Hindistan'da Müslümanlara yönelik nefret söylemi
Hindistan'da iktidardaki Halk Partisi (BJP) yetkililerinin Hazreti Muhammed'e yönelik hakaret içerikli ifadeleri ve sonrasında yaşanan olaylar, ülkede Müslümanların durumunu yeniden gündeme getirdi.
Hindistan'da yaklaşık 1 milyar 400 milyonluk nüfusun 200 milyondan fazlasını oluşturan Müslümanlara karşı nefret söylemi her geçen gün artıyor.
Son olarak, Hindistan Halk Partisi (BJP) Sözcüsü Nupur Sharma’nın 3 Haziran'da katıldığı televizyon programında, İslam dinine ve Hazreti Muhammed'e yönelik hakaret içeren ifadeler kullanması, ülkede tansiyonu yükseltti. İktidardaki partinin olaya karşı etkin tepki vermekten geri durması ve başlayan protestolara sert tepki göstermesi, durumu daha da karmaşıklaştırdı.
Ülkenin dört bir tarafında Hazreti Muhammed'e yönelik sözleri protesto etmek için insanlar sokaklara döküldü. Bazı eyaletlerde polis, protestoculara karşı şiddete başvurdu.
Daha da önemlisi ise, örneğin Uttar Pradesh eyaletinde protestolara öncülük eden Müslüman aktivistler gözaltına alındı, yasa dışı olduğu iddiasıyla aktivistlerin evleri yıkıldı.
Bugüne kadar protestolarda 2 kişi ölürken, onlarcası da gözaltına alındı. Her ne kadar Hazreti Muhammed'e hakaret eden kişi özür dilese de Hint yönetiminin tutumunun olayların büyümesinde önemli bir etken olduğu dile getiriliyor.
Başbakan Narendra Modi de hem Hindistan’da hem de diğer ülkelerde artan tepkilerin hedefinde bulunuyor.
Hindistan'da 2014'te iktidara gelen Modi, özellikle son yıllarda Müslüman azınlığa karşı "bu tür saldırılara sessiz kalmakla" eleştiriliyor.
Peki, Hindistan bugünlere nasıl geldi?
Hindistan'ın 1947'de ikiye bölünmesi sonrasında ülkedeki Müslümanların büyük bir kısmı Pakistan'a göç etmek yerine Hindistan'da yaşamaya devam etti.
Hindu milliyetçiliğinin yükseldiği 80'li yıllarda, Müslümanlar ile Hindular arasında kimlik temelli çatışmaların sayısı ve olaylarda yaşanan şiddetin boyutu arttı.
Aralık 1992'de Babri Camisi ve 2002'deki Gucerat olaylarında çoğunluğu Müslüman binlerce kişi hayatını kaybetti.
İdeolojisini Hindu milliyetçiliği üzerine oturtan Hindistan Halk Partisi (BJP), 90'lı yıllardan itibaren gücünü pekiştirdi ve 98 seçimlerinde INC'den daha fazla sandalye elde etti.
BJP, 2014'teki seçimlerde Narendra Modi liderliğinde tek başına iktidara geldi ve 2019’daki genel seçimlerde vekil sayısını daha da artırdı. 2019’dan bu yana, BJP hükümetinin attığı adımlar, Müslümanlar arasında geleceklerine yönelik endişelere yol açtı.
Vatandaşlık Yasası değişikliği
Hindistan Vatandaşlık Yasası'nda değişiklik öngören tasarı, federal parlamentonun alt kanadı Lok Sabha'dan, üst meclis Rajya Sabha'dan geçti ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yasalaştı.
Yasaya göre Hindistan'da, ülkeye vize ve pasaport gibi geçerli bir seyahat belgesi olmadan yasa dışı yollardan giren ya da yasal olarak girip ülkede kalmasına izin verilen sürenin üstünde kalan kişiler yasa dışı göçmen olarak tanımlanıyor. Vatandaşlık elde etmesine izin verilmeyen yasa dışı göçmenler, hapis cezasına çarptırılabiliyor veya sınır dışı edilebiliyor.
Vatandaşlık Yasası'nda yapılan değişiklikle Hindistan'a, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan'dan gelen 6 farklı dini grubun vatandaşlık elde edebilmesinin önü açıldı. Ancak Müslüman göçmenler, bu değişikliğin dışında tutuldu.
Hint hükümeti, Hindu, Sih, Jain, Budist, Parsi ve Hristiyanların devlet dinine sahip Pakistan, Bangladeş ve Afganistan'da dini azınlık olduğunu, bu sebeple adı geçen üç ülkede dini baskıdan kaçan azınlık gruplara vatandaşlık verildiğini savundu.
Endişe veren adımlar..
Hint hükümeti, 2019’da daha güçlü bir şekilde iktidara geldikten sonra, ülkedeki Müslümanların var olma endişesi taşımalarına sebep olan bir dizi adım attı.
Assam eyaletinde yaşayan 33 milyon kişiden çoğunluğu Müslüman 1,9 milyon kişi, Ulusal Vatandaşlık Sicili'nin dışında bırakıldı.
Hükümet, sicil kapsamında hazırladığı listede, 1951 listesinde ismi bulunanlar ve onların soyundan gelenler ile Bangladeş'in bağımsızlığını ilan etmesinden hemen önce 24 Mart 1971'deki seçim listelerinde ve merkezi hükümete ait herhangi bir belgede adı bulunanlara yer verdi.
Assam'da listeden çıkarılan çoğunluğu Müslüman yaklaşık 2 milyon kişiden vatandaşlıklarını kanıtlayamayanlar için 10 cezaevi kampı inşa ediliyor.
Hindistan İçişleri Bakanı Amit Şah'ın, Assam'daki düzenlemenin ülkenin geri kalanında uygulanacağını açıklaması, Müslümanları "vatansız" kalma riskiyle karşı karşıya bıraktı.
Hindular ile Müslümanlar arasında 10 yıllardır tartışmalara sebep olan Babri Camisi davası, Hindistan Yüksek Mahkemesince Hindular lehine karara bağlandı. "Güney Asya'nın Ayasofyası" olarak nitelendirilen cami, 6 Aralık 1992'de Hindu militanlarca yıkılmış, sonrasında yaşanan olaylarda çoğunluğu Müslüman iki binin üzerinde kişi hayatını kaybetmişti. Mahkemenin, Babri Camisi anlaşmazlığını Hindular lehine karara bağlaması, Müslümanlar nezdinde bir başka hayal kırıklığı oldu.
Tüm bu yaşananlara ek olarak, hükümetin, vatandaşlık yasasındaki değişiklikte Müslümanları dışarıda tutması, ülke içinde adeta bir öfke patlamasına yol açtı.
Başörtüsü yasağı
Son olarak geçtiğimiz aylarda, Hindistan'ın Karnataka eyaletinde Müslüman öğrencilerin okullara başörtüsüyle girişini engellenmeye başlandı.
Eyalet genelinde uzun süredir uygulanan başörtüsü yasağı, 1 Ocak'ta devlete ait Udupi Kadın Yüksek okulundaki Müslüman öğrencilerin derslere başörtüsüyle girmesiyle tartışma alevlendi.
Karnataka'da diğer okullarda da Müslüman kız öğrencilerin başörtülü derslere girmesi üzerine Hindu öğrenciler tepki göstererek derslere safran rengi şalla girmeye başladı.
Udupi'deki okul yöneticileri, hükümet yetkilileri ile öğrenci ve aileleri arasında 19 Ocak'ta yapılan toplantıda bir çözüme varılamadı.
-Peki, Yükselen Hint milliyetçiliği, müslümanlara yönelik artan nefret söylemi, Hindistan'ı nereye götürüyor?
-Müslümanları bundan sonra neler bekliyor?
-Modi yönetimi neyi amaçlıyor?
-Bölgesel ve küresel tepkilerin bir etkisi var mı?
Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (GASAM) Uzmanı Dr. Hayati Ünlü, Hindistan'da yaşananlarla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Hz. Muhammed’e hakaret edilmesiyle yeniden kendisini gösteren “Müslümanlara karşı nefret söylemi”nin kökenleri neler? Bu söylem, Hindistan için neyin habercisi?
Müslümanlara karşı gelişen nefret söylemi, Hindistan için yeni bir durum değil. Söz konusu söylemi ve saldırıları anlayabilmek, kökenleri 20. Yüzyılın başlarına kadar geriye götürülebilecek Hindu milliyetçiliği ideolojisinin gelişimini bilmeyi gerektiriyor. Hindutva olarak da bilinen bu radikal milliyetçi ideoloji, Savarkar gibi isimler üzerinden entelektüel ayağını, Hindistan Gönüllü Organizasyonu (RSS) gibi organizasyonlar üzerinden sosyolojik ayağını geliştirmiş ve nihayetinde Hindu milliyetçisi ailenin siyasal ayaklarını teşkil eden Hindistan Halk Partisi (BJP) gibi partiler ile ülke siyasetinde merkeze oturabilmiştir.
Özellikle 2014 yılında BJP’nin iktidara yükselişi ve bürokrasinin Hindu milliyetçisi kadrolarla doldurulmasıyla dönüştürülen yeni iktidar yapısı, bir taraftan iktidara gelmeden vermiş olduğu Müslüman karşıtı vaatleri yerine getirebilmek, diğer taraftan da iktidarını sürekli konsolide edebilmek amacıyla Müslüman karşıtı gündemi hep dinamik tutmuş ve de Hindu milliyetçisi politikaları hayata geçirmeye çalışmıştır. Bu kapsamda Müslümanlar için büyük önem arz eden Babri Camii kararından Vatandaşlık Yasası Değişikliği’ne kadar uygulamaya konulan birçok düzenleme Hindu milliyetçisi gündeme hitap etmiş ve Müslümanları hedef almıştır. Nitekim Babri Camii tartışmalarının Hinduların lehine çözümlenmesi sonrası benzer bir gündem inşa edebilmek için Gyanvapi Camii gündemin merkezine taşınmış ve Abdülhamid Han’a benzetilen Babürlülerin son büyük hükümdarı Evrenzip’in yaptırdığı caminin üzerinden Hindu milliyetçisi damar beslenmeye çalışılmıştır.
İç politikada bu kadar şahin bir karaktere sahip olan, ancak dış politikada aynı sertliği gösteremeyen bu siyasi gündem, özünde iktidarı sürekli yeniden üretmek isteyen siyasi elitlerin pragmatist politikalarına karşılık geliyor. Maalesef ideolojinin ötekisi bağlamında Müslüman topluluklara fiziksel alandan dışlamaya varıncaya kadar en büyük zararı veriyor. Bugüne kadar Ayodya ve Gucarat Olayları’ndan yakın zamandaki Delhi Olayları’na kadar Müslümanlara karşı şiddetin yükseldiği pek çok örnek sayılabilecekken; Hz. Muhammed’e hakaret edilmesiyle başlayan ve yeni bir şiddet kampanyasına dönüşen son olaylarla birlikte ülkede artık toplumsal güvenin tamamen sarsıldığı tartışılıyor. Yeniden güven inşa etmenin zorluğu tüm sosyolojik analizlerde imkansız olarak değerlendirilmekteyken, dünyanın en büyük liberal demokrasisi olarak hatırlanan Hindistan fikrinin yerini artık faşizmle izah edilen davranış modelleri almışa benziyor.
Modi yönetimine, Müslümanlara karşı nefret söylemine sessiz kaldığı suçlaması ne kadar doğru? Modi yönetimi neyi amaçlıyor?
Hakaret ve yükselen şiddet dalgası sonrası bir taraftan ılımlı açıklamalar yapılıp diğer taraftan sorumlu kişilerin cezalandırıldığı imajı verilmeye çalışılsa da, ülke siyasetini yakından takip eden ve daha önceki davranış ve söylemleri bilen iç ve dış politik gözlemciler tarafından geliştirilen yanıtlar tutarsız bulunuyor. Yine çiftçilerin protestoları gibi birçok konuda net inisiyatif aldığı hatırlanan Modi’nin benzer inisiyatifi Müslümanlara şiddet konusunda almamasının ardında da politik bir hesabın olduğu tartışılıyor. Büyük kalkınma vaatleriyle gelen ancak büyük bir ekonomik kriz nedeniyle sosyal çöküşe engel olamayan Modi yönetiminin, sosyal tabanını Hindu milliyetçiliğiyle tutmaya çalıştığı oldukça aşikar görünüyor. Ülkedeki muhalefetin de parçalı hali ve BJP’ye karşı güçlü bir blok inşa edememesi de Modi yönetiminin yumuşamasına engel oluyor.
Modi yönetimine burada engel olabilecek en önemli faktörün dış baskı olduğu kabul ediliyor. Özellikle ABD gibi ülkelerin Hindistan’daki anti-demokratik uygulamaların varlığı nedeniyle uygulamaya konulabilecek baskının ihtimali ve ilişkilerin gerileyebilme olasılığı bile Modi yönetiminin ılımlı politikalar geliştirmesi gerektiğini tartışmaya açabiliyordu. Ancak Asya siyasetinde yükselen Çin ve ABD’nin Çin’i yeniden dengeleme politikalarının merkezinde Hindistan’ın bulunması, jeopolitik faktörler nedeniyle Hindistan’ın iç siyasetine müdahaleyi oldukça azaltmış durumda. Bu açıdan iç politikada eli rahatlayan Modi yönetiminin hem muhalefeti sindirebilme hem de azınlıklara karşı milliyetçi politikaları takip edebilme açısından sertliğe başvurabilme kapasitesinin arttığı gözlemlenebiliyor.
Hz. Muhammed’e hakaret edilmesine Müslüman ülkelerden tepkiler geldi. Hindistan tepkileri önemsiyor mu? Ya da tepkilerin Hindistan üzerinde etkisi var mı?
Her şeyden önce şunu söylemek gerekiyor ki, İslam Dünyası birlik olarak gerçekten istediği takdirde Modi yönetimine yapılacak baskılar üzerinden sorunu kalıcı bir şekilde çözebilme kapasitesi fazlasıyla bulunmaktadır. Öyle ki kendisini ABD’nin gazıyla Çin’in karşısında “yükselen bir Süper Güç” olarak tanımlayan Hindistan’ın Büyük Güç olabilmesi için ihtiyaç duyduğu en önemli iki kalem enerji ve yatırımdır. Baştan Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan olmak üzere Körfez Ülkeleri’nin ülkede devasa yatırımları mevcut durumda.
"Müslüman ülkeler etki edebilir"
Bu yatırımların çekilmesi bile Modi yönetimini geri adım attırmaya yetebilecekken; yine büyümek isteyen ülkenin enerji ihtiyacı da İslam ve Türk Dünyası merkezli karşılanabilmektedir. Bu açıdan Körfez Ülkeleri başta olmak üzere İran ya da Türk Dünyasındaki Kazakistan gibi ülkelerin enerji konusundaki uyarıları Modi yönetiminin her zaman kayıtsız kalamayacağı tepkilere karşılık gelebilecektir.
Hindistan’ın bir taraftan elini kolunu bağlayabilecek diğer taraftan bir koza karşılık gelebilecek diğer bir mesele de Körfez’deki Hint diasporasıdır. Hindistan için “havalenin siyasallaşması” bağlamında büyük bir sıcak paraya karşılık gelen Körfez’deki Hint diasporasının ülkeye gönderdiği sermaye Modi yönetiminin sürekli politika geliştirmek zorunda kaldığı bir gündeme karşılık gelmekteyken; böyle bir gelirin kaybedilmesi Hindistan ekonomisi için kabul edilmesi zor tahribatlara yol açabilecektir.
Ancak diğer yandan da Modi yönetiminin diaspora nüfusunun Körfez’deki yoğunluğu üzerinden kimi ülkeleri iç karışıklık üzerinden tehdit ettiği hatırlanmaktadır. Güvenlik üzerinden Modi’nin gönderdiği bu sinyal, Körfez ülkelerinin belki de meseleye daha kararlı yaklaşmamalarının önündeki en büyük engele karşılık gelmektedir.
Hindistan’da Müslümanlar ile Hinduların daha çok karşı karşıya geleceğini düşünüyor musunuz? “Nefret söylemi bağlamında” Hindistan için nasıl bir gelecek görüyorsunuz?
Mevcut çatışmacı siyasal iklim devam ettikçe ve İslam Dünyası net sonuç alıcı politikalar geliştirmedikçe, büyük olanın küçük olanı yediği “sosyal darvinizm” olarak isimlendirilen süreç devam edecektir. Tabi burada Hindistan’daki Müslümanların da karşılaştığı yapısal sorunları ele almak gerekmektedir. Mesela Müslümanların ülkenin her yerinde ama dağınık bir şekilde yer almaları ve de birbirlerinden kopuk ve habersiz olmaları ortak bir gündem ve politika geliştirmelerinin önüne geçmektedir. Daha çok yerel çıkarlar etrafında mobilize olan Müslümanlar, ulusal bir Müslüman siyaseti geliştirme noktasında kapasitelerini arttıramamaktadırlar.
Diğer yandan seçim sisteminin de ülkede Müslümanların aleyhine çalıştığı gibi kurumsal bazı nedenler de sayılabilmektedir. Dar bölge seçim sistemine sahip ülkede, zaten dağınık bir şekilde yer etmiş Müslümanlar, belli seçim bölgelerinde yoğunlaşıp kazanan adayı belirleyemiyorlar. Daha çok kazanana destek olabiliyorlar. Bu açıdan 200 milyondan fazla bir tabana sahip olunmasına rağmen, kendi çıkarlarını savunabilecek temsil kapasitesine ulaşmakta zorluk çekiyorlar. Hindu milliyetçiliği ve kast siyaseti partilerin adaylarını belirlemekte en önemli kriter olmaya devam ederken; Müslümanlar aday sıralamasında oldukça gerilerde kalabiliyor.
"Sürekli seçim atmosferi de önemli bir sebep"
Son olarak da belki politik bir sebep olarak ülke siyasal ikliminin hiç bitmeyen rekabet ortamının altı çizilebilir. Öyle ki yılın her mevsimi ülkenin belli noktalarında sürekli organize edilen seçimlerin varlığı ve bu sebeple seçim atmosferinden hiç çıkılamaması, partilerin sürekli kendi sosyal tabanlarını dinamik tutmaları ihtiyacını doğuruyor. Böyle olunca da BJP gibi Hindu milliyetçisi partiler de Hindu oy tabanını sürekli uyanık tutabilme adına Müslüman karşıtı gündeme ara verme ihtimalini bir değerlendiremiyorlar.
Aslında geçtiğimiz yıl ülkede tüm seçimlerin aynı anda yapılması tartışmaya açıldı ve böyle bir değişimin hem enerjinin daha fazla dış politikaya kanalize edilebilme hem de iç siyasetin bir sonraki seçimlere kadar normalleşebilmesi üzerinde olumlu sonuçlar doğurabileceği iddia edildi. Ancak bölgesel parti çıkarları düzenlemenin hemen hayata geçmesini engelledi. Bu açıdan sürekli bir seçim atmosferinin varlığı devam ettikçe Hindistan siyasetinin normalleşebilme ihtimali de bir o kadar zor görünüyor.
HABERE YORUM KAT