sormasını ümit etmek hakkımız sanırım...
"Özür beklemek, olumsuz beklentidir"
Bu cümlenin anlamını tam olarak kavrayamasam da "olumsuz beklentiler" içinde olan milyonlarca vatandaştan birisi olduğumu belirtmem şart. Kasıtlı veya değil; resmî bombalarla kıyılan 35 can resmî bir özrü hak etmektedir.
Üstelik özür bir yana, daha soruşturma yapılmadan kasıt olmadığından emin olunarak başlanan bir soruşturmadan gerçekten adil ve hakkaniyetli bir sonuç beklemek mümkün mü? "Kasıt yoktur" önyargısıyla başlatılan soruşturma, nihayetinde kasıt olmadığını kanıtlamak üzerine kurulmuş olmayacak mı? Evet, bu hususta da olumsuz beklentiler içindeyim sanırım...
İkazdan kasıt "top atışı" mı?
Arınç'ın açıklamasında kafamı en çok karıştıran husus köylülerin bombardıman öncesi ikaz edildiğini belirttiği bölümdü. Şöyle diyor Arınç:
"İşaret fişeği ve top atışına rağmen yoluna devam eden bir topluluk var. Birilerine ulaşarak, 'biz terörist değiliz, şuradan şuraya gidiyoruz' denmesi mümkündür. Ama bilemediğimiz bir şekilde, kurtulanların da belirttiği üzere, ikaz olmasına rağmen bir şekilde ulaşamama, amaçlarını ortaya koyamama durumu var."
Burada "ikaz"la kast edilenin top atışı olduğu görülüyor. Hâlbuki şüphelenilen grupları ikaz etmenin daha medeni yolları var. Üstelik Arınç'ın da konuşmasında dediği gibi "Canlıya karşı öncelikle teslim olması, mukavemet karşısında etkisiz hale getirilmesi" söz konusu olabilecekken, 35 köylüye "teslim ol" çağrısı yapan olmamış, direkt top ateşiyle "operasyon"a başlanmış... Sırf bu bile başlı başına bir ihmal değilse, nedir?
"İşaret fişeği, ardından top atışı"
Arınç, 35 köylünün bombalamasına sebep olarak, uyarılara gereken cevabı vermemelerini göstererek şu cümleleri kurdu:
"Tespitler üzerine öncelikle işaret fişekleri atılıp bölge aydınlatılmış, ardından da top atışları yapılmıştır. Grup hareketliliğine devam edince bombalama yapılmış ve sivil yurttaşlar vefat etmiştir."
Olaydan sağ kurtulan 19 yaşındaki Haci Encü'nün anlattıkları Arınç'ın sözlerini doğrular nitelikteydi:
"Akşam 19.00'da katırları yükleyerek yola çıktık. Saat 21.00 gibi sınıra yaklaştık. Bizim köyün yaylasına vardık, yayla tam sınırdadır. Orada önce aydınlatma fişeği ve akabinde de top-obüs atışı yapıldı. Biz yükümüzü sınırın diğer tarafında bıraktık. Hemen ardından uçaklar geldi ve bombardıman başladı. Biz iki gruptuk, öndeki grup ile arkadaki grup arasında 300-400 metre mesafe vardı. İlk top atışından hemen sonra uçak geldi, askerler bizim yaylayı tuttukları için bu tarafa geçebileceğimiz başka yol yoktu. Bu nedenle gruplar sıkışarak bir araya gelmek zorunda kaldı, sonunda iki büyük grup olduk."
Önce aydınlatma fişeği atılıyor ve grubun tam nerede olduğu tesbit ediliyor. Ve hemen ardından top atışı yapılıyor. Üzerinize topla atış yapılsa siz ne yapardınız? Soruyorum çünkü ne yaptığınız, siz öldükten sonra aleyhinizde delil olarak kullanılabilinir! Eğer "hareketliliğe devam ederseniz" yani hareketsiz durmak yerine paniğe kapılıp bir yerlere saklanmak için kaçarsanız bombalanmanıza bizzat sebep gösterilebilirsiniz...
***
Uludere'ye üçüncü seferdir köşemde yer vermemi anlamayanlar olacak. İlk yazımda neden özür dilediğimi anlamayanların olduğu gibi... Medyada genel olarak ülkenin doğusu ve batısı tam bir ruh birliği içindeymiş gibi haberler okuyorsunuz. Ancak Kürtlerin önemli bir kısmını Uludere'de yaşananlar kadar, hükümetin askere tam destek çıkması da hayal kırıklığına uğratmıştır. Bunu bilelim. Biz gözlerimizi kapadığımız vakit hakikat ortadan kaybolmuyor çünkü; "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" bir slogandan çok daha fazlasıdır çünkü...
Hükümet, Uludere hususunda aşırı savunmacı bir ruh hali içerisine girerek bırakın özür beklentisini, sorumluların cezalandırılacağına dair ümitleri de oldukça azaltmıştır. Hâlbuki Uludere'de yaşananların PKK'lıların sınırdan bir hafta boyunca silah taşıdığı Dağlıca baskınından da, ihmallerin sonradan gün yüzüne çıktığı Gediktepe baskınından da farkı ortadadır.
Sayın Arınç'ın dediği gibi ortada bir tuzak varsa bile –ki ben de olduğuna inananlardanım- mevcut tavrıyla hükümetin bu tuzağa düşmediğini, kurulan oyunu boşa çıkardığını iddia etmek oldukça güç görünüyor.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT