Hilafet talebi ceza nedeni olabilir mi?
Avukat Mehmet Alagöz, “Sanıklar gerçekleştirilemeyen bir konferansta yapacakları hilafet konuşmasından dolayı yargılanıyorlar. Tabiri caizse niyetlerinden dolayı yargılanıyorlar" dedi.
HAKSÖZ HABER
Köklü Değişim Dergisi tarafından 2017’de İstanbul’da gerçekleştirilmesi planlanan “Dünya Hilâfet’e Neden Muhtaç?” başlıklı konferans hiçbir makul gerekçe gösterilmeden engellenmiş, konferans konuşmacıları Mahmut Kar, Abdullah İmamoğlu, Musa Bayoğlu ve Köklü Değişim İstanbul Temsilcisi Osman Yıldız hakkında yargılama başlatılmıştı.
Haksöz Haber olarak davanın avukatlarından Mehmet Alagöz ile görüşerek yargılamadaki son durumu ve istenen cezalara dair görüşlerini aldık.
Avukat Mehmet Alagöz, “Yargıtay 9. Ceza Dairesi Hizb-ut Tahrir’i terör örgütü olarak gören bir karar almıştı. Bu kararın dayandığı her hangi bir delil yoktu. Terör eylemi olarak gösterilebilecek bir faaliyette de bulunulmamıştı. Bu durumda ortada ne bir terör örgütü ne de terör faaliyeti olamazdı. Bu davalar için Anayasa Mahkemesi de hak ihlali kararı vermişti. Sonuç olarak kimi sanıklar beraat ederken, kimisinin davası hala sürmekteydi. Bu esnada da yeni bir yargılama ile karşı karşıya kaldılar.”
Avukat Mehmet Alagöz “Köklü Değişim Dergisi yasaların bireylere sunduğu özgürlüklerden birisi olan toplantı düzenleme hakkını kullanarak “Dünya Hilafete Neden Muhtaç” başlıklı bir konferans tertiplemeye girişiyor. Yasal prosedürler yerine getirilerek, valiliğe emniyetin gerekli önlemi alması için dilekçe ile başvuruluyor. Kendilerinin organize ettiği program için bir düğün salonunu kiralıyorlar. Daha henüz program gerçekleştirilmeden 4 sanık gözaltına alınarak yargılamaya geçiliyor. Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen duruşmada da savcılık “4 sanık için terör örgütü üyeliği ve yöneticiliğinden” iddianame hazırlıyor. Bu terör örgütü iddiasına delil olarak da geçmiş yıllarda Hizb-ut Tahrir’in 9. Ceza Dairesinde yargılandığı dava örnek gösteriliyor. Yargılanan 4 isim de gerçekleştirilemeyen bir konferansta yapacakları hilafet konuşmasından dolayı yargılanıyorlar. Tabiri caizse niyetlerinden dolayı yargılanıyorlar.” dedi
Avukat Mehmet Alagöz Yargıtay 9. Ceza Dairesinin Hizb-ut Tahrir için verilmiş daha önceki terör örgütü kararını hatırlatarak şunları söyledi, “Yargıtay 9. Ceza Dairesi, “İslam Devleti istiyoruz”, “Şeriati istiyoruz”, diyorlarsa suçtur diyerek, suçu önlemeliyim diye düşünüp yargılananları terör örgütü olarak gördü. Oysa ifade özgürlüğüne dayalı, sadece söylem olan bu cümlelerin somut bir karşılığı yoktu. Bugünkü gerçekleştirilen yargılama da kendisine 9. Ceza Dairesini baz alarak ilerliyor.”
Ne olmuştu?
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yürütülen yargılamanın 27/11/2020 tarihinde görülen celsesinde savcılık, 2020/14381 no’lu mütalaasında 4 sanık hakkında “Hizb-ut Tahrir yöneticisi ve üyesi olmak” ve “Hilâfet propagandası yapmak” suçlamaları ile toplam 52,5 yıl hapis cezası istedi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının “23/01/2019 tarih, 2017/34342 Soruşturma, 2019/4292 Esas ve 2019/821 sayılı iddianamede Cumhuriyet Savcısı, “Hizb-ut Tahrir” cemaatinin kuruluşu ve Mısır’daki Hizb-ut Tahrir’den ayrılış noktasını belirterek Hizb-ut Tahrir’in İslami Devleti kurmayı arzuladığını bu yönüyle de faaliyetlerini organize bir şekilde yürüttüğünü iddia…” ederek sanıkların hilafeti kurmak için organize olarak çalıştıkları belirtilerek sanıkların terör örgütü mensubu olduğu belirtildi.
Savcılık iddianamesinde de belirttiği gibi “Yurtdışındaki Hizb-ut Tahrir’i” öne sürerek Türkiye’deki Hizb-ut Tahrir yapılanmasını tehdit olarak algılaması anormal bir durum olarak öne çıkıyor. Yargıtay sanıklar için 9. Ceza Dairesinin daha önceki kararlarını da iddianameye ekleyerek işlenmiş bir suç olmamasına rağmen tutukluluk talep edebiliyor.
İddianame dosyasını hazırlayan savcının Türkiye’deki Hizb-ut Tahrir’in Orta Doğu’da faaliyet yürüten Hizb-ut Tahrir ile ilişki içerisinde olduğunu ispatlamaya çalışması, Türkiye’deki cemaatin her hangi bir silahlı faaliyeti olmamasına rağmen, iddianame de “terör faaliyeti yapacakları ancak emniyetin önlediği” iddiası ile kanıtlamaya girişmesi akıl alır gibi değil. Çünkü Çünkü Hizb-ut Tahrir’in tüm dünyada bulunan yapılarının hiç biri silahlı faaliyet yürütmediği gibi terör örgütü olarak da anılmıyor.
Hiçbir somut kanıta dayanmamasına rağmen savcı tarafından defaatle tekrarlanan “terör faaliyeti yapacaklar, hilafeti getirecekler” ile daha olmamış olması için her hangi bir somut faaliyet yürütülmemiş olaylar için; olayların öncesinde ceza verilerek, sözde atılı suçu işlemelerinin önüne geçtiğini düşünen savcının iddianamesi, hukukun hiçbir noktasına sığmamakta.
Soruşturmayı yürüten savcı, Türkiye içerisinde de örgüt mensupları tarafından kullanıldığını iddia ettiği yöntemleri sıralarken, “Amacının teokratik esaslara dayalı bir din devleti ve sonuçta bir hilafet devleti kurarak tüm İslam toplumlarını bir hilafet devleti çatısı altında toplamak amacında olduğu… Müslüman olmayan diğer toplumların kurulu bulunan devletlerini cihad yolu ile hilafet devletine dahil etmek gayesiyle silahlı mücadelenin başlayacağını dair görüşleri Emniyet Genel Müdürlüğünce tespit edilmiş ayrıca Yargıtay 9. Ceza Dairesinin istikrar kazanmış görüşlerinde de bu örgütün 3713 S. Y.’nın 1. maddesinde tarif edilen ve şiddeti özendiren ve teşvik eden bir terör örgütü olduğu vurgulanmıştır” deniliyor.
Savcı iddialarına delil olarak TEM şubenin istihbari faaliyetlerini sunarken,“TEM Daire Başkanlığı tarafından dosya arasına gönderilen 21/02/2010 tarihli Bilgi Notu’nun sonuç kısmında da, “Örgüt her ne kadar Yönetim Nizamı adını verdiği Hizb-ut Tahrir tüzüğünde veya sözde Anayasa Tasarısında gerçekleştirmek istediği İslami Devlet/Raşidi Hilafet’i nasıl gerçekleştireceği ile ilgili açıklayıcı bir madde yazmamıştır. Bu durum bazı kesimlerce örgütün cebir ve şiddet unsurunu kullanmadığı şeklinde değerlendirilmiştir ise de örgütün öncelikli olarak Arap topraklarında hilafet devleti kurması sonrasında salt propaganda ile hedef ülke yönetimini ele geçirmesi veya örgütün fikir ve idaresine karşı olanları ikna etmesi söz konusu olamaz. Bu durumda öncelikli olarak terörün tanımında yer alan cebir ve şiddet kullanmadan baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini kullanabilecekleri, bu şekilde de amaçlarına ulaşamazlar ise cebir ve şiddet yöntemlerini her halükarda kullanacakları aşikardır” denilerek açıkça savcının kendi kanaatini dile getirdiği görülüyor.
Salt iddia yüklü, her hangi bir delile dayanmayan savcının tamamıyla kendisinin beslediği bir paradoksu sanıklara yükleyerek istediği hapis cezası; gayri hukuki olmakla beraber, adalet anlayışından da ne kadar uzak olunduğunu ispatlaması açısından önemli bir dava olarak görülüyor.
HABERE YORUM KAT