Hıttîn’in ruhu ve Filistin'de Ramazan heyecanı
Taha Kılınç, Kudüs seyahatinde şahit olduklarını aktarıyor.
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Hıttîn’in ruhu
Pazar günü sabah namazını Mescid-i Aksâ’da eda ettikten sonra, Kudüs’ün mazisindeki nice hadisenin sessiz şahidi Aslanlı Kapı’dan çıkarak yola koyulduk. İstikametimiz, tarihî Filistin’in kuzey kesimleri ve Taberiye havzasıydı. 1948’de ahalisi tehcir edilen eski Filistin köyü Lifte’yi, yakın tarihin en büyük kahramanlarından Abdulkâdir el-Hüseynî’nin 8 Nisan 1948 gecesi şehit düştüğü Kastel’i, ismi İnguşlardan gelen Kafkas kasabası Ebû Ğûş’u, 639’da 25 binden fazla insanın hayatına mal olan ünlü veba salgınının başlangıç yeri Amvâs’ı, 1948’de Araplarla Yahudiler arasında çok şiddetli çatışmaların yaşandığı Latrûn’u ve ismini İsrail’in ilk başbakanı David Ben-Gurion’dan alan uluslararası havaalanını geride bırakarak, Akdeniz kıyısına ulaştık. Tel Aviv’den kuzeye dönerek sırasıyla: 1883’te Yahudi yerleşimi olarak kurulduktan sonra günümüzde 250 bin nüfuslu bir şehre dönüşen Petah Tikva’yı, temellerini 1929’da Amerikalı Yahudi milyoner Nathan Straus’un attığı Netanya’yı, metruk bir Boşnak camisine ev sahipliği yapan Roma kasabası Kayserya’yı ve ünlü Rothschild ailesinin 1882’de kurduğu Zikron Yaakov’u geçerek Hayfâ’ya ulaştık.
Akdeniz’in en güzel şehirlerinden biri olan Hayfâ’ya geçen Ramazan bayramında da uğramıştım. Bu yüzden, bir Müslüman esnafın dükkânında verdiğimiz kahvaltı molası ve üst mahallelerde kısa bir gezintinin ardından doğuya yöneldik. Filistin kasabaları Şefâ Amr, Bi’r el-Meksûr ve Tur’ân hattını izleyerek, yarım saatlik bir yolculukla Taberiye’ye vardık.
Yahudilerin Kineret, Araplarınsa Taberiye adını verdiği bir tatlı su gölünün kıyısında kurulu bu şirin şehir, Osmanlı asırları boyunca hem bereketin hem de siyasî gerilimlerin odağındaydı. 1600’lerin başından itibaren yerel Zeydânî aşiretinin kontrolü altına giren Taberiye, tarihî siluetini de Zeydânîlere borçlu. 1702 tarihli Câmiu’l-Bahr (Deniz Camii), sahildeki en eski eserlerden biri, ancak maalesef harabe halde. Hemen üst taraftaki Câmi-i Kebîr, 1743’te Zâhir el-Ömer (1689-1775) tarafından yaptırıldı. Henüz 14 yaşındayken, Taberiye’nin de içinde yer aldığı Akkâ ve çevresinin yönetimini üstlenen Zâhir el-Ömer ez-Zeydânî, uzun iktidarı sırasında Osmanlı merkezî ve bölgesel yönetimleriyle çatışmaktan çekinmedi. Azmzâde Süleyman Paşa, Cezzâr Ahmed Paşa, Cezayirli Gazi Hasan Paşa gibi namlı komutanlarla savaşan Zâhir el-Ömer, 21 Ağustos 1775 günü yine Osmanlı birliklerine direnirken Akkâ’da öldürüldüğünde 90’ına merdiven dayamıştı. Tarihteki nöbet değişimleri ilginçtir: Zâhir el-Ömer’in bertaraf edilmesinden sonra Akkâ’ya yerleşen Cezzâr Ahmed Paşa, 1799’da Napolyon’a karşı -tarihe geçen- meşhur direnişi örgütlerken, selefinin sapasağlam hale getirdiği şehir surlarının avantajını kullanmıştı.
Taberiye’den sonraki durağımız, her adımda tüylerimizi diken diken eden Hıttîn oldu. Evet, “Şark’ın En Sevgili Sultanı” Salahaddîn Eyyûbî komutasındaki İslâm ordusunun 4 Temmuz 1187’de Haçlı sürülerini yok ederek, Kudüs’ü yeniden Müslümanlara kazandırdığı o muhteşem zaferin yaşandığı yer… Ziyareti yaptığımız tarih -5 Mart- Salahaddîn’in vefat yıldönümünden bir gün sonra olunca, Hıttîn’deki hatıralar daha da yoğunlaştı. Salahaddîn’in kamp kurduğu nokta, düşmanın kavurucu yaz sıcağında Taberiye’deki içme suyuna ulaşmasının engellendiği boğazlar, Haçlıların birkaç saat içinde imha edildiği düzlük… Atmosfer, kelimelerle tarif edilemeyecek kadar olağanüstüydü. Salahaddîn’e rahmetler okuyarak, adeta istemeye istemeye dönüş yoluna girdik. Kulaklarımızda kılıç şakırtılarıyla ve Hıttîn’in ruhunu iliklerimizde hissederek…
Filistin’in tarihî şehirlerinden Nâsıra’ya uğrayıp, Batı Şeria’yı İsrail’den ayıran “Utanç Duvarı” istikametinde güneye indik ve yeniden Kudüs’e ulaştık.
*
Bu defaki ziyaretimde, Kudüs’ü çok huzurlu ve canlı buldum. Mübarek Ramazan ayı yaklaşırken, şehrin her yeri ışıklarla süslenmeye başlamıştı, caddeler ve çarşılar cıvıl cıvıldı. Mescid-i Aksâ’daki cuma hutbesinde de ifade edildiği üzere, Filistinlilerin en büyük endişesi ise, İsrail’in yine sudan sebepler uydurup “geleneksel” Ramazan saldırılarına girişmesi ve rahmet ayını Müslümanlara zehir etmesiydi.
Fakat bir şey daha vardı: İsrail cephesi, şimdiye kadarki hiçbir iç çatışmaya benzemeyen bir gerilimle kaynıyordu. Tel Aviv sokaklarında Yahudi göstericiler İsrail polisiyle çatışıyor, ülkedeki ayrışma noktaları artık dipsiz birer uçurumu andırıyordu. Filistinliler, Ramazan’a dair endişe yaşarken, gözleri ve kulakları da İsrail’deki sarsıntılardaydı.
Cumartesi günü, tam bu noktadan devam edelim.
HABERE YORUM KAT