Hocalı katliamı
Hayata milliyetçiliğin prizmasından bakanlar, genellikle başkalarının da ille milliyetçi kaygılarla davrandığını varsayarlar.
Milliyetçiliğin bir tercih olduğunu kabullenmekte zorlanırlar, çünkü herkesin etnik kimliğinin kendiliğinden ve kaçınılmaz olarak kişiyi söz konusu etnik kimliğin sözcüsü kıldığını düşünürler. Bu sözcülüğün doğal hali ise herkesin kendi kimliğini savunması, yüceltmesi ve hayata bu kimliğin menfaatleri üzerinden bakmasıdır. Dahası milliyetçi zihin insanları fikirlerle özdeşleştirirken, sadece 'milli' davaların seslendirilmesini değil, karşı tarafın 'milli davalarının' da reddedilmesini bekler.
Nitekim her yıl Şubat'ın 26'sı geldiğinde ve hele ortalıkta bir 'Ermeni tartışması' varsa, okuyuculardan niçin Hocalı katliamını konu alan yazı yazmadığımı irdeleyen mesajlar alırım ve bunların hemen hepsi zaten benden böyle bir şeyin de beklenemeyeceğini, çünkü 'doğal olarak' Ermeni milliyetçisi olmam gerektiğini söylemeyi ihmal etmezler.
Bundan tam 20 yıl önce Azerbaycan'ın Hocalı kentinde gerçekleşen bu katliamda Azeri kayıtlarına göre 106'sı kadın ve 83'ü çocuk olmak üzere 613 kişi öldürülmüştü. Karabağ savaşı esnasında Hocalı kenti Ermeni askeri birliklerinin eline düşerken birçok sivil ve onların arasına karışan Azeri askeri kaçmaya çalışmış, ancak Azerbaycan sınırına yaklaştıklarında Ermeni birliklerin ateşi altında can vermişlerdi. Ermeni tarafı sivillerin arasına karışan Azeri askerleri gerekçe göstererek ve bunların bir bölümünün kaçarken ateş etmelerine dayanarak, katliamı sıradan bir savaş durumuna indirgemeye çalıştı. Uluslararası gözlemciler de bu durumu doğrulamaktaydı. Hatta Azeri gazeteci Eynulla Fatullayev'in Hocalı'dan kurtulan bazı kişilerle yaptığı görüşmelerde, ölümlerin geçiş koridoruna yerleşmiş olan Ermenilerin ateşiyle olmadığı, öte yandan Azeri birliklerine ait bazı askerlerin sivilleri Ermenilerin elindeki Nahçevanik kentine yönlendirdikleri gibi kuşku yaratan tanıklıklar ortaya çıkmıştı. Ama uluslararası gözlemciler bütün bu çeşitliliği kayda geçirmelerine karşın, işin temelinde bizzat Karabağlı Ermeni askerlerince gerçekleştirilmiş bir katliamın yaşanmış olduğunu teyit ettiler.
Bu olayın hukuksal tanımı üzerinde çok geniş bir tartışma yaşanmadı. Ancak öldürülenlerin hepsinin Azeri olduğu, bu kimliği taşıdıkları için böyle bir sonla karşılaştıkları, ateş edenlerin ise bunu bilerek ve bir karar doğrultusunda yaptıkları bellidir. Diğer bir deyişle Birleşmiş Milletler soykırım sözleşmesi açısından bakıldığında karşımızda bir soykırım daha var. Öte yandan milliyetçi beklentiye karşın Ermeni makamları bu olayın vahametini ve işledikleri suçu reddetme yönüne gidemediler. Hocalı'nın bir 'intikam eylemi' olduğunu ve ancak daha önce yaşanmış olayların ışığında anlaşılabileceğini öne sürdüler. Nitekim katliam tarihinin de tesadüfi olmadığı ve bir başka katliamın yıldönümüne geldiğinin altı çizildi. Anlaşılan o ki Hocalı, 1988 yılının 27 Şubat'ında gerçekleşen Sumgait pogromunun karşılığı olarak algılandığı için bu noktaya gelinmişti. Halen Ermenistan devlet başkanı olan Sarkisian'ın (özrü kabahatinden büyük) demecine göre Azerilerin Ermenilerin sivil halka dokunamayacak kadar 'zayıf' olduğunu vurgulayan şakalar yapmaları ve Sumgait'ten kaçarak kurtulmuş olan Ermeni askerlerin Hocalı'daki varlığı katliamın nedenleri arasındaydı. Sumgait'te ise bu coğrafyada hiç de yabancısı olmadığımız bir katliam yaşanmıştı: O gün Azeriler küçük gruplar halinde teşkilatlanıp silahlanmışlar, Ermenilerin ev ve işyerlerine hücum etmişler, kayıtsız kalan polisin gözleri önünde buraları yağmalamışlar ve nihayette gayrı resmi makamlara göre birkaç yüz kişiyi öldürmüşlerdi.Ancak Hocalı'nın arka planı bundan ibaret değildi. Sumgait dışında ufak yerlerde yaşanan cinayetler bir yana asıl büyük olay Bakü'de gerçekleşti. 1990 yılının 9 Ocak günü Ermenistan Devleti Karabağ'ın bütçesini genel bütçenin içinde telakki ettiğini ve bundan böyle Karabağlıların Ermenistan seçimlerinde oy kullanabileceğini ilan etti. Bunun üzerine 12 Ocak'ta Azerbaycan'da bir 'ulusal savunma komitesi' kuruldu ve Ermenilerle savaşmayı teşvik etmek üzere işyerlerinde örgütlenme çağrısı yapıldı. Ayın 13'ünde kentin her yerinde büyük kitlelerin harekete geçirildiği pogromlar başladı ve ayın 20'sinde Sovyet ordusunun kente girmesine rağmen günlerce sürdü. Sonuçta 90 kişi öldürüldü.
Meraklıları Sumgait ve Bakü katliamlarının da hukuki anlamını merak edebilirler. Yapılacak şey basit: Ölenler merkezi bir kararla hareket eden ve kasıtlı davranan grupların eylemleri sonucunda, sırf belirli bir kimliği taşıdıkları için öldürülmüşlerse buna 'soykırım' deniyor. Her olayın kendine has bir arka planı, psikolojik zemini, kendince gerekçeleri var... Tabii ki gözünüzü karartacak kadar önyargılı bir milliyetçi değilseniz...
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT