1. YAZARLAR

  2. Ali İhsan Karahasanoğlu

  3. Hukuk hataları ve karşı sorular!
Ali İhsan Karahasanoğlu

Ali İhsan Karahasanoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Hukuk hataları ve karşı sorular!

27 Haziran 2009 Cumartesi 05:34A+A-

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un dünkü konuşması ve akredite medya mensuplarının sorularına verdiği cevaplar, kendisinin hayli gergin olduğunu gösterdi..

Sayın Başbuğ, hukukçu olmadığı için, birçok konuda vahim hatalar yaptı.

Örneğin soruşturma konusu belge için ısrarla “kağıt parçası” dedi. Yani “hiçbir anlamı yok” demeye getirdi.

Oysa o belge; alım-satım işleri gibi özel hukuki konularda tarafları kesin olarak bağlayan bir “belge” olmasa da, en azından “delil başlangıcı”dır.

Evet, tarafları bağlaması için, imzanın orijinal olması gerekir.

Ama imzası orijinal değil diye, o kağıtta yazılanları tümüyle çöpe de atamazsınız. O kağıt, “yazılı delil başlangıcı”dır ve ek delillerle desteklenmesi halinde, aynen orijinal imzası bulunan belge gibi geçerlidir.

Ama bu anlattığım kurallar, özel hukuk ilişkilerinde (Örneğin alım-satım ihtilaflarında) geçerli kurallar..

Bir de cezai soruşturmalarda; nelerin delil olabileceği konusu var.. Aslında bizim tartışmamız da, “özel ilişkilerde neler ‘delil’ olabilir” konusu değil, “ceza soruşturmasında neler ‘delil’ olabilir” konusu!

Hemen onu da belirtelim: Ceza soruşturmalarında, “delil serbestliği ilkesi” vardır. Her şey delildir. İmzalı / imzasız. Tamamlanmış / tamamlanmamış. Paraf atılmış / atılmamış! Fotokopi veya asıl! Her kağıdın, her yazının, her kopyanın delil olma niteliği vardır.. Bir kıl. Bir parmak izi.. Bir tükrük.. Bir ayak izi.. Bunların hepsi, ceza soruşturmalarında delildir. (Yine hatırlatalım, kişiler arasındaki ihtilaflarda ise kıl, tükrük, fotokopi, tamamlanmamış yazı vs. hiçbirisi delil değildir. Ancak delil başlangıcıdır..)

Tabiî ki bu delillerin değerleri, çürütülme imkânları, derece derecedir.. Ama imzası yok diye veya imzası orijinal değil diye, yazılı bir kağıt, “belge” olmaktan çıkmaz.

Bunu Sayın Başbuğ, Adli Müşavirine sorup, hatta yetinmeyip, üniversitelerin Ceza Hukuku kürsülerine sorup, yanlışı tekrarlamaktan (en azından bundan sonrası için) kaçınmalıdır.

Olayı teorik tartışmalardan kurtarıp, somut örnekler vereyim..

Hani bazıları diyor ya, “Askerî Savcılık konuyu bitirmiştir” diye..

Hayır, Askerî Savcılık konuyu bitirmemiştir. Bitiremez de!..

Genelkurmay Başkanı da, bu konuda bazı gelişmeler olabileceğini tahmin ettiği için, “Karar kesin değil. Yeni delil çıkarsa, takipsizlik kararı yeniden incelenir” diyor zaten..

Örneğin; Serdar Öztürk’ün bürosunda ele geçirilen o fotokopi mahiyetindeki belgede, Dursun Çiçek’in parmak izi çıkarsa ne diyeceksiniz?

“Dursun Çiçek’in imzası yok. Dolayısı ile bu belgeden sorumlu tutulamaz!” mı diyeceksiniz. “İmzan olmasa da, senin parmak izinin, sahte olduğunu ileri sürdüğün o belgede ne işi var?” demeyecek misiniz?..

Şöyle bir örnek vereyim: Bir adamın üzerinde tabanca yakalandı.. Tabancanın üzerinde, adamın imzasını mı arıyorsunuz? Tabiî ki üzerinde yakalamanız, yeterli delildir. İnkâr ederse, tabanca üzerinde yapılacak parmak izi incelemesi, ek delildir.

Dolayısı ile ceza hukukunda, her şey delildir! Bunu; altını çizerek aklımızın bir köşesine not edelim ve artık bu tartışmayı bitirelim..

Gelelim Sayın Başbuğ’un, Ergenekon soruşturmasında, bilgilerin basına sızdırılmasından şikâyetçi olduğu bölüme. Şöyle diyor Sayın Başbuğ: “Ayın 6’sında İstanbul’daki mahkemenin oturumunda bu dosya açıldı. Birtakım evraklar var. Peki, 6’sında açıldı, 12’sinde bir gazeteye servis edildi, açık. Şimdi bunu sormaya, sorgulamaya hem hukuk, hem şekil yoluyla hakkımız yok mu? Acaba bir özel kasıt mı var burada? Bunu sormak, hem hukuk yoluyla, hem de diğer şekillerde bizim hakkımız.”

Bence de bunu sormak Sayın Başbuğ’un hakkı.

Ama bizim de aynı şekilde bir başka hakkımız var.

O da şu: Askerî Savcılık ayın 16’sında, tartışılan belge üzerinde, Genelkurmay yazışma usûllerine uygun olup olmadığı konusunda bilirkişi raporu alıyor. Ve bu rapor, hemen ertesi günü, Muharrem Sarıkaya’nın köşesinde, ‘beni şerefli bir Türk subayı aradı’ diye madde madde anlatılıyor! Sayın Başbuğ’a soruyorum: “Kimdir o şerefli Türk subayı; açıklar mısınız?”

Veya olaya şöyle yaklaşalım. Bazı gazetelere yansıdığı üzere, bazı gazetelerin genel yayın yönetmenleri, geçtiğimiz hafta Genelkurmay’da brifinge alındılar.. Ve sonrasında, Askerî Savcılık’taki bilirkişi raporunda anlatılan belgenin sahteliği ile ilgili bilgiler, gazete köşelerinde yayınlanmaya başlandı.. Başbuğ’un dünkü konuşmasında sorduğu gibi, biz de soralım: “Acaba burada özel kasıt mı var?”

Yine Başbuğ’un dünkü açıklamasından bir kesit aktarayım: “Soruşturma kapsamında birtakım raporlar hazırlandı. Birisi Jandarma Genel Komutanlığımızın hazırladığı kriminal rapor. 17’sinde hazırlandı, özel kuryeyle gönderildi. 19 ve 20’sinde bu kriminal raporun bazı parçaları, bazı basın organlarında yer aldı. Niye? Hem de işin acı tarafı, belgenin tümü de değil. Nedir bu? Kamuoyu oluşturmaktır. Bakın bugün ilk defa bir ifade kullandım, medya üzerinden asimetrik bir psikolojik harekât yapılıyor.”

Ben de yukarıdaki örneği hatırlataym. Askerî Savcıdaki raporun, bazı gazetelerde hemen ertesi günü yayınlanmasını örnekleyerek, Başbuğ’a kendi cümlesinin aynısını iade edeyim: “Medya üzerinden, asimetrik bir psikolojik harekât yapılıyor!”

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT