Hubbu Ali’den değilse de buğzu Muaviye’den...
Aydın Ünal, Erdoğan karşısında oluşan bloğun oluşturduğu tehlikenin göz ardı edilerek hiçbir adımın atılmaması gerektiğine dikkat çekiyor.
Aydın Ünal / Yeni Şafak
Hubbu Ali’den değilse de buğzu Muaviye’den
Hatasız kul olmaz. Recep Tayyip Erdoğan da bir kul, bir insan; onun da kuşkusuz hataları, kusurları var.
5 kişilik bir aileyi, 10 kişinin çalıştığı bir işyerini idare etmek bile zor iken, Erdoğan 85 milyonu idare ediyor. Dahası, Kıbrıs, Azerbaycan, Suriye, Filistin ve daha nice coğrafyanın insanı kaderini onun kaderiyle ortaklaştırıyor. Aynı anda herkesi mutlu, memnun etmesi imkânsız. Arzuları pek tabii sınırsız olan bu kadar bireyin beklentilerinin tümü karşılanamaz.
Siyaset de tam olarak bu değil mi zaten? Azami insanı mutlu edebilmek, diğerlerini de mümkün olduğunca mutsuz etmemek.
Erdoğan 21 yıldır kesintisiz ülkeyi idare ediyor. Hem de ne ülke! Bir ateş çemberinin tam merkezinde. Keskin toplumsal fay hatları var. Kahramanları kadar hainleriyle de meşhur. Güç odaklarının av sahası. Terör örgütlerinin hedefi. Tarih içinde katmerlenmiş yoksulluk, ihmal, bakımsızlık, ilgisizlik, savaşlar, çatışmalar, kayıplar, bencillik, hırs… 21 yıldır hepsiyle ve daha fazlasıyla baş etmeye çalışıyor Erdoğan. Yüzyıllardır birikerek gelmiş nice sorunu çözmenin mücadelesini veriyor.
Erdoğan çok ağır bir yük taşıyor. Kendi hayatından, ailesinden, sağlığından, can güvenliğinden fedakârlıkta bulunarak bu yükün altına giriyor. Herkes taşıyamaz o yükü. Taşısa bile, bu kadar uzun süre taşıyamaz, bu kadar dikkatle, rikkatle taşıyamaz.
Kendinizi şöyle bir anlığına Erdoğan’ın yerine koyun. Ama makam aracındaki, makam koltuğundaki, meydanlardaki ya da zafer akşamı parti balkonundaki Erdoğan’ın değil; terör örgütlerinin, istihbarat örgütlerinin, çıkarları, rantları zedelenen şer odaklarının, batıl ideolojileri ile gözleri kararmış fanatiklerin, fasıkların, münafıkların, hainlerin hedefi olan Erdoğan’ın, çocukları neredeyse babasız büyümüş Erdoğan’ın, varlığını inancına, ülkesine, milletine adamış bir Erdoğan’ın yerine koyun kendinizi. Ne kadar taşıyabilirsiniz bu yükü? Ne kadar tahammül edebilirsiniz bu sorumluluğa, riske, tehlikeye, fedakârlığa?
Erdoğan’ın, bir insan ve bir kul olarak hatalarını görenler, kimi zaman işte bu büyük resmi ıskalayıp
detaylara takılıyorlar. Kırılıyor,
küsüyor, darılıyor, gönül koyuyorlar.
Bazen, evet, haklılar. “Öyle yapmasaydı da şöyle yapsaydı” diyorlar. “Buna gerek yoktu” diyorlar. “Ama bu yanlış” diyorlar. “Böyle olmasaydı keşke” diyorlar.
Bazen de işin arka planını bilmiyor ya da kişisel beklentileri karşılanmadığı için tavır koyuyorlar. Kendisine bir imkân tanındığında “Hak ettim” deyip, imkân elinden alındığında “Zulme uğradım” diyorlar. Bir türlü doymayıp, “Bu da yetmez, ben daha fazlasına layığım” diyorlar. “Hepsi benim” diyorlar.
Bu küskün, dargın, kırgın kitle içinde, ihtirası memleket sevdasının önüne geçen benciller gittiler ve daha önce de yazdığım gibi rakı masasına meze oldular.
Burada kalıp, sandığa gitmeye, oy vermeye tereddüt edenler de var. İşte onların, 14 Mayıs günü, küçük meseleleri bir kenara koyup, büyük meseleyi vicdan terazilerinde tartacaklarına eminim. Sizi kırdılar, küstürdüler, uzaklaştırdılar, canınızı sıktılar. Eyvallah. Haklısınız. Çok haklısınız. Ama vereceğiniz ceza ile cürüm arasında hakkaniyetli bir oran olduğuna emin misiniz? Vicdan terazinize vurduğunuzda, ceza ile cürmün dengede kaldığını düşünüyor musunuz?
Daha da fazlasını söyleyeyim:
Eskiler, “kerhen destekleme”, ya da “hasmının hasmını destekleme” manasında “Hubbu Ali’den değil, buğzu Muaviye’den” ifadesini kullanırlardı. Yani, Ali’ye muhabbetimizden değil, Muaviye’ye öfkemizden…
Diyelim ki yüreğiniz soğumuyor. Diyelim ki, küskünlüğünüz, dargınlığınız, gönül kırıklığınız geçmiyor, her şeye rağmen eliniz Erdoğan’a oy vermeye gitmiyor. Peki, hasımları da mı sizi sandığa götürüp Erdoğan’a oy
vermenize yetmiyor?
14 Mayıs akşamı, es kaza, Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olsa, HDP iktidar ortağı olsa, Yasin Börü’nün katillerinin azmettiricisi Selahattin Demirtaş dışarı çıksa, PKK ve FETÖ sevinçten havalara uçsa, kendinizi gerçekten iyi hisseder miydiniz? Yoksa o tablonun biraz da, küçük kırgınlıklarla sandığa gitmemenin neticesi, kendi eseriniz olduğu gerçeğiyle vicdan azabı mı çekerdiniz?
Diyelim ki Erdoğan’a muhabbetiniz kalmadı; karşısında oluşan bloka buğzunuz da mı kalmadı?
HABERE YORUM KAT