Hikikomori ya da modernleşmenin nihai getirisi olarak yalnızlık
Japonca, elini ayağını çekmek anlamına gelen hikikomori gittikçe yaygınlaşan bir hastalık türü.
Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER
Hikikomori ya da modernleşmenin nihai getirisi olarak yalnızlık
Modernleşmeyi inşa eden düşünceler en büyük güçlerini dünyevi olan fikirlerden aldılar. Bu temel karşıtlık modernleşmenin belirleyici özelliğidir. İlahi olana karşıtlık üzerinden dünya kutsandı. Dünyanın muhkemleştirilmesiyle insan hesap verici vasfından uzaklaştı.
Hesap vermek bir yönüyle acziyetin ifadesi olarak kabul edilebilir. İlahi adalet anlayışı da buradan besleniyor. Ancak dünyevileşmenin artmasıyla birlikte ‘hesap’ göz ardı edilen bir şey haline geldi. Haliyle ‘hesap’ ortadan kalkınca her şey mubah oldu. Artık sınırlar kaldırılmış, insan eylemlerinin sonuçlarını bir takım ‘subjektif’ yörüngelere bağlamıştır. Subjektif olan bir yönüyle yaptırım gücü de kısıtlı olandır. Dostoyevski’nin ifadesiyle: “Tanrı yoksa her şey mubahtır.”
Bu bağlamda modernleşme artıkça dünyevileşme de artar. Dünyevileşme arzuları için yaşayan insanların vazgeçilmez özelliğidir. Arzular için yaşamak artık bir hastalık ile izah ediliyor: Hikikomori. Japonya’da tanımlanan bu hastalık hedonizmin yeni boyutuna inşa etmekte. Aslında düşünce tarihi içinde Epikürüs tarafından savunulduğu ifade edilen hedon bağlamından biraz saptırılmış bir kavram. Epikürüs’ün yaklaşımıyla hedonizm dünyalık olandan el etek çekmek olarak kullanılıyor. Epikürüs’ün yaklaşımında arzulardan kurtulmak en önemli çabadır. Çünkü asıl kaçınılması gereken şey ölüm düşüncesidir. En büyük acı olarak ölümden kurtulmak için dünya ehemmiyetsiz hale getirilir. Hikikomori ise modern zamanların her şeyden elini ayağını çekme hastalığı olarak tanımlanabilir.
Ancak burada dünyalık olana duyulan menfi düşüncelerden bahsetmek mümkün değil. Hatta tam anlamıyla dünyalık için yaşamak hayatın merkezine alınıyor. Japonya’da milyonlarla ifade edilen hastalar günlerini sadece bir odada geçiriyorlar. Burada sabahtan akşama kadar oyun oynayan bu kişiler yemeklerini bu odada yiyip tuvalet ihtiyaçlarını dahi burada gideriyorlar. Ortaya çıkan manzara ise tamamen arzuları için yaşayan doymak bilmeyen bir iştahla yaşamın dünya ile sınırlandırıldığı bir alternatif gerçeklik evreni.
Bir hikikomori hastasının 'odası'
Artık insanlık için yeni bir durum söz konusu. İnsanlığın tarih boyunca tartışmadığı bir konu kalmadı. Tanrının varlığını dahi tartışan insanın kendisini durduğu yer ise ölüm düşüncesiydi. Bu yönüyle ölüm hesaba açılan kapı olarak modern dünyada yok sayılmaktadır. Hikikomori hastaları kendilerini Kodokushi denilen ‘yalnız ölüm’ çemberine dahil ediyorlar. İşin özünde bu durum bir yönüyle intihar eğiliminden kaynaklanıyor. Öldüklerinden kimsenin haberi olmuyor. En bilinen örneği ise ölümünden üç yıl sonra haberdar olunan bir hasta. Sosyal izolasyonun vardığı son nokta ölümlerin anlamdan yoksun hale geldiği bir dünya.
Bu noktada Allah Resulü’nün (s.a.v) "İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar." hadis-i şerifini hatırlamak gerekiyor. Ölümü sonsuz aleme ulaşmak için bir araç olarak gören Müslüman geleneği onu hayatın dışına çıkarmaktan ziyade olağan bir şey haline getirmeye çalışmıştır. En çok zikredilen mezarlıkların merkezi konumları bunu açıklamak için güzel bir örnek.
Her şeye rağmen ölüm istenen bir şey de değildir. Zira insanın yaşama güdüsü fıtratın en temel özelliklerinden birisi olarak Allah tarafından var kılınmıştır. Yine Allah Resulü'nden (s.a.v) bir hadisle izah etmek gerekirse, “Hiçbiriniz ölmeyi istemesin. Ölüm kendiliğinden gelmeden önce de öleyim diye dua etmesin. İnsan ölünce hiçbir iyilik yapamaz. Mü’minin hayatta kalması iyiliklerini çoğaltır.”
Dünyayı ahiretin tarlası bilen Müslümanlar ölüm ile hayat arasında gerçek anlamda dengeli, mutedil bir yaklaşım gerçekleştirerek önemli bir örneklik inşa etmişlerdir. Ancak hikikomorinin Müslümanları tehdit etmediğini söylemek en hafif ifadesiyle safdillik olacaktır. Modernleşmenin getirisi olan ifsat edici hastalıklar karşısında geleneğimizin derin birikimine dönmek tek çıkar yol olarak gözüküyor…
Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieślowski intihar fikrinin ürkütücülüğünü ve insanın fıtri yaşama güdüsünü “Üç Renk: Beyaz” filminde başarılı bir şekilde inceliyor. İntihara karar veren bir insanın kararlılığı gerçekten ölüm ile karşılaştığı ana kadar varlığını sürdürebiliyor.
HABERE YORUM KAT