Hukuksuzluğa Meclis ve Hükümet Dur Demeli!
Yargı mekanizmasının işleyişindeki adaletsizlik ve keyfilik Türkiye’nin en temel sorunlarından biridir. Cumhuriyetin laik yargısı, özellikle de İslami hassasiyet sahibi kesimler açısından bugüne dek alabildiğine zulüm üreten bir mekanizma olarak işlemiştir.
İstiklal mahkemeleriyle başlayan ve sıkıyönetim, askeri mahkemeler, DGM’lerle devam eden pratik özünde İslami kimlik ve talepleri düşman addeden bir zihniyetin yansıması olmuştur. En açık örnekleriyle 28 Şubat süreci yargılamalarında karşılaştığımız bu zihniyetin yol açtığı hukuk cinayetleri toplumun vicdanında derin yaralar açmıştır.
Yeni Kadronun ‘Eski Kafa’ Açmazı
Sevindirici bir gelişmedir ki, son yıllarda “ceberut devlet” anlayışının yavaş yavaş da olsa tasfiyesine yönelik adımların yargı sahasında da yansımalarını müşahede edebiliyoruz. Bilhassa 2010’da yapılan kısmi anayasa referandumuyla üst yargı kurumlarının yapısında gerçekleşen değişikliklerin özgürlük alanının genişletilmesine katkısı inkâr edilemez. Düşünce özgürlüğünün daha geniş ele alınması, örgütlenme hakkına ilişkin eski dar kalıpların terk edilmesi açısından olumlu gelişmeler kaydedilmekte. Ne var ki, bu genişleme halinin önünde bazı duvarların mevcudiyeti de can sıkıcı bir gerçek olarak karşımızda durmakta.
Geçtiğimiz hafta Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinden bir karar çıktı. 2009 yılından beri Hizbut Tahrir davasından yargılanan sanıklardan 5 kişi “terör örgütü üyesi” olmaktan suçlu bulunup, 7 yıl 6’şar ay hapis cezalarına çarptırılırken, 6 kişi de “terör örgütü propagandası” yapmaktan mahkûm edildiler. İki hafta önce aynı suçlamaya muhatap olan başka sanıklar hakkında da İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince mahkûmiyet kararı verilmiş ve 19 kişi toplam 119 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
Bu davaların şöyle bir arka planı var. 2009 yılında İstanbul’da bir spor salonunda izin alınarak düzenlenmek istenen Hilafet Konferansı’nın hukuksuz bir tutumla iptal edilip ardından toplantının düzenleneceği günün sabahında çeşitli illerde polis operasyonları neticesinde 200 civarında insan gözaltına alınıyor. Ardından gözaltına alınan bu şahıslarla ilgili olarak farklı illerde davalar açılıyor. Ve ardından da bu ceza kararları geliyor. Gerekçe Hizbut Tahrir’in terör örgütü olması!
Hilafet Siyasetini Terörle Eşitleme Cinayeti
Peki, Hizbut Tahrir adına işlenmiş tek bir “terör eylemi” var mı? Yok! Terör örgütü üyeliğinden ağır hapis cezalarına çarptırılan bu insanların bugüne kadar herhangi bir şiddet eylemi ile ilişkileri tespit edilmiş mi? Hayır! Öyleyse bu insanlar nasıl olup da terör örgütü üyeliğiyle suçlanabiliyorlar? Bu nasıl bir hukuk garabetidir ki, bırakın şiddet eylemini, buna yönelik en küçük bir niyet kırıntısı dahi olmaksızın bu şekilde onlarca insanın hayatı karartılabiliyor?
Yargıtay 9. Dairenin 19 Nisan 2004 tarihinde verdiği bir karar bu davalara bakan mahkemelerce mesnet kabul ediliyor. Söz konusu kararında Yargıtay, Emniyet Genel Müdürlüğünün Hizbut Tahrir’in herhangi bir şiddet eyleminin bulunmadığına ilişkin raporunu da, TMK’da yapılan değişiklikleri de görmezden gelmiş. Bu raporlara rağmen Yargıtay Hizbut Tahrir üyeliğinden yargılanan sanıklar hakkında yerel mahkemenin verdiği beraat kararını bozmuştu.
24 Haziran 2005 tarihinde DGM’den bozma Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin meşhur Orhan Karadeniz başkanlığındaki heyetinin kararını da bu gariplikler dizisine eklemek gerekir. Bu kararda Hizbut Tahrir örgütünün, düzeni değiştirmeyi hedeflediği, bu değişikliğin de ancak şiddet yoluyla olabileceği, dolayısıyla Hizbut Tahrir’in terör örgütü sayılması gerektiğine hükmedilmişti.
Ortada açık bir hukuk cinayeti var. Yapılması gereken bellidir. Öncelikle Yargıtay, 2004 yılında verilen ve hiçbir hukuki mesnede dayanmayan kararı terk etmelidir. Yargıçların yasa metinlerini özgürlükçü bir tutumla değil de, dayatmacı bir yaklaşımla insan hakları ve özgürlükleri aleyhine yorumlama alışkanlıklarının bu topluma bugüne kadar ne büyük mağduriyetler yaşattığı bilinmektedir. Şimdi Yargıtay, tipik bir biçimde eski dönemin zihniyetini yansıtan bu kararı değiştirerek yargının üst yapısında sadece isimlerin değil, zihniyetin de değiştiğini kamuoyuna ispatlamalıdır.
Yıllardır süregelen bu hukuksuzluk dizisi karşısında Hükümet ve Meclis harekete geçmelidir. Açıkça hukukun katledilerek çok sayıda genç insanın bu şekilde ağır mağduriyetine yol açan bu uygulamaya son verecek yasal düzenlemeler Meclis’te bir an önce gerçekleştirmelidir.
Sormak lazım: TMK’nın mesnetsiz, keyfi ve zorlama bir biçimde yorumlanmasından kaynaklanan mağduriyetler vicdanınızı sızlatmıyor mu? Her defasında orasını burasını tamire kalkıştığınız bu bozuk arabayı toptan hurdaya çıkartmanın zamanı gelmedi mi?
YAZIYA YORUM KAT