1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Hindistan Filistin eğiliminden İsrail seviciliğine nasıl evrildi?
Hindistan Filistin eğiliminden İsrail seviciliğine nasıl evrildi?

Hindistan Filistin eğiliminden İsrail seviciliğine nasıl evrildi?

Aydın Güven, Hindistan'ın Filistin yanlısı tutumunun zaman içerisinde evrilerek siyonist rejimden yana taraf tutar hale gelmesinin, görünürde 7 Ekim'le başlamış gibi görünsede, köklerinin çok daha derin olduğunu aktarıyor.

14 Mart 2025 Cuma 13:30A+A-

Aydın Güven/Perspektif

Hindistan’ın Dönüşen Filistin-İsrail Politikası

Hamas’ın İsrail’e yönelik 7 Ekim saldırısından sonra Hindistan’ın Filistin-İsrail politikasının değiştiği yönünde spekülasyonlar artmış durumda. Hindistan’ın 7 Ekim’den sonra Gazze’de savaş sürerken İsrail’e silah satması ve BM’de İsrail lehine oy kullanması (ya da çekimser kalması), bazı siyasi çevrelerce Hindistan’ın İsrail politikasında yeni bir dönüşüm olarak analiz ediliyor. Ancak son olaylar Yeni Delhi’yi İsrail’e daha da yakınlaştırsa da Hindistan’ın Filistin-İsrail meselesine yaklaşımındaki bu dönüşüm bir gecede, yani 7 Ekim 2023’te gerçekleşmedi. Aslında bu dönüşüm uzun suredir -kademeli olarak- gerçekleşen bir süreçti. Söz konusu yakınlaşmanın her alanda işbirliğine dönüşmesi, mevcut Hindistan Başbakanı Narendra Modi liderliğindeki Hindu milliyetçisi BJP’nin 2014 yılında iktidara gelmesi ile ivme kazandı. Bu ivmede; Rusya’ya olan askerî bağımlığını azaltmak isteyen Yeni Delhi’nin, İsrail sanayiine bağımlılığının artması, Filistin meselesinde Arap ülkelerinin değişen algı ve hassasiyeti, Hindistan’da seçim koalisyonlarına geçiş ve Müslümanların giderek azalan siyasi etkisi, en önemlisi de Hindistan diş politikasında Nehruvian-etik dış politikadan ideolojik (Hindutva merkezli) dış politikaya geçiş önemli rol oynamıştır.

Soğuk Savaş Döneminde Hindistan’ın Filistin ve İsrail’e Yönelik Nehruvian Politikası

Hindistan’ın İngiliz yönetiminden bağımsızlığını kazanmasından yaklaşık 10 yıl önce, Ekim 1937’de Hindistan Ulusal Kongresi, İsrail’in Filistin’de devletleşme planına karşı Filistin ulusal hareketine desteğini ilan eden bir kararı kabul etti. Dönemin Hindistan bağımsızlık liderlerinden hem Mahatma Gandhi hem de Jawaharlal Nehru, bölgede bir Filistin devletinin varlığından yana olup, bölgenin esasen Filistinlilere ait olduğunu defaatle dile getirmişlerdir. Gandhi, 1938 yılında konu ile ilgili yaptığı açıklamada, Arapların rızası olmadan Yahudilerin Filistin’i yurt edinmesinin doğru olmadığını belirterek, “İngiltere’nin İngilizlere, Fransa’nın Fransızlara ait olduğu gibi Filistin de Araplara aittir” demiştir.

Benzer şekilde, İsrail politikalarının bölgede barış ve istikrarı baltaladığını öne süren Nehru da İsrail’in bölgedeki faaliyetlerine karşı çıkan bir politik duruş sergilemiştir. “Filistin esasen bir Arap ülkesidir ve Arapların rızası olmadan hiçbir karar alınamaz” diyen Nehru, Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulmasının doğru olmadığını savunmuştur. Nehru, bu politikasını, bağımsız Hindistan’ın ilk başbakanı olduktan sonra da sürdürmüştür. Hindistan, İsrail’in 1948’de BM’ye üye olma oylamasında ret oyu kullanan ilk Arap-olmayan ülkelerden biri olmuş ve 1950 yılına kadar İsrail’i resmî olarak tanımamıştır. 

Şüphesiz Nehru’nun söz konusu tutumunda bazı -iç ve dış- faktörler etkili olmuştur. Öncelikle Kongre Partisi’nin Meclis’te çoğunluğu elinde tutması, Nehru’nun muhaliflere karşı dik durmasına imkân tanımıştı. İkincisi, hükümet, bağımsızlıktan sonra Hindistan’da kalan Müslüman nüfusu kızdırmak istemiyordu. Üçüncüsü ise Hindistan’ın, enerjiye olan ihtiyacı ve diğer ticari ilişkileri açısından zengin Arap ülkeleriyle ilişkileri iyi tutmak zorunda kalmasıydı. Kongre Partisi, o dönemde Arap ülkelerinin, sömürgeden yeni kurtulmuş harap Hindistan ekonomisi için İsrail’den daha avantajlı olduğunun ve daha somut fırsatlar sunduğunun farkındaydı. Yeniden bir sanayi kurmaya çalışan bir ülkenin, Arap dünyasının doğalgazı ve petrolüne olan bağımlılığı ise işin en önemli kısmını oluşturuyordu. Zira bu durum ilerde Hindistan politikalarının ne denli fayda sağladığını göstermiş ve Hindistan, Arap ülkelerinin İsrail’i destekleyen devletlere yönelik petrol ambargosundan muaf tutulmuştur. 

Dönüm Noktası: Hindistan-Çin Savaşı ve Sonrası

1962’deki Hindistan-Çin Savaşı sırasında, Başbakan Nehru, aralarında donemin İsrail Başbakanı Ben-Gurion’un da bulunduğu dünyanın dört bir yanındaki liderlere acil destek talep ettiği bir mektup göndermişti. Nehru’nun yardım isteği üzerine İsrail, kendisini diplomatik olarak tanımayan Hindistan’a ağır topçu silahları ve cephanelik yardımında bulunmuştur. Bu durum iki ülke arasında, günümüze kadar artarak devam eden askerî işbirliği için bir dönüm noktası olmuştur. Ancak Yeni Delhi, Ben-Gurion’un tüm askerî ve istihbarat desteklerine rağmen İsrail’le ilişkileri gizli tutmak niyetindeydi. Zira Hindistan o donemde hem İsrail’i resmî olarak tanımıyor hem de enerji konusunda bağımlı olduğu Körfez-Arap ülkelerini öfkelendirmek istemiyordu. Fakat kısa süre sonra bu işbirliği ile ilgili gelişmeler Hint basınına sızdırıldığında, Hindistan hükümeti, önce söz konusu işbirliği boyutunu küçümsedi, daha sonra ise ilişkiler reddedildi ve işbirliği görünürde iptal edildi. Yeni Delhi, ilişkilerin arka planda ve sadece askerî alanla sınırlı kalması niyetindeydi. 

1982 yılına gelindiğinde İsrail, Lübnan’a yönelik saldırıları nedeniyle bir kez daha Hindistan başbakanı İndira Gandhi tarafından kınanmıştır. Babası Nehru gibi İndira Gandhi de Ortadoğu’da kalıcı ve adil bir çözümün, bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması ve Filistin halkının haklarının tanınmasıyla bağlantılı olduğunu belirtmiş ve İsrail ile var olan ilişkilerin kopma noktasına gelmesine neden olmuştu.

Öte yandan Hindistan, 1974 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) diplomatik olarak tanımış ve 1988’de ise Filistin Devleti’ni tanıyan Arap olmayan ilk ülkelerden biri olmuştur. Ayrıca bu ilişkilerin tek taraflı olmadığına da dikkat çekmek gerekir. Hindistan, 1996’da Gazze’de temsilcilik açarak Filistin ile karşılıklı diplomatik ilişkileri geliştirmiş, daha sonra 2003 yılında büyükelçilik binasını Ramallah’a taşıyarak Filistin eğilimli politikasını sürdürmeye çalışmıştır.

Soğuk Savaş Sonrası Jeopolitik Gelişmeler ve Artan Hindutva Etkisi

Soğuk Savaş döneminde İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırılarını en sert şekilde kınayan ve yeri geldiğinde BM’nin İsrail’e müdahale etmesi gerektiğini savunan Hindistan, değişen konjonktürün de etkisiyle bu politikasını kademeli olarak sonlandırmıştır. Hindistan’ın Haziran 2019’da Filistinli Shahed isimli insan hakları örgütüne BM’nin Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nde gözlemci statüsü verilmesinin aleyhine oy kullanması, Filistin aleyhine BM’de kullandığı ilk oy olmuştu.

Hamas’ın 7 Ekim saldırısından sonra Hindistan Başbakanı Modi, saldırıyı kınayan ilk liderlerden biri olmuş ve İsrail’e tam desteğini sunmuştur. Ancak önceki seferlerden farklı olarak Modi hükümeti, bu sefer savaşın sona erdirilmesi yönünde bir tavır geliştirmedi. Hindistan, savaşın başlamasından sonra BM Genel Kurulu’nda ateşkes lehine oy kullanmayan tek Küresel Güney (Global South) ülkesi oldu. Ayrıca 13 Kasım 2023’te Hindistan, İsrail işgali altındaki Filistin topraklarında “insan hakları ihlalleri için İsrail uygulamalarının ve operasyonlarının araştırılması” ile ilgili bir BM kararında da çekimser kaldı. Nisan 2024’te Hindistan, İsrail’i Gazze’de derhal ateşkes uygulamaya çağıran ve üye devletlerin İsrail’e silah ambargosu uygulamasını öngören bir BM İnsan Hakları Konseyi kararında yine çekimser kaldı. Ayrıca 19 Eylül 2024 tarihinde Hindistan, İsrail’e Filistin’de yaklaşık bir yıldır devam eden yasa dışı işgali sona erdirmesi çağrısında bulunan BM kararında da çekimser kaldı.

Ancak Hindistan’ın bu politikası bir gecede değişmedi. Bu değişim, uzun zamandır (a) savunma sanayiinde artan işbirliği, (b) Arapların Filistin meselesine bakışının değişmesi, (c) Hindistan’da seçim koalisyonlarına geçiş ve Müslümanların giderek azalan siyasi etkisi ve en önemlisi de (d) Hindutva ideolojisinin bir dış politika ideolojisi haline gelmesinden kaynaklanmaktadır. 

a- İsrail’in Hindistan Savunma Pazarındaki Önemi

Hindistan’ın İsrail ile diplomatik ilişkiler kurması 1992 yılında başladı. Ancak savunma alanındaki ikili işbirliği, diplomatik tanınmanın çok öncesine, 1962 yılındaki Hindistan-Çin savaşına dayanmaktadır. Bu tarihten sonra iki ülke arasında ilişkiler birçok alanda yayılmaya başladı. Yeni Delhi, Rusya’ya olan askerî bağımlılığını azaltmak adına İsrail ile özellikle dron teknolojisi ve uzun menzilli füzeler konusunda işbirliğini artırmaya çalışmıştır. Öte yandan Hindistan, İsrail açısından en büyük savunma pazarı olarak görülüyordu. Nitekim Hindistan bugün İsrail’in toplam silah ihracatının yaklaşık yüzde 40’ını gerçekleştirmektedir. Hindistan pazarını kaybetmek istemeyen İsrail, Hindistan’la savunma sanayiinde işbirliği yaparak iki ülke ilişkilerinin bozulmayacak bir dereceye gelmesine yol açmıştır. Böylece İsrail, Rusya’dan sonra Hindistan’ın en büyük ikinci savunma tedarikçisi konumuna yükselmiştir.

b-Azalan Arap Baskısı

Soğuk Savaş döneminde Yeni Delhi’nin Filistin eğilimli bir politika yürütmesinde Körfez-Arap ülkeleri ile geliştirilmek istenen ekonomik ilişkiler önemli bir rol oynamıştır. O dönemlerde söz konusu ülkelerin Filistin meselesine bakışı ve hassasiyeti bugünden çok farklıydı. İndira Gandhi’nin, FKÖ’ye Hindistan’da resmî temsilcilik açma izni vermesi ve daha sonra İsrail’in Mumbai konsolosunu persona-non-grata ilan etmesi, Arap ülkeleri tarafından yapılan baskılar neticesinde gerçekleşmiştir. Arap ülkelerinin 1974 yılında İsrail’i destekleyen ülkelere karşı uygulamaya koyduğu “Petrol Ambargosu”na Hindistan’ın dahil edilmemesi, enerjide dışa bağımlı Hindistan üzerinde baskıların oluşmasına neden olmuştu. Nitekim daha sonra CIA tarafından erişime açılan belgeler arasında bu konuda Yeni Delhi’ye yönelik yoğun Arap-lobileri baskısı olduğu belirtilmiştir.

Soğuk Savaş döneminde ABD’nin tüm ısrarlarına ve baskılarına rağmen İsrail ile diplomatik ilişki kurmayı reddeden Hindistan, bugün İsrail yanlısı bir politikanın Arap ülkeleri ile ilişkilerine zarar vermeyeceğini gördü. Hindistan aynı zamanda enerji konusunda çeşitli alternatifler oluşturdu. Tabii bu durum Hindistan’ın Körfez-Arap ülkelerine enerji bağımlılığının ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Hindistan’ın indirimli Rus ham petrolü ithalatındaki artışa rağmen Ortadoğu, Hindistan’ın enerji güvenliği ihtiyaçları için kilit önem taşımaya devam etmektedir. Buna ek olarak, günümüzde Körfez’de yaklaşık 8 milyon Hindistan vatandaşı çalışıyor ve bunlar Hindistan’ın toplam yabancı işçi döviz gelirlerinin neredeyse yüzde 30’unu oluşturuyor. 

Dolayısıyla genel kanının aksine, Hindistan’ın Filistin-İsrail meselesindeki bu politika değişiminin asıl kaynağı İsrail’in bugün bölgeye daha fazla entegre olması değil, Arap ülkelerinin Filistin hassasiyetinin ortadan kalkması. Nitekim Arap ülkelerinin İsrail ile normalleşmeye başladığı günümüzde Hindistan’ın böylesi bir politikayı devam ettirmesi hem beklenen bir durum değildi hem de gerçekçi bir dış politika ruhuna aykırıydı. 

c- Hindistan’da Seçim Koalisyonlarına Geçiş ve Müslümanların Giderek Azalan Siyasi Etkisi

Soğuk Savaş döneminde Hindistan, hassas ve çok etnik yapılı bir toplumda dengeyi sağlamak için özellikle Müslüman nüfusun hassasiyetlerini göz önünde bulunduruyordu. Hindistan Kongre Partisi, iktidarını koruyabilmek için geniş bir seçmen tabanına hitap etmek zorundaydı ve bu durum, Müslüman seçmenlerin taleplerinin dikkate alınmasını sağlıyordu. Filistin yanlısı bir dış politika benimsemek, yalnızca Nehruvian ideallerin değil, aynı zamanda iç politikada Müslüman seçmenleri memnun etmenin bir aracıydı. Hindistan hükümeti, Arap dünyası ile ekonomik bağlarını güçlendirmek ve aynı zamanda kendi Müslüman nüfusunu rahatsız etmemek adına Filistin davasına destek vermeye devam etmiştir. Ancak Hindistan’da seçim sisteminin dönüşmesi ve parti koalisyonlarının yükselişiyle birlikte Müslüman seçmenlerin siyasi önemi giderek azalmaya başladı. Özellikle 1990’lardan itibaren Kongre Partisi’nin zayıflamasıyla birlikte bölgesel partiler güç kazandı ve koalisyonlar kaçınılmaz hale geldi. Büyük partiler, geniş ittifaklar kurarak belirli seçmen gruplarına bağımlılığı azaltma ve daha geniş bir oy tabanı elde etme politikası gütmeye başladı.

Özellikle BJP’nin yükselişi ve Modi’nin 2014’te iktidara gelmesiyle bu süreç daha da belirgin hale geldi. Bu durum, BJP gibi Hindu milliyetçisi partilere, Müslüman seçmene olan bağımlılıklarını azaltma fırsatı sundu. Modi’nin Hindutva ideolojisi, Müslüman toplumu marjinalleştiren politikalar üretirken, Müslüman seçmenlerin etkinliğini daha da azaltmıştır. Seçim dinamiklerinde marjinalleşen Müslümanlar, iç politikada seslerini duyuramaz hale gelirken, bu durum dış politikaya da yansımıştır. Hükümetler artık dış politika kararlarını Müslüman seçmenlerin hassasiyetlerini de dikkate alarak şekillendirmek zorunda hissetmiyor. 

d- Nehruvian Dış Politikadan İdeolojik (Hindutva) Dış Politikaya 

1967 yılında yeni bir İsrail-Arap savaşı daha patlak vermiş ve dönemin Hindistan Başbakanı İndira Gandhi yönetimindeki Hindistan, her zamanki gibi yine ilk tepki veren ülkeler arasında yerini almıştı. İsrail’e yönelik ağır sözleri karşısında muhalefet liderleri, Gandhi’ye ihtiyatlı davranmadığı yönünde eleştirilerde bulunmuşlardı. Ancak tüm eleştirellere rağmen hükümet İsrail’e karşı söylemlerinde geri adım atmamıştı. Gandhi hükümeti, muhalefetin eleştirilerine karşılık; “İhtiyatlı davranarak dünyada izimizi bırakmadık. Adaletin söz konusu olduğu yerde bir duruş sergileyerek dünyaya damgamızı vurduk”¹ diyerek Filistin-İsrail meselesine yönelik politikalarının ahlaki değerlere dayandığını belirtmiştir. 

Aslında o dönemde Hindistan’da Filistin’e duyulan sempatinin bir nedeni de Hindistan’ın İngiliz sömürgeciliğine karşı verdiği özgürlük mücadelesinden miras kalan Filistin davasına duyulan güçlü yakınlıktı. Yani Filistin’in yanında olmak, anti-kolonyalizm politikasının bir gereği olarak da görülüyordu. Ancak Modi’nin 2014 yılında iktidara gelmesinden bu yana, Hindutva ideolojisinin dış politikadaki payı gittikçe artmış ve Modi liderliğindeki BJP hükümeti, geleneksel Filistin eğilimli politikaya son veren ilk Hindistan hükümeti; Modi ise İsrail’i ziyaret eden ilk Hindistan başbakanı olmuştur. Daha da önemlisi, Modi’nin tabanı olan Hindu milliyetçileri, İsrail’in Filistin’e yönelik işgal politikalarını ciddi şekilde desteklemiş ve Hindistan’ın da Keşmir’de benzer politikalar yürütmesi yönünde kamuoyu oluşturmuştur. 

Sonuç olarak Soğuk Savaş döneminde Kongre Partisi’nin Filistin-İsrail meselesine yönelik politikaları, anti-emperyalizm, anti-kolonyalizm ve özgürlük mücadelelerine destek verme bağlamında daha idealist bir şekilde gerçekleşiyordu. Ancak BJP’nin politikaları daha çok Hindutva ideolojisinin hâkim olduğu bir dış politikaya dönüştü. Söz konusu Hindutva ideolojisi İslam düşmanlığından beslenmektedir. Hindutva ideolojisi, ülkede halkın Filistin’e sempatisini ciddi şekilde törpülemekle kalmamış aynı zamanda İsrail’e yönelik önemli bir sempati ortaya çıkarmıştır.

Hindistan’ın Küresel Güney’den Uzaklaşması: Riskler ve Stratejik Sonuçlar

Hindistan’ın söz konusu politikaları, onun Küresel Güney liderliği iddialarını uzun vadede zedeleme riskine sahiptir. Hindistan, kendisini Soğuk Savaş döneminden beri Küresel Güney’in lideri ve sözcüsü olarak konumlandırırken, son zamanlarda Filistin-İsrail meselesinde sergilediği tutum, bu iddiası ile çelişmektedir. Küresel Güney’in büyük çoğunluğu, tarihsel olarak Filistin’in haklarını savunan ve İsrail’in işgal politikalarına karşı bir duruş benimsemiştir. Ancak özellikle BJP’nin Modi liderliğinde iktidara gelmesi ile Hindutva’nın devlet ideolojisi haline gelmesi ve İsrail’e verilen destek, bu ülkelerle arasındaki diplomatik bağları zayıflatma riski taşımaktadır. Özellikle Gazze’de savaş devam ederken İsrail’e askeri mühimmat desteğinde bulunması, ülkenin hem geçmiş dönemlerdeki anti-kolonyalizm politikasından ayrışmakta hem de uzun vadedeki liderlik iddiaları ile çelişmektedir. 

Afrika ve Latin Amerika’da, Filistin davası anti-emperyalist ve anti-kolonyal bir mücadele olarak görülmeye devam ediyor. Hindistan’ın, BRICS ve G7 gibi platformlarda Küresel Güney’in kalkınma ve küresel eşitsizlik konularındaki taleplerini dile getirirken İsrail yanlısı bir dış politika izlemesi, bu platformlardaki güvenilirliğini zedeleyebilir. Bu da Hindistan’ın çok taraflı müzakerelerde ve küresel yönetişimde arzuladığı liderlik rolünü baltalayacaktır. Zira Küresel Güney ülkeleri, Hindistan’ın geçmişte savunduğu anti-emperyalist söylemden uzaklaşmasını ve yalnızca çıkar odaklı bir dış politika izlemesini pragmatizm olarak değil, ikiyüzlülük olarak değerlendirebilir. Ayrıca Hindistan’ın çok kutuplu bir dünya düzeni arayışına zarar verebilecek bu durum, Çin’in Küresel Güney’deki etkisini artırmasına da hizmet edebilir. Çin, kendisini Küresel Güney’in daha tutarlı bir savunucusu olarak göstererek Hindistan’ın boşalttığı diplomatik alanı doldurabilir.

HABERE YORUM KAT