1. YAZARLAR

  2. Abdurrahman Dilipak

  3. Hilafet meselesi ve…
Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Yazarın Tüm Yazıları >

Hilafet meselesi ve…

05 Mart 2013 Salı 00:46A+A-

Çoğu kişi Hilafetin kaldırıldığını düşünse de, Hilafet kaldırılmadı.. İş kılıfına uyduruldu, amiyane tabirle.

Hilafet makamı lağv edildi. Hilafet, mana ve mefhum olarak TBMM’nin ya da Cumhuriyetin şahsı manevisinde mündemiç olduğuna dair bir kanun çıkarttılar.

Adem Çevik bu konu ile ilgili savcılığa bir başvuruda bulunmaya hazırlanıyor. Bir basın bülteni ile bunu duyurdu.

Aslında buna eklenecek daha başka birçok madde var.. Oradaki vakfiyeler ve dini yapıların yanında Mescidi Aksa’yı ziyarete gidenlere yapılan eziyetlerin de buna eklenmesi gerek..

Temel sorun aslında, dini mekanların ulus devletlerin denetiminde olması ile ilgili.. Bu mekanların ayrı bir anlaşmayla düzenlenmesi gerekir..

Bu anlamda Hilafet konusunun yeniden üzerinde düşünülmesi gerekir.. Bakalım basın ve siyaset, yargı bu işe nasıl tepki verecek?.. Adem Çevik’in basın açıklaması şöyle: “Adem Çevik konuyla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunacağını ve konuyu, Cumhurbaşkanlığı, TBMM Başkanlığı ve ilgili komisyonlarla, Başbakanlık, Adalet ve Dışişleri Bakanlıklarına da yazılı olarak ileteceğini söyledi..

Çevik şöyle dedi: 1 Mart 1924’teki bütçe görüşmelerinde halifeye ve Osmanlı Hanedanına verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924’te ‘Hilafetin İlgasına ve Hanedanı Osmanlı’nın Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun’ kabul edildi.

3 Mart 1924 günü kabul edilen ve 6 Mart 1924 günkü Resmi Gazete’de yayınlanan 431 sayılı Kanun’un 1’nci Maddesi şöyleydi: ‘Halife halledilmiştir. Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır.’ Bu maddeden: ‘Halife’nin görevden alındığı; ‘Hilâfet’in Hükümet ve Cumhuriyet kavramı içinde olduğu (bir başka tanımla: ‘Hilâfetin TBMM’nin manevî şahsiyetine devredildiği); ‘Hilâfet’ makamının kaldırıldığı’ anlamı çıkmaktadır. 431 Sayılı Kanun’un: 8, 9 ve10’ncu maddelerini de hatırlayalım: “MADDE 8 - Osmanlı İmparatorluğunda Padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki tapuya merbut emvali gayrimenkuleleri millete intikal etmiştir. MADDE 9 – Mülga Padişahlık sarayları, kasırları ve emlakini sairesi dahilindeki mefruşat, takımlar, tablolar, âsarınefise ve sair bilumum emvali menkule millete intikal etmiştir. MADDE 10 - Emlâki Hakaniye namı altında olup evvelce Millete devredilen emlâk ile beraber mülga Padişahlığa ait bilcümle emlâk ve sabık hazinei Humayun, muhteviyatlariyle birlikte saray ve kasırlar ve mebani ve arazi Millete intikal etmiştir.’

Esasen Anayasası laik olarak tanzim edilmiş olan bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı’nın idare içinde yer almasının dayanağı da bu düzenlemedir. Aynı şekilde buradan yola çıkılarak, Dini vakfiyelerde Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlanmış, Şeriyye Sicilleri de kamuya intikal ettirilmiştir.. Bu çerçevede  imamlara devlet kadrosundan maaş ödenebilmekte ve hac işleri organize edilebilmekte, Devlet, Milli Eğitim, YÖK ve Diyanet eli ile her türlü dini eğitim görevini üstlenmektedir..

Burada dikkat çekici bir diğer husus da, Hilafetin şekli, idari yapısı, görev ve yetkileri, Osmanlı’dan aynen devralınmıştır. Dolayısı ile Osmanlı mevzuatındaki Hilafetle ilgili düzenlemeler de aynen geçerlidir. Hilafetin merkezi İstanbul olmakla birlikte yetki alanı itibarı ile Türkiye ile sınırlı bir kurum değil, beynel müslimin bir kurumdur. Dolayısı ile uluslararası hak ve yetkileri vardır ve bütün bu haklar, uluslararası sözleşme ve anlaşmalarla koruma altına alınmıştır. Tüm dünyadaki dini kurum ve dini vakıflar, münhasıran da Kabe, Medinei münevveredeki Mescidi Nebevi ve Mescidi Aksa hilafetin koruması altındadır.. Bu konuda Osmanlı’dan tevarüs eden düzenlemeler ve işin icab ve mahiyeti çok açıktır. Ve bu hak ve sorumluluklar Cumhuriyete aynen intikal etmiştir..

Dini vergilerin toplanması ve dağıtılması da bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir..

Emaneti mukaddesenin halen İstanbul’da bulunması da, bu konudaki hak ve sorumlulukların devam ettiğinin bir başka kanıtıdır..

Mescidi Aksa’ya yönelik tehdit ve tecavüzlerin def’inin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir..

Bu konudaki savcılığa İsrail’in saldırgan girişimleri ile ilgili olarak suç duyurusunda bulunacak ve hükümete çağrı yapacak, ayrıca konu ile ilgili olarak İslam İşbirliği Konferansı, Arap Birliği ve ülkemizde diplomatik misyonu bulunan İslam ülkelerinin büyük elçiliklerini ve tabii ki, öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığımızı ve Vakıf idaresini ayrıca bilgilendireceğiz.. Mescidi Aksa uluslararası bir inanç ve kültür mirası olmasının yanında Müslümanların ilk kıblesi ve bölgedeki tarihi eserler itibarı ile aynı zamanda bizim kültür mirasımızın bir parçasıdır.. Bu anlamda İsrail’in saldırgan politikalarına bir ‘dur’ ‘one minute’ denmesi gerekir.”

Bana kalırsa bu konuda Türk Tarih Kurumu’na da başvurmak gerekir.. Hatta bu konuda, yani hem Hilafet ve hem de dini mekanlar, buradaki Osmanlı vakfiyeleri konusunda TBMM’de bir meclis araştırması açılsa ne iyi olur.. Daha geniş bir anlamda mesela Timbuki de bu kapsamda değerlendirilebilir. Irak ve Şam’daki eserler de.. Bakarsınız, bu tartışma Kürt meselesi, Şam ve Mali için bile, Somali ve Nijer için de bir umuda dönüşür.. Selâm ve dua ile..

YENİ AKİT

YAZIYA YORUM KAT