Holokost Sömürüsü ve Siyonist Kini
Uluslararası Siyonizm yıllardan beri holokost sömürüsü yapıyor. Medyanın etkileyici gücünden yararlanarak bu konuda uydurduğu efsanelere insanları inandırdı.
Sonra bu efsaneleri kendine dayanak edinen kuşatıcı bir strateji geliştirdi. Ardından bu stratejiyle çok yönlü bir sömürü başlattı ve hâlen de sürdürüyor. Dolayısıyla hiç kimsenin bu sömürü aracını elinden almasına müsaade etmek istemiyor. Böyle bir şeye kalkışanın hemen üzerine çullanarak onu linç etmek istiyor.
Dediğimiz gibi holokost efsanelerine dayandırılan strateji çok yönlü bir sömürü stratejisidir. Bunun en önemli boyutunu psikolojik sömürü oluşturmaktadır. Filistin toprakları üzerinde haksız ve gayri meşru işgal yoluyla kurdurulan Siyonist işgal devletinin zulümden kaçanların zorunlu işbirliği olarak lanse edilmesi için söz konusu psikolojik sömürüden büyük ölçüde yararlanıldı.
Sömürünün bir diğer boyutunu ekonomik kazanımlar oluşturuyor. Malum olduğu üzere uluslararası Siyonizm, Hitler’in veya askerlerinin ayak bastığı herhangi bir toprak parçasında kurulan devletlerin tümünü haraca bağladı. Filistin toprakları üzerine kurulan gayri meşru işgal devleti de yıllarca bu haraçlarla beslendi, hâlen de tamamen kesilmiş değil.
Sömürünün önemli bir boyutunu da siyasi baskılar oluşturuyor. Holokost efsanelerine dayandırılan stratejinin kıskaca aldığı ülkelerde, Filistin topraklarındaki Siyonist hâkimiyetten “işgal” olarak söz etmek bile “teröre destek verme” suçlamasına maruz kalmaya sebep olabilir. Almanya’da Siyonizme hizmet eden lobiler ve kurumlar devlet kurumlarından çok daha sıkı bir şekilde koruma altında tutulmaktadır.
Holokost efsanelerinin korunmasının Siyonist işgalciye kazandırdığı en ballı kaymak ise kendisinin iğrenç saldırılarının ve vahşetinin üstünün örtülmesidir. Batıdaki siyasi çevreler veya medya organları ne zaman işgalci vahşetin iğrenç katliamlarını gündeme getirmeye kalkışsalar işgalci Siyonist hemen önlerine holokost efsanelerini koyar; “Yahudileri fırınlarda kızartma yaptığınızı unuttunuz mu?” uyarısında bulunur.
Oysa işin gerçeğini araştırdığınızda asıl meselenin Avrupa’daki Yahudilerin, o zaman İngiliz işgali altında olan Filistin topraklarına göç etmelerini sağlama amacına yönelik bir tehcirden ibaret olduğunu görürsünüz. Çünkü İngilizlerin o toprakları işgal etmelerinin asıl amacı üzerinde bir Yahudi devleti kurdurmaktı ve bunun için nüfusa ihtiyaç vardı. İngilizlerin bütün teşviklerine rağmen yeterli göç olmamıştı. Ama Hitler’in tehciriyle Avrupa’daki Yahudiler akın akın Filistin’e göç ettiler ve “İsrail” adında bir devletin kurulması için yeterli potansiyel oluştu.
Hal böyle olsa da Siyonist hiç bu gerçeğin konuşulmasına, holokost kaymağının elinden alınmasına izin verir mi?
Bakın ne diyordu, İsrail’in Kanal 10 Tv.’sinde yayınlanan programında Siyonistlerin ünlü yapımcısı Lior Shlein: “Gün geçmiyor ki bir rahip, papaz veya kardinal çıkıp da Yahudi holokostunu inkâr yarışına katılmasın! Siz bir vurursanız, biz iki vururuz!”
Ve başlıyordu vurmaya. Hz. Meryem’in oğlunu bakire olarak doğurduğunun doğru olmadığını söylüyor ve bu konuda Kilisenin söylediklerine kesinlikle inanılmamasını tavsiye ediyordu. Onun bir okul arkadaşıyla ilişkiye girerek oğluna hâmile kaldığını, ailesinin onları evlendirmek istediğini ama gerçekleşmediğini, sonra, oğlunu babasız olarak bakire bir şekilde doğurduğunu söylediklerini iddia ediyordu.
Tabii bunları söylemekle yetinmiyordu. Çünkü o iki vuracaktı.
Sonra da başlıyordu Hz. İsa (a.s.) ile alay etmeye, onu aşağılamaya ve hafife almaya. Onun çok şişman olduğu için Pazar günleri rejim yaptığını, Pazar tatilinin de buradan geldiğini iddia ediyordu. Ve daha neler neler!...
Bu sözler Lior Shlein’in kendi kişisel görüşü müydü yoksa Siyonist kininin dışa yansıması mıydı? Elbette ki ikincisi! Planlı ve maksatlı bir şekilde hazırlanan televizyon programında dile getirilmesi boşuna değildi. Asıl mesele ise Siyonistin holokost kaymağına dokunulmasından kaynaklanıyordu.
Saldırganlıkta, vahşette sınır tanımayan Siyonist, edepsizlik ve arsızlıkta da sınır tanımıyordu.
Vatikan’ın göstermelik kınamasına karşı İsrail işgal devleti güya özür diledi. Ama özür dilemekle iş bitiyor mu?
Meryem Anaya ve onun oğlu İsa’ya sahip çıkman bu kadarcık mı olacaktı ey Vatikan? Yoksa “ulusal çıkar” hesapları ayağına bağ mı oluyor? Oysa Katolik dünyasının dini kurumlarını yönetmek için kurulmuş Vatikan devletinin “ulusal çıkar” hesapları olmaması gerekir. Vatikan’ın yaptığı bizi çok da ilgilendirmiyor. Hz. Meryem’in iffetine, İsa (a.s.) Peygamberin şerefine bizim Müslümanlar olarak daha önce sahip çıkmamız, Siyonistin bu derece arsızlaşmasına sessiz kalmamamız gerekmiyor mu?
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT