Hukuk değil ideoloji
Türkiye AB'ye aday ilan edildiği 1999'dan bu yana, bürokratik vesayet altında demokrasiden özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiye geçiş sancıları yaşıyor. Bu geçiş sürecinin sonunda iktidarın çoğunluğa ait, ama azınlıkta kalanların temel hak ve özgürlüklerinin güven altında olduğu düzeni yerleştirebileceğimize dair temkinli iyimserliği koruyorum.
Bir vesayet makamı olan Başsavcılığın 6 yıllık iktidarında ülkeyi AB'ye yakınlaştıran reformlara imza atan partinin kapatılması için yaptığı başvuru, geçiş sürecinin yol açtığı sancılardan biri. Başsavcılığın iddianamesi gerçekten okunmaya değer. AKP'nin "laikliğe aykırı faaliyetin odağı" haline geldiğine delil olarak gösterilen "beyan ve eylemler" AKP sözcülerinin üniversitelerde başörtüsü yasağına, imam hatip okulları (bu arada bütün meslek okulları) mezunlarına üniversiteye girişte uygulanan ayrımcılığa ve Kur'an kurslarına getirilen aşırı kısıtlamalara yönelttikleri eleştirilerden ibaret. Söz konusu bütün "beyan ve eylemler" demokrasinin vazgeçilmez şartı olan ifade özgürlüğü kapsamına girer, kesinlikle suç teşkil etmez, zaten hiçbiri de mahkeme kararıyla hüküm giymiş değildir. Anayasa Mahkemesi'nin böyle bir iddianameyi kabul edebileceğine inanmak istemiyorum.
İddianame'nin temel mantığı şöyle özetlenebilir: "Türkiye bir İslam ülkesidir, dolayısıyla Hıristiyan ülkelerinde geçerli olan laiklik ya da din özgürlüğü Türkiye'de geçerli olamaz. Türkiye'de çoğunluk Müslüman olduğu için laiklik, dinî inançların vicdanlarla sınırlı tutulması gerekir. Müslümanlar arasında dindar olmak İslamcı olmak anlamına gelir. İslamcı demek radikal İslamcı olmak, yani Şeriat hukukunun hakim olduğu din devleti kurmak için çalışmak demektir. Dinî özgürlüklere getirilen kısıtlamaları eleştiren siyasetçinin niyeti ancak din devleti kurmak olabilir. Dolayısıyla siyasetten dışlanmalıdır." Bu mantık kökten yanlıştır. Teoride hiçbir din laiklikle bağdaşmaz, ama pratikte hepsi bağdaşır. Hangi dine sahip olursa olsunlar, bütün ülkeler insan haklarına dayalı demokratik düzeni benimseyebilir. Bütün araştırmaların gösterdiği üzere Türkiye toplumu ezici çoğunluğuyla hem dindar, hem de demokrasiye ve laikliğe bağlı bir toplumdur.
İddianamaye, çağdaş demokrasinin temelini oluşturan insan hakları hukuku değil, siyasi ideoloji egemen. Bu ideoloji, Cumhuriyet'in tek-parti döneminde geliştirilmiş, yurttaşların siyasal, dinsel, etnik kimliklerini serbestçe ifade etmelerini yasaklayan laiklik ve kimlik politikalarını dogma haline getiren (Kemalizm ya da "Atatürkçü Düşünce Sistemi" olarak da anılan) otoriter ideolojidir. Cumhuriyet'in kuruluş yıllarının dünyasına ve şartlarına ait olan laiklik ve kimlik politikalarını, 21. yüzyıl Türkiyesi'ne uygulamakta ısrar toplumun birliğine ve ülkenin bütünlüğüne kastetmektir.
İktidardaki partinin kapatılması talebi, iç ve dış politikada çok kritik kararların alınmasını gerektiren bir ortamda Türkiye'nin istikrarına, yönetimine ve uluslararası itibarına indirilmiş ağır bir darbe. Bu darbeyi defetmek sorumluluğu da milletin yarısının oyuna, üçte ikisinin güvenine sahip olan AKP hükümetinin omuzlarında. Her kriz bir fırsattır. Bu iddianame, AKP'nin bir süredir içine girdiği vesayet düzeniyle uzlaşma eğilimine son verebilir; amacının tam tersi sonuç doğurabilir.
Demokrasiye karşı saldırı, ancak demokrasiyi genişleterek ve derinleştirerek etkisizleştirilebilir. AKP hükümeti, reformculuğunu yeniden harekete geçirmeli; 2005'ten beri savsaklanan reformlar derhal gündeme girmeli. Siyasi partiler rejimi derhal AB normlarına uydurulmalı, örgütlenme özgürlüğüne şiddet ve ırkçılık dışında engel kalmamalı. Başta TCK 301, ifade özgürlüğünü kısıtlayan bütün kanun maddeleri yürürlükten kaldırılmalı. Türkiye'de, 12 Eylül'ün Milli Güvenlik Devleti anayasası yerine, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyi yerleştiren yeni bir anayasa en kısa zamanda kabul edilmeli.
Laiklik de, ülke bütünlüğü de ancak özgürlükçü ve çoğulcu bir demokrasiyle güven altına alınabilir. Yasak ve baskıyla asla...
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT