Hukuk mu siyasete hâkim, yoksa siyaset mi hukuku dizayn ediyor?
Türkiye'de bugün yaşanan kriz, aslında hukuk'la siyaset arasında öteden beri var olan gerilimin hâd safhaya varmasından başka bir şey değildir.
Hukuk'la siyaset, evet, şimdilerde Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve Engin Alan dolayısıyla ortaya çıkan problem, bu ülkede siyasetin bir türlü hukuk'a uydurulamamış, ya da özellikle uydurulmak istenmemiş olmasından kaynaklanmıyor mudur?
Mesele, daima ters yönde işlemiş, siyaset hukuk'a göre düzenleneceğine, hukuk siyasete göre düzenlenmiştir. Nedenlerini uzun uzadıya araştırmaya gerek yok: 1982 Anayasası'na hâkim olan, Hukukun temelkoyucu ilkeleri değil, resmî ideolojinin temelkoyucu ilkeleridir. Demokrasi de, laiklik de sosyal hukuk devleti de, Kemalist görüşe göre dizayn edilmiştir. Öyledir, çünkü Türkiye Cumhuriyeti askerî ve sivil bürokrasinin vesayeti altındadır ve bu vesayetin entelektüel arkaplanını ya da fikrî temelini, Kemalizm oluşturmaktadır.
Bakınız, Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin 'Demokratik' bir devlet olduğu yazılıdır. Ama bu maddeye rağmen, Sayın Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında, nisaba ilişkin o güne kadar uygulanan teamüle uyulmamış, Kanadoğlu formülü ile, 367 milletvekili nisabı dayatılmıştır. Niçin? Çünkü Sayın Gül'ün eşinin başörtülü olması, Kemalist hassasiyete aykırı düşmektedir de ondan! HSYK, Şemdinli soruşturması dolayısıyla Van Savcısı Ferhat Sarıkaya'yı sadece görevden almakla kalmamış, onu serbest avukatlık yapma hakkından da mahrum etmiştir. Niçin? Çünkü Ferhat Sarıkaya'nın, Kara Kuvvetleri Komutanı'nı ifade vermeye çağırması vesayetçi rejimin Kemalist dokunulmazlığını zedelemiştir de ondan. TSK, yargı yoluyla meşru itiraz hakkına başvurulmasının önünü kapatarak, bazı subay ve astsubayları, 'irticai faaliyetlerde bulundukları' gerekçesi ile ordudan ihraç etmiştir. Niçin? Çünkü laikliğe aykırılık iddiasına, yasal itiraz hakkı tanımayı bile gereksiz bulan Kemalist bir muhafazakârlık sözkonusudur da ondan! Örnekleri çoğaltmaya gerek yok: Sivil ve askerî bürokrasinin vesayetinin tipik örnekleri! TSK, HSYK ve Kanadoğlu formülünü uygulayan Anayasa Mahkemesi, Devletin Yaptırımcı Aygıtları olarak, hukukun Kemalizm'e göre dizayn edilip hayata geçirilmesine, bu örneklerde görüldüğü gibi, imkân tanımışlardır.
Dolayısıyla, bugün milletvekili statüsünü kazanmış olan Mehmet Haberal'ın, Mustafa Balbay'ın, Engin Alan'ın tutukluluk durumlarının hâlâ devam ediyor olmasını, siyasetin hukuka göre düzenlenmiş olmasında değil, tam tersine, hukukun teorisi ve pratiği ile hâkim siyasî ideolojinin ilkelerine göre hayata geçirilmiş olmasında aramak gerekmiyor mudur? Talihin (yoksa 'tarihin' mi demeliydim?) şu garip cilvesine bakınız ki, ulusalcı, vesayetçi ve Kemalist Balbay, Alan ve Haberal, milletvekili seçildikleri halde bizzat vesayetçi rejimin resmî siyasî ideolojisinin hâkimiyeti altında inşa edilmiş olan bir Anayasa'nın 14. maddesi gereğince, tutuklu olmaya devam etmektedirler... İronik değil mi! Gerçekten öyle!
Daha önce de defalarca yazdım: Anayasa'nın 2. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin 'demokratik, laik bir sosyal hukuk devleti' olduğunu bildirir. Nedense, laiklik karşıtı faaliyetler ('laiklik karşıtlığının odağı olmak') devletin yaptırımcı aygıtları tarafından sıkıca takip edilirken, demokrasi karşıtı faaliyetlerin, Ergenekon ve Balyoz davaları açılmadan önce, takip edildiklerine dair en küçük bir işaret bile yoktur! Demokrasi karşıtı darbeler, bırakınız soruşturulmayı, devletin ideolojik aygıtları tarafından meşrulaştırılmıştır bile!
Yeni bir Anayasa işte tastamam bunun için zorunlu hale gelmiştir. Yeni Anayasanın asıl amacı, hiç kimsenin kuşkusu olmasın, siyasetin hukuka göre düzenlenmesi olmalıdır.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT